Akif Beki'den bomba Can Dündar yazısı: Kaçacak adam kendi ayaklarıyla adliyeye gelir mi?
Hürriyet yazarı Akif Beki, Can Dündar ve Erdem Gül'ün casuslukla suçlanıp tutuklanmasına tepki gösterdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde danışmanlığını yapan Hürriyet yazarı Akif Beki, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklu yargılanmasının kabul edilemeyeceğini söylerken, “Savcının çağrısı üzerine kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelmiş gazetecinin tutuklu yargılanması savunulamaz” dedi.
Beki'nin Hürriyet'te “Casuslukla gazeteciliğin ilgisi" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
CAN Dündar'la Erdem Gül'ün tutuklanması, 'Hani tutuksuz yargılama esastı' diye çıkışılacak sınırları çok aştı.
Savcının çağrısı üzerine kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelmiş, izi adresi belli 2 gazetecinin tutuklu yargılanması zaten savunulamaz.
Kaçabilirlerdi derseniz... Kaçacak adam üstelik kaçma fırsatı tanınmışken, üstelik tutuklanma ihtimalini de hiç azımsamadığı halde kendi ayaklarıyla adliyeye gelir mi?
Delil karartabilirlerdi derseniz... Aleyhlerine kullanılacak delil, gazete haberlerinden oluşuyor. O haberler yayınlanalı aylar olmuş. MİT TIR’ları sansasyonu 6 ay önce Cumhuriyet’te çıkmış, karartması mı kaldı?
Nesini savunacaksınız böyle tutuklu yargılamanın...
* * *
‘Hani tutuklu yargılama istisnai bir tedbirdi, hangi şartları oluştu da hâkim bu tedbire mecbur kaldı, zorunlu olarak başvurdu’ sorusunu sormak bile bu noktadan sonra abesle iştigaldir.
Fakat ya diğer sorular... Onları sormak çok mu makul?
Devletin fıtratında sır tutmak varsa... Gazetecinin fıtratında da gizli olanı açık etmek vardır; jurnallemek, ihbar etmek vardır. Ama muhbirle, ispiyoncuyla, köstebekle aynı kefeye konulabilir mi?
Bir gazeteci ‘devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığı’ gerekçesiyle hadi soruşturma geçirdi, hadi yargı eliyle baskı yedi, hadi kanunla üstüne gidildi... Fakat casuslukla suçlanmak da nedir? Casusluk bunun neresindedir diye tartışmak dahi absürd kalmaz mı?
* * *
‘İyi de o yayının amacı gerçeği ortaya çıkarmak değildi’ derseniz...
Hak veririm size. Amacı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gammazlamaktı, IŞİD gibi bir terör örgütüne yardım ve yataklıktan yargılatmaktı.
Bunu da saklamıyordu zaten...
Üzerinde teslim adresi yazmayan bir kargo için IŞİD’i adres gösteriyordu.
Oysa Can Dündar bile savunmasında MİT TIR’larındaki mühimmat yükünün nereye gittiğini bilmediğini söyleyecekti...
Okuru manipüle ettiği, bir kanıta dayandırmadan IŞİD’e yönlendirdiği ve yanılttığı için hesaba çeker... Ahlaken de hukuken de o gazetecilikteki ekstra çabayı yargılarsınız, suistimali sorgularsınız.
Ancak savcı, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını yalan haberden, çarpıtmadan, basın özgürlüğünün kötüye kullanımından istemiyor ki...
Devlet sırrını ifşa ya da soruşturmanın gizliliğini ihlal veya dosya üzerindeki yayın yasağını takmamak suçlamasıyla da yetinmiyor.
* * *
Ayrıca MİT TIR’larının yükünü ilk kez o haberle Can Dündar ifşa etmedi. Şayiası almış yürümüş, doğrusuyla yanlışıyla görseli bile kısmen basılmış, yayılmıştı. Alenileşmiş bir sırdı.
Türkiye’nin meşru Suriye muhalefetine askeri desteği derseniz, gizli faaliyet değil, bütün dünya biliyordu.
Kırşehir’de, Bahtiyar Aydın Kışlası’nda ABD ordusu ile birlikte eğitip donattığımızı görmeyen, duymayan mı kaldı? Amerikan Kongresi’nin açık onayından geçmiş bir faaliyet, istihbarat sırrı gibi saklanabilir mi?
Cumhuriyet’in haberi, karartılmış bir gerçeğin üzerindeki gizem örtüsünü de kaldırmıyordu velhasıl.
Böyleyken... Casusluk ve silahlı terör örgütüne bilerek yardım etmekle suçlarsanız, o habere hak etmediği bir önem ve anlam atfetmiş olmaz mısınız? Davanın kendi iç mantığı açısından da yersiz ve tutarsız durmuyor mu?
* * *
İşlemişse o haberin kaynağı casusluk suçunu işlemiştir. Hafiyelik varsa, o TIR’ları durduranlarda vardır. Devlet sırrını temin etmekse, devletin mahremine ait görüntüleri sızdıranlar temin etmiştir...
Bu kategoride en fazla, kaynağına ulaşmak için sıkıştırırsınız gazeteciyi.
Fakat, örneğimizde gazeteci, haberi kendisine servis eden köstebek şebekesini ele vermeye zorlanmıyor.
Aksine, bizzat gazeteci casusluk suçlamasına muhatap. Bizzat gazeteciye ‘haberi sızdıran köstebek’le aynı cinsten ceza kesilmek isteniyor. Bizzat gazeteci ‘silahlı terör örgütü’ denilen bir hafiye teşkilatına yardımdan yargılanıyor.
Enselenen, gazetecinin ta kendisi olmuş oluyor.
* * *
Benim gözümde Can Dündar’ın MİT TIR’ları haberi haksızdı ve motivasyonu, salt gazetecilik çabasıyla izah edilemezdi.
Ancak gazetecilikle casusluk arasındaki farkı ayırt etmezseniz... Gazeteciliğin yanlış uygulamalarını, kafadan gazetecilik dışı suç faaliyeti sayarsanız... Haksızı haklı duruma getirirsiniz.
Sonuçta gazetecilikle birlikte adaleti de sakatlarsınız benim gözümde.
Beki'nin Hürriyet'te “Casuslukla gazeteciliğin ilgisi" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
CAN Dündar'la Erdem Gül'ün tutuklanması, 'Hani tutuksuz yargılama esastı' diye çıkışılacak sınırları çok aştı.
Savcının çağrısı üzerine kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelmiş, izi adresi belli 2 gazetecinin tutuklu yargılanması zaten savunulamaz.
Kaçabilirlerdi derseniz... Kaçacak adam üstelik kaçma fırsatı tanınmışken, üstelik tutuklanma ihtimalini de hiç azımsamadığı halde kendi ayaklarıyla adliyeye gelir mi?
Delil karartabilirlerdi derseniz... Aleyhlerine kullanılacak delil, gazete haberlerinden oluşuyor. O haberler yayınlanalı aylar olmuş. MİT TIR’ları sansasyonu 6 ay önce Cumhuriyet’te çıkmış, karartması mı kaldı?
Nesini savunacaksınız böyle tutuklu yargılamanın...
* * *
‘Hani tutuklu yargılama istisnai bir tedbirdi, hangi şartları oluştu da hâkim bu tedbire mecbur kaldı, zorunlu olarak başvurdu’ sorusunu sormak bile bu noktadan sonra abesle iştigaldir.
Fakat ya diğer sorular... Onları sormak çok mu makul?
Devletin fıtratında sır tutmak varsa... Gazetecinin fıtratında da gizli olanı açık etmek vardır; jurnallemek, ihbar etmek vardır. Ama muhbirle, ispiyoncuyla, köstebekle aynı kefeye konulabilir mi?
Bir gazeteci ‘devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığı’ gerekçesiyle hadi soruşturma geçirdi, hadi yargı eliyle baskı yedi, hadi kanunla üstüne gidildi... Fakat casuslukla suçlanmak da nedir? Casusluk bunun neresindedir diye tartışmak dahi absürd kalmaz mı?
* * *
‘İyi de o yayının amacı gerçeği ortaya çıkarmak değildi’ derseniz...
Hak veririm size. Amacı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gammazlamaktı, IŞİD gibi bir terör örgütüne yardım ve yataklıktan yargılatmaktı.
Bunu da saklamıyordu zaten...
Üzerinde teslim adresi yazmayan bir kargo için IŞİD’i adres gösteriyordu.
Oysa Can Dündar bile savunmasında MİT TIR’larındaki mühimmat yükünün nereye gittiğini bilmediğini söyleyecekti...
Okuru manipüle ettiği, bir kanıta dayandırmadan IŞİD’e yönlendirdiği ve yanılttığı için hesaba çeker... Ahlaken de hukuken de o gazetecilikteki ekstra çabayı yargılarsınız, suistimali sorgularsınız.
Ancak savcı, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını yalan haberden, çarpıtmadan, basın özgürlüğünün kötüye kullanımından istemiyor ki...
Devlet sırrını ifşa ya da soruşturmanın gizliliğini ihlal veya dosya üzerindeki yayın yasağını takmamak suçlamasıyla da yetinmiyor.
* * *
Ayrıca MİT TIR’larının yükünü ilk kez o haberle Can Dündar ifşa etmedi. Şayiası almış yürümüş, doğrusuyla yanlışıyla görseli bile kısmen basılmış, yayılmıştı. Alenileşmiş bir sırdı.
Türkiye’nin meşru Suriye muhalefetine askeri desteği derseniz, gizli faaliyet değil, bütün dünya biliyordu.
Kırşehir’de, Bahtiyar Aydın Kışlası’nda ABD ordusu ile birlikte eğitip donattığımızı görmeyen, duymayan mı kaldı? Amerikan Kongresi’nin açık onayından geçmiş bir faaliyet, istihbarat sırrı gibi saklanabilir mi?
Cumhuriyet’in haberi, karartılmış bir gerçeğin üzerindeki gizem örtüsünü de kaldırmıyordu velhasıl.
Böyleyken... Casusluk ve silahlı terör örgütüne bilerek yardım etmekle suçlarsanız, o habere hak etmediği bir önem ve anlam atfetmiş olmaz mısınız? Davanın kendi iç mantığı açısından da yersiz ve tutarsız durmuyor mu?
* * *
İşlemişse o haberin kaynağı casusluk suçunu işlemiştir. Hafiyelik varsa, o TIR’ları durduranlarda vardır. Devlet sırrını temin etmekse, devletin mahremine ait görüntüleri sızdıranlar temin etmiştir...
Bu kategoride en fazla, kaynağına ulaşmak için sıkıştırırsınız gazeteciyi.
Fakat, örneğimizde gazeteci, haberi kendisine servis eden köstebek şebekesini ele vermeye zorlanmıyor.
Aksine, bizzat gazeteci casusluk suçlamasına muhatap. Bizzat gazeteciye ‘haberi sızdıran köstebek’le aynı cinsten ceza kesilmek isteniyor. Bizzat gazeteci ‘silahlı terör örgütü’ denilen bir hafiye teşkilatına yardımdan yargılanıyor.
Enselenen, gazetecinin ta kendisi olmuş oluyor.
* * *
Benim gözümde Can Dündar’ın MİT TIR’ları haberi haksızdı ve motivasyonu, salt gazetecilik çabasıyla izah edilemezdi.
Ancak gazetecilikle casusluk arasındaki farkı ayırt etmezseniz... Gazeteciliğin yanlış uygulamalarını, kafadan gazetecilik dışı suç faaliyeti sayarsanız... Haksızı haklı duruma getirirsiniz.
Sonuçta gazetecilikle birlikte adaleti de sakatlarsınız benim gözümde.