AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı’ndan dikkat çeken açıklama! ’40 yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum…’

Yaşar Yakış, bugün gerçekleşecek kritik Erdoğan-Biden görüşmesine ve gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

AK Parti kurucu üyesi, milletvekili ve partinin Yaşar Yakış, Erdoğan-Biden görüşmesine ve gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. İşte Yakış’ın Cumhuriyet'ten İpek Özbey’e yaptığı o açıklamalar…

2001’de “derin devlet bağlantılı yolsuzlukların önüne geçme” vaadiyle iktidara gelmiş bir parti, kurucusunu hiç tereddüt etmeden ihraçla cezalandırırken bugün bir suç örgütü liderinin çok ağır iddialarıyla karşı karşıya ama AKP’de kimsenin gıkı dahi çıkmıyor. Çok ilginçtir ki yargı da sessizliğini korumakta. 20 yılda gelinen seviyeyi değerlendirir misiniz?

AK Parti’ye kurucu üye olarak davet edildiğim zaman o üç ilkenin, yani “Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklar”la mücadelenin gerçekleşeceğini umarak kabul ettim. Benim bakanlığım zamanında da bakanlığımdan sonra parlamenterlik döneminde de yine yolsuzluğa karşı mücadelede bir mesafe kaydedilmişti. Hatta Avrupa Birliği’ne katılım süreci de canlı tutulduğu için o tarihte 3 Y’nin ortadan kaldırılmasında mesafe alınmıştı. 2007-2008’lerden, hele 2011’den sonra bu süreç tamamen tersine döndü ve öyle zannediyorum ki İttihat ve Terakki zamanındaki yolsuzluklar ve hatta kanunsuzlukların çok daha ötesine geçen, her tarafa saçılmış olan bir yolsuzluk tablosuyla karşı karşıya kaldık. Bu beni çok üzüyor tabii. Bu duruma geleceğini bilemezdik ama öyle bir partiye o tarihte gönül vermiş olmak beni çok üzüyor tabii. İhraç edilmemiş olsaydım dahi 2011’den sonra böyle bir partinin içinde yer almayı arzu etmezdim.

AKP’yi bu noktaya ne getirdi?

Sosyal bilimlerde bir söz vardır, “Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” diye. Buna Türkçede daha kısa bir tabirle “güç zehirlenmesi” diyoruz. Ak Parti’nin maruz kaldığı şey de bu güç zehirlenmesi meselesi.

Erdoğan-Biden zirvesi bugün. The Washington Times, The New York Times gibi etkin gazeteler “Organize suç liderinin iddiaları Türk hükümetini sarsıyor” yorumuyla yayın yapıyor. Olan biten Erdoğan’ın Biden’a karşı elini zayıflatıyor mu?

Genç memurluğumuzdan bakanlığımıza kaç defa hazırlıklarını yaptık. 40 yıllık diplomasi tecrübem bana şunu söylüyor: Böyle bir durumda görüşeceğiniz insanın birçok eksiklikleri varsa pek tabii ki yapacağınız toplantı sırasında ondan tepe tepe yararlanmak istersiniz. Şimdi de öyle zannediyorum, içinde bulunduğu bu durum nedeniyle Türkiye’nin bu zayıflığından ABD’nin yararlanmaması mümkün değil; pek tabii isteyecektir. Belki bu iktidarın çökme arifesinde olduğunu da hesaba katarak “Dur bakalım, kendiliğinden çöksün, biz bir şey yapmayalım” diye de düşünebilirler. Ama Türkiye’yi zayıf olarak yakaladıklarını göz önünde bulundurarak müzakere yürüteceklerini tahmin ediyorum. Ben bu koşullar altında bir ülkeyle müzakereye başlamış olsaydım “Karşımdaki ülke bu nedenlerle zayıf ve meşru çerçevede kendi ülkem açısından neler elde edebilirim” düşüncesi zihnimin arkasında hazır dururdu. Eminim ki Amerikan delegasyonunun zihninin arkasında böyle bir düşünce vardır.

G7 zirvesinin kapanışında Biden “Yolsuzlukla mücadele konusunda anlaştık, yolsuzluk hükümetlere zarar veriyor. Paravan şirketler ve kara para aklama sorunlarına el atacağız” dedi. Türkiye bu cümleden ne anlamalı?

Hukuki bağlayıcılıktan ziyade Biden’ın uluslararası alanda başlatmak istediği bir hareketin işareti bu. Mesajın muhataplarından biri de elbette Türkiye ve ikili görüşme sırasında bundan rahatsızlık duyacaktır.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, daha masaya bile oturulmamışken “Türkiye ile aramızdaki ayrılıklar sır değil. Birçok açıdan bir NATO müttefikinin davranması gerektiği gibi davranmıyor” derken Milli Savunma Bakanı Akar, muadiliyle görüşmesinin olumlu geçtiğini anlatıyor. Bu farklı yaklaşımın diplomasi dilindeki anlamı ne?

Amerika’nın kurumsal yapısı, yapılan görüşmeleri onların nasıl değerlendirdiğini gösterdiği için çok önemli. Türkiye tarafı da ister istemez kendi açısından hangi alanlarda güçlüyse o güçlü alanları vurgular. Daha doğrusu eşit koşulların olduğu bir ortamda böyle zamanlarda bir görüşme olduğunda ortak bir metin ortaya çıkarılır. Bu ortak bir bildiri şeklinde de olabilir, her iki tarafın bağımsız olarak açıklayacağı ortak metin şeklinde de olabilir. Aynı saatlerde aynı metni açıklarlar. Bu, iki taraf arasında mutabakatın yüzde yüz olduğu anlamına gelir. Eğer taraflardan biri bir şey, öbürü başka bir şey söylüyorsa tam bir mutabakat yok demektir. Farklı açıklamaların arkasında yatan neden budur.

AKP iktidarının ABD ile en zor görüşmesi denebilir mi?

Daha da kötüye gitme ihtimali hâlâ var. Amerika NATO müttefikimiz. Benim NATO’da çalıştığım dönemlerde “Amerika NATO demektir” diye bir ifade vardı. Hâlâ da söyleniyor. Dolayısıyla Amerika NATO’ya çok önem veren bir ülkedir. Türkiye, Ortadoğu’da çok kritik bir jeo-stratejik bölgeyi işgal eden, ABD’den sonra en büyük orduya sahip olan bir ülke. Böyle bir ülkeyi bugünkü koşullarda, yani ABD Rusya’yla dalaşmışken, Çin’i tehlike olarak görürken Türkiye’yi sokak ortasında harcayacak şekilde davranması zordur. Ama Türkiye’nin belki şimdiki iktidarının sona ereceği ve sonra düze çıkacağı, ilişkilerin normale döneceği düşüncesini taşıdığı, böyle bir beklenti içinde olduğunu düşünüyorum. Biden ile Trump zamanında olduğu gibi canı istediği zaman telefon ederek görüşebileceği dönemi geride bıraktık. Biden, ancak 90 günden sonra telefon açtı ve o da olumsuz bir şey söylemek içindi. Bütün bunlar şunu düşündürtüyor: Biden’ın 40 yıldan daha fazla senatörlük tecrübesi var. Biden’ın kurumsal yapılara önem veren bir başkan olacağını düşünüyoruz.

Ortadoğu’da en uzun süre diplomatlık yapan sizsiniz değil mi; kaç yıl?

Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan’da toplam 12 yıl.

Şimdi nerdeyse hemen hepsiyle kavgalıyız; ABD’yle masaya otururken de elimizi zayıflatmış olmuyor mu bu?

Eskiden ABD, Ortadoğu’da bir şey yapacakken “Acaba Türkiye ne der” diye düşünürken şimdi öyle değil. Bakın son İsrail-Filistin çatışmasına… Türkiye çok yüksek düşüncelerini dile getirdi ama kimse Türkiye’nin ne söylediğine bakmadı. Görmezlikten gelindi. Ateşkesi sağlayan Mısır’ın diplomasisi oldu.

Türkiye - Amerika ilişkilerine de yansıması olacak mıdır?

Türkiye önemli bir NATO ülkesidir. Onunla ilişkilerin iki başkan arasındaki telefon görüşmesi ya da tweet’lerle değil, iki taraftaki yetkili kurumlarla kurumsal olarak ilerleyeceğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu görüşmeden şaşaalı sonuçlar çıkarmaktan ziyade, karşı tarafı incitmeden, kırıp dökmeden şimdiki ilişkileri şu ya da bu şekilde sürdürme amacı ön plana gelecektir.

“Dur bakalım, kendiliğinden çöksün, biz bir şey yapmayalım” diye de düşünebilirler dediniz ya, Avrupa Parlamentosu’nun raporundaki ifade aklıma geldi: “Türkiye, AKP değil” mesajı vermişlerdi...

Zaten demokrasilerin hâkim olduğu ülkelerde hiçbir ülke başka bir ülkeyle temaslarını yürütürken bu parti ilelebet iktidarda kalacaktır varsayımından hareket etmez. Türkiye’deyse bugünkü durum ilelebet payidar olmayacaktır hususu daha fazla ortaya çıktı. Sedat Peker’in açıklamalarıyla “lağım patlaması” diye ifade edilenler ortaya saçıldıktan sonra bu husus belki daha fazla ortaya çıkacaktır.

Siz rahip krizini, “ABD ile ilişkileri bilen birilerine doğru düzgün danışılmadı ya da diplomatların uyarıları ‘Siz monşerler ne bilirsiniz’ denilip geri plana itildi” diyerek eleştirmiştiniz. O süreçte krizin kaybedeni Türkiye’ydi. “Monşerler gitti, böyle oldu” diyebilir miyiz?

Türkiye’deki dışişleri mekanizmasının dünyada da bir itibarı vardı. Yeteri kadar yararlanılmadı. Bir orkestra düşünün, ömründe hiç keman çalmamış bir insanı başkemancı olarak konsere çıkarıyorsunuz. Durum budur.

Burada başkemancı kim?

Diploması camiasında kritik noktalara getirilen insanlardan bahsediyorum. Sadece yabancı dil bildiği için görevlere getirilen insanlar var. Yabancı dil bilen herkes diplomatlık yapabilir gibi bir yaklaşım var. Halbuki çok iyi yabancı dil bilmek diplomatlığın yeter şartı değil, önşartıdır. Yıllar içinde pişmiş olmanız, iyi ustaların yanında çıraklık yapmanız, fırtınalı denizlerde geminizi yürütmüş olmanız gerekir. Bu tür insanlar şu ya da bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın etrafından uzaklaştılar. Şu anda karşılaştığımız sorunlardan biri bu, hepsi değil.

Sessiz ve etkin bir diplomasi yürütülüyor, sorunlar gürültü patırtıyla çözülmüyordu. Sonra dış politika iç politika malzemesi olarak kullanıldı.

Bu, akşamdan sabaha olmadı. AK Parti ilk seçildiğinde partinin yetkili kurullarında -ki ben de görevliydim- konuları tartışma tarzımızı hatırlıyorum. Yargı ne der, askeriye ne der, kamuoyu ne der, kanaat önderleri ne der diyerek kendimize soruyor ve ihtiyatlı hareket ediyorduk. 2004’te belediye seçimlerinden ve sonrasında ikinci seçimden de daha güçlü çıkınca kendisine güven geldi ve üçüncü seçimde çığırından çıktı.

AKP seçmeni nezdinde bunun bir karşılığı oluyor mu?

Şimdiye kadar oldu, evet. Yapılmaması gereken bir şey yapıldı, dış politika konularını iç politika malzemesi olarak kullandı. İsrail ile hiçbir sorunumuz olmaması gerekirken Arap ülkelerinin dahi yapmadığı şekilde karşımıza aldık. Hamas adlı bir örgütün tek korucuyusu haline geldik. Bunu da diğer ülkelere meydan okuyarak yaptık. Türkiye’nin Arap-İsrail konusundaki dengeli tutumu 1947’lere kadar gider. Eşit mesafe bize manivela imkânı sağladı. Atatürk’ün 1934’te Dışişleri Müsteşarı Numan Menemencioğlu’na verdiği tavsiyeler var. Araplar arasındaki ihtilaflara katiyen taraf olmayın, onlar sizden tavsiye istemedikçe akıl vermeye kalkmayın demiştir.

Biden, Erdoğan’ın beş ay beklediği telefonu “24 Nisan”a denk getirdi. “Bugün ABD aleyhtarı iklim kaçınılmaz olarak sertleşir” görüşü hâkimdi, ama olaya beklenmedik şekilde sessiz kalındı.

Birincisi Türkiye’nin yapabileceği bir şey yoktu, ikincisi NATO zirvesinde iki başkan görüşecekti ve gereksiz yere ABD’yi olumsuzluğa itmek istenmedi.

ABD’yle ciddi meselelerimiz var. Halkbank davası, F-35/S-400 krizi... Biden en çok hangisinde bastırır?

Gündeminin en önemli maddesinin S-400’ler olacağı kanaatindeyim.

Türkiye S-400 alımını durdurabilir ya da hava savunma sistemleri İncirlik Üssü’ne konuşlandırılabilir mi? Karşımızda da Rusya var...

Amerikalı profesör, aynı zamanda yazar Henri Barkey bir makalesinde Katar’daki askeri üste konuşlandırsa diye yazdı. Amerikan yönetiminden işaret alarak mı yoksa kendiliğinden mi yazdı bilmiyoruz ama bir ihtimal olarak köşede durmalı. Orada bir başka husus, Rusya’nın ne diyeceği belli değil. “Katar’da konuşlandırmandan yana değilim, çünkü İran’ı tehdit eder” diyebilir. Putin’in de orada söyleyeceği sözü vardır ama ne söyleyeceği henüz belli değil. İncirlik’te de konuşlandırılabilir. Amerika’nın yakından izlemesi imkânı olur. Şu anda Türkiye’nin üzerinde ciddi bir baskı var. Belki bugünkü zirvede de belli olmayacak. Ortada bırakılıp bir süre daha olgunlaşmaya bırakılabilir.

Erdoğan yakın zamanda ABD şirket yöneticileriyle bir görüşme yaptı. Amerikan şirketlerine teşvik yoluyla taviz gündeme gelmiş midir?

Amerikalı şirket yöneticileri Türkiye’nin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakacaktır. Türkiye’de yargının şimdiki durumu karşısında bir Amerikalı şirket sahibinin, Türkiye’de istediğim gibi yatırım yapabilirim, diyeceğinden emin değilim. Ancak el altından çok büyük tavizler vermek suretiyle belki cezbedilebilir. Bunun doğru yolu önce hukuk, sonra ekonomiyi düzeltmektir. Yoksa Cumhurbaşkanı’nın telekonferansla verdiği sözlerle hareket edeceklerini zannetmiyorum.

İktidar Brüksel zirvesi öncesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı HDP’ye karşı harekete geçirdi. Biden, demokrasiyi önceleyen bir lider olarak konuyu masaya getirir mi?

Türkiye’nin başta Kuzey Suriye’deki Kürtler olmak üzere genel olarak Kürt politikası konusunda Amerika ile ayrıştığını biliyoruz. Bu konuyu Biden dile getirmese Türkiye’nin ortaya atabilir, “Bakın biz müttefikiz. Buna rağmen müttefik ülkenin ulusal çıkarlarına aykırı hareket ediyorsunuz” diyebilir.

Amerika geri adım atar mı?

Kürt konusu küresel politika izleyen bütün büyük devletler için ceplerinde hazır tutmak istedikleri çok önemli bir konudur. Çünkü Kürtler, dünyada “devleti olmayan en büyük halk” olarak tanınmaktadır. İran, Türkiye, Suriye, Irak; dört ülkeye yayılmışlar. Bu dört ülke de kendine göre ciddi hassasiyetleri olan, Türkiye hariç petrol kaynaklarının üzerine oturan ülkeler. Dolayısıyla Kürt davasını büyük devletler, bu dört devleti diledikleri zaman rahatsız edebilecekleri bir kart olarak cebinde bulundurmak isterler. Amerikalılar Kürt meselesindeki desteğini devam ettireceklerdir. Ruslar da Kürtleri destekliyor ama Amerikalıların Ruslardan farklı bir nedenleri daha var; İsrail’in güvenliği… Dolayısıyla Amerika’nın Kuzey Suriye’deki Kürtleri desteklemekten vazgeçmeleri söz konusu değildir. Yüzüne karşı farklı bir şey söyleseler dahi, Türkiye’nin “Bunun arkasında bir şey var” diye tereddüt etmesi gereken bir konudur. Belki Amerika’nın bazı şeyleri yapmaktan vazgeçmek suretiyle Türkiye’ye bir adım atması söz konusu olabilir, kazanç budur.

Yapar mı?

Mesela komutan mevkilerinde tamamen Kürtlerin bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri gibi yapıları biraz yumuşatmak suretiyle Türkmenlerin ve Arapların da etkin olduğu bir hale getirirler mi, bu kazanç olabilir.

Demokrat Senatör Bob Menendez, geçenlerde bir oturumda “Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin bir dizi provokatif eylemi var” diye konuştu. Beyaz Saray’ın ne yapmayı planladığını sorarken gözdağı mı veriyordu?

Menendez, buna benzer şeyleri geçmişte de söyledi. Samimi olarak Beyaz Saray’ın nereye kadar gidebileceğini sorgulama şeklinde düşünmek lazım ve gerek Senato’da gerek Temsilciler Meclisi’nde Demokratların da Cumhuriyetçilerin de ittifak ettiği Türkiye aleyhtarı tutumlar var. Amerika’da yasamanın yürütmeyi denetlemesi lafı güzaftan ibaret değildir. Amerika’da bu iyi işletiliyor ve Türkiye’ye karşı olan birçok insan bunu sıklıkla dile getiriyor.