AKŞAM GAZETESİ'NDE BİR FİNCAN KAHVE YÜZÜNDEN İÇ SAVAŞ ÇIKTI!..İŞTE SAVAŞIN TÜM DETAYLARI!..
Herşey Güneş Gazetesi yazarı Ahmet Çavuşoğlu'nun kendisine bir Türk kahvesi makinesi almasıyla başladı.Çavuşoğlu veresiye verilmez levhasını astı ve kahveye 2 milyon fiyat biçti.İşte olanlar o zaman oldu!..
Gazetede iç savaş
Her şey Güneş gazetesi yazarı Ahmet Çavuşoğlu'nun kendisine bir Türk kahvesi makinesi almasıyla başladı.
Birçok insan kahve içmek için odasına gidince Çavuşoğlu kapısının üzerine 'Veresiye verilmez' diye başlayan bir yazı yazdı ve kahve fiyat listesini astı. Bu oldukça tuhaf bir listeydi. Çünkü kahveye 2 milyon fiyat biçmişti ama fincan, kaşık ve şeker de ekstraydı. Utanmasa kahveyi yaptığı suya da fazla para alacaktı. Bunu vermek istemeyenler de kahveyi çiğnemek zorunda kalacaklardı mutlaka. Üstüne üstlük kahve fincanının yıkanması işi de müşterinindi.
Bunun hayli haksızlıklar içeren bir sistem olduğu yolunda bir inanç oluştu gazetede. Ben Çavuşoğlu'nun odasına ne zaman gittiysem paramı bastırdım, kahvemi içtim. Benim odada bulunduğumu gören yan oda komşuları Rıza Zelyut ve Mustafa Dolu odaya damladılar ve büyük ihtimalle ben yayın yönetmeni olduğumdan, beni zengin zannettiklerinden kendilerine de kahve ısmarlamamı istediler. Oysa ki; ben zengin değildim.
Biz bütün sıkıntıları yaşarken Çavuşoğlu çok mutluydu. Odadan dışarı bakıp 'Ohh, çok mutluyum' filan diyordu arada bir. Ben neye baktığına baktım ve gördüğüm manzara gri bir gökyüzünün altında Auschwitz kampına benzeyen, üstünde duman tüten barakalardı. Bu manzaranın mutlu edebildiği bir kişinin ikram ettiği kahveye para alması da şaşırtıcı değildi.
Bütün bu haksızlığa sonunda Rıza Zelyut isyan etti ve 'artık sömürülmeyeceğim' diyerek kendisine bir kahve makinesi aldı. Böylece Rıza Zelyut, söylediği gibi büyük bir 'Türk büyüğü' olduğunu da ispatladı. 2 milyon harcamamak için 350 milyon harcamak gibi dahiyane sayılabilecek bir yöntem geliştirdi. Üstelik Çavuşoğlu'na 'nasıl da oyuna getirdik seni' der gibi çapkın bakışlar da attı. Ben o saate kadar faşist olduğunu zannettiğim Rıza Zelyut'un aslında halkçı bir sosyal demokrat olduğunu da öğrendim. Çünkü amacı ben de dahil halka bedava kahve dağıtmakmış ve Çavuşoğlu'nu 'pis bir burjuva, halk düşmanı' olarak ilan etti. Çavuşoğlu bu itham nedeniyle daha da mutlu oldu ve toplama kampına benzeyen manzaraya mutlu mutlu bakmayı sürdürdü. Ben ise bedava kahve içecek halk kavramı arasında sayılmamın utancıyla yaşamaya başladım. Bir başka hayal kırıklığım da Rıza'nın faşist olmamasıydı. Çünkü faşistlik onun tipine gerçekten yakışıyordu. İsteseydi bir 'faşist style' akımına poster modeli bile olabilirdi kendisi. Bu vesileyle faşistlerle solcu CHP arasında yakınlaşmanın nasıl olabildiğini daha net kavradım.
Şimdi ben iki tarafı da kırmamak için hiç durmadan kahve içip duruyorum. Sinirlerim tepeme çıkmış durumda. Birkaç kutu uyarıcı hap içmiş gibi hissediyorum kendimi devamlı olarak. Çavuşoğlu, çok sakin, para kazanıyor ve de halen mutlu. Yan odada ise Çavuşoğlu'nun 'kalemtıraşla kalem açsa kalemtraşı bozar' dediği Rıza'nın kahve makinesi durmadan bozulup duruyor ve tamiratın da kendisinin ettiği dualar sayesinde olduğunu söylüyor. Geçip gidiyor günler işte... Ben sonunda sinir hastası olursam, bana kimsenin 'neden, ne oldu' diye sormaması için yazdım bunları.
Serdar Turgut/Akşam
Her şey Güneş gazetesi yazarı Ahmet Çavuşoğlu'nun kendisine bir Türk kahvesi makinesi almasıyla başladı.
Birçok insan kahve içmek için odasına gidince Çavuşoğlu kapısının üzerine 'Veresiye verilmez' diye başlayan bir yazı yazdı ve kahve fiyat listesini astı. Bu oldukça tuhaf bir listeydi. Çünkü kahveye 2 milyon fiyat biçmişti ama fincan, kaşık ve şeker de ekstraydı. Utanmasa kahveyi yaptığı suya da fazla para alacaktı. Bunu vermek istemeyenler de kahveyi çiğnemek zorunda kalacaklardı mutlaka. Üstüne üstlük kahve fincanının yıkanması işi de müşterinindi.
Bunun hayli haksızlıklar içeren bir sistem olduğu yolunda bir inanç oluştu gazetede. Ben Çavuşoğlu'nun odasına ne zaman gittiysem paramı bastırdım, kahvemi içtim. Benim odada bulunduğumu gören yan oda komşuları Rıza Zelyut ve Mustafa Dolu odaya damladılar ve büyük ihtimalle ben yayın yönetmeni olduğumdan, beni zengin zannettiklerinden kendilerine de kahve ısmarlamamı istediler. Oysa ki; ben zengin değildim.
Biz bütün sıkıntıları yaşarken Çavuşoğlu çok mutluydu. Odadan dışarı bakıp 'Ohh, çok mutluyum' filan diyordu arada bir. Ben neye baktığına baktım ve gördüğüm manzara gri bir gökyüzünün altında Auschwitz kampına benzeyen, üstünde duman tüten barakalardı. Bu manzaranın mutlu edebildiği bir kişinin ikram ettiği kahveye para alması da şaşırtıcı değildi.
Bütün bu haksızlığa sonunda Rıza Zelyut isyan etti ve 'artık sömürülmeyeceğim' diyerek kendisine bir kahve makinesi aldı. Böylece Rıza Zelyut, söylediği gibi büyük bir 'Türk büyüğü' olduğunu da ispatladı. 2 milyon harcamamak için 350 milyon harcamak gibi dahiyane sayılabilecek bir yöntem geliştirdi. Üstelik Çavuşoğlu'na 'nasıl da oyuna getirdik seni' der gibi çapkın bakışlar da attı. Ben o saate kadar faşist olduğunu zannettiğim Rıza Zelyut'un aslında halkçı bir sosyal demokrat olduğunu da öğrendim. Çünkü amacı ben de dahil halka bedava kahve dağıtmakmış ve Çavuşoğlu'nu 'pis bir burjuva, halk düşmanı' olarak ilan etti. Çavuşoğlu bu itham nedeniyle daha da mutlu oldu ve toplama kampına benzeyen manzaraya mutlu mutlu bakmayı sürdürdü. Ben ise bedava kahve içecek halk kavramı arasında sayılmamın utancıyla yaşamaya başladım. Bir başka hayal kırıklığım da Rıza'nın faşist olmamasıydı. Çünkü faşistlik onun tipine gerçekten yakışıyordu. İsteseydi bir 'faşist style' akımına poster modeli bile olabilirdi kendisi. Bu vesileyle faşistlerle solcu CHP arasında yakınlaşmanın nasıl olabildiğini daha net kavradım.
Şimdi ben iki tarafı da kırmamak için hiç durmadan kahve içip duruyorum. Sinirlerim tepeme çıkmış durumda. Birkaç kutu uyarıcı hap içmiş gibi hissediyorum kendimi devamlı olarak. Çavuşoğlu, çok sakin, para kazanıyor ve de halen mutlu. Yan odada ise Çavuşoğlu'nun 'kalemtıraşla kalem açsa kalemtraşı bozar' dediği Rıza'nın kahve makinesi durmadan bozulup duruyor ve tamiratın da kendisinin ettiği dualar sayesinde olduğunu söylüyor. Geçip gidiyor günler işte... Ben sonunda sinir hastası olursam, bana kimsenin 'neden, ne oldu' diye sormaması için yazdım bunları.
Serdar Turgut/Akşam