Akif Beki Karar'daki ilk yazısında Hürriyet'i hedef aldı! "İtiraza ihanet çok sesliliğe de fitne deniyorsa..."
2013 yılından bu yana yazarlığını sürdürdüğü Hürriyet ile yolları geçtiğimiz günlerde ayrılan Akif Beki'nin, transfer olduğu Karar'daki ilk yazısı bugün yayımlandı.
"Bugün buradaysam biraz da zorunlu bir seçim, mecburi istikamet de diyebilirsiniz” diyen Akif Beki, sözlerinin devamında “Çok uzak görüşlü olmam, güçlü sezgiler taşımam filan gerekmedi bu noktaya sürüklenişi görmem için. Kötü kehanetlerin kendi kendini nasıl gerçekleştirdiğinin tekrarlanıp duran örnekleriyle doludur tarih” ifadesini kullandı.
Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına 3 Ağustos'ta son verilmişti.
Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü.
Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu.
Akif Beki’nin “Karar’a nasıl geldim?” başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
Bizim mesleğin erbabına yapılacak en ahlaksız teklif, vicdana sadakatsizlik istemektir. Doğru bildiklerine ihanet etmesini beklemektir. Yani gerçeği başkalaştırmasını, gördüğünden farklı bir şeymiş gibi göstermesini talep etmektir. O da kalemini satması demektir.
Gerçeğe gözlerini kapamasını, kulaklarını tıkamasını, resmi görüşlere uymayan fikirlerini kendine saklamasını istemek bile bunun yanında hafif kalır.
Görmezden, duymazdan gelmek hiç değilse pasif aldatmaya girer. Uyuyanları uyandırmaz ama uyanık bilinçleri aldatmacayla, kandırmacayla uyutmaktan bir derece daha masumdur.
Oysa hakikatin başkalaştırılmasına aktif katkı, meslek ahlakına, fikir namusuna taammüden ihanet...
Şahıslar alınmasın sözüm atmosfere
Bu ahlaksız teklifin illa bir pazarlık masasında, karşınıza oturan birileri tarafından harfi harfine söze dökülerek yapılması gerekmez.
Vicdana sadakatsizliği reddetmek hıyanet sayılıyorsa, o baskı altında her söz sahibi zaten zorunlu olarak bu teklife muhataptır.
Hatta en ufak bir eleştiri kriminalize ediliyorsa... Özgür bir tartışma ortamını savunmak hainleştirilme gerekçesi oluyorsa... İtiraza ihanet, çok sesliliğe de fitne deniyorsa ortada başka bir teklif zaten yoktur. Kabule zorlandığınız tek seçenek, bu tekliftir.
Ve mecbur tutulduğunuz bu dayatmayı reddetmek, artık mimlenmekle, damgalanmakla başlayan otomatik bedeller üretiyordur. Şucusunuzdur, bucusunuzdur, ya o aklın veya bu aklın uşağısınızdır...
Sonuçta çatlak ya da aykırı ses çıkarıyorsanız, muhakkak düşmanla bir şer ittifakınız, bir dış bağlantınız, bir şeytani planınız vardır.
Düşünce özgürlüğü böyle böyle el konulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez tabii bir hak, meşru bir ferdi eylem olmaktan çıktı, adeta örgütlü suça girdi.
Bütün suç vasatta
Kendi fikrinize sahip olmanızı kağıt üstünde yasaklamayan ama doğal ve bireysel olmasını fiilen imkansızlaştıran bu durumun kendisidir işte ahlaksız teklifin sahibi.
Kısacası, bugün buradaysam biraz da zorunlu bir seçim, mecburi istikamet de diyebilirsiniz.
Esasen Karar gazetesinin bizatihi kendisi de benzer bir mecburi seçimin mahsulü. Aşırı özgürlükten şımarmanın eseri değil.
Keyfe keder kurulmadı, can sıkıntısından doğmadı, rahat batmasından vücuda gelmedi.
Serbest fikre, hür vicdana hayat hakkı tanımayan bir konjonktürdür Karar’ı var eden.
Bu gazeteyi kuran kadroyla fikri dayanışma geçmişim, neresinden baksanız çeyrek yüzyıl öncesine dayanır.
Arkadaşlara hep takılırdım, Karar’da bana da bir yer ayırın diye.
Ama içime doğdu, malum oldu, şakaydı gerçek oldu gibi de değil.
Kendi kendini gerçekleştiren bir kehanetin adım adım ilerleyişinden belliydi.
Bir günde gelmedim buraya
Çok uzak görüşlü olmam, güçlü sezgiler taşımam filan gerekmedi bu noktaya sürüklenişi görmem için.
Kötü kehanetlerin kendi kendini nasıl gerçekleştirdiğinin tekrarlanıp duran örnekleriyle doludur tarih.
İstenmeyen sondan kaçınmak için yapılan her zorlama, o sona daha hızlı yaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Burası, 28 Şubatları aşıp gelen bir kadronun meslekteki son durağı.
Serbest düşüncenin sığınağı bizim için. Hür fikrin, hür vicdanın kalesi.
Şikâyetim var mı peki?
Ne derler bilirsiniz, hamala semeri yük olmaz.
Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığı görevini de yürüten Akif Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan yazılarına 3 Ağustos'ta son verilmişti.
Söz konusu ayrılığın Beki'nin "AKP için kaleme aldığı eleştirel yazılar" nedeniyle gerçekleştiği öne sürülmüştü.
Beki'nin Hürriyet'te yayımlanan son yazısında kullandığı "İyi, kötü anılarımız var, bir çift söz de komşum Özkök’e: Gidiyorum ama çok da rahatlama, hemen koyverme, gözüm üstünde" ifadesi, kimi köşe yazarları için tartışma konusu olmuştu.
Akif Beki’nin “Karar’a nasıl geldim?” başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
Bizim mesleğin erbabına yapılacak en ahlaksız teklif, vicdana sadakatsizlik istemektir. Doğru bildiklerine ihanet etmesini beklemektir. Yani gerçeği başkalaştırmasını, gördüğünden farklı bir şeymiş gibi göstermesini talep etmektir. O da kalemini satması demektir.
Gerçeğe gözlerini kapamasını, kulaklarını tıkamasını, resmi görüşlere uymayan fikirlerini kendine saklamasını istemek bile bunun yanında hafif kalır.
Görmezden, duymazdan gelmek hiç değilse pasif aldatmaya girer. Uyuyanları uyandırmaz ama uyanık bilinçleri aldatmacayla, kandırmacayla uyutmaktan bir derece daha masumdur.
Oysa hakikatin başkalaştırılmasına aktif katkı, meslek ahlakına, fikir namusuna taammüden ihanet...
Şahıslar alınmasın sözüm atmosfere
Bu ahlaksız teklifin illa bir pazarlık masasında, karşınıza oturan birileri tarafından harfi harfine söze dökülerek yapılması gerekmez.
Vicdana sadakatsizliği reddetmek hıyanet sayılıyorsa, o baskı altında her söz sahibi zaten zorunlu olarak bu teklife muhataptır.
Hatta en ufak bir eleştiri kriminalize ediliyorsa... Özgür bir tartışma ortamını savunmak hainleştirilme gerekçesi oluyorsa... İtiraza ihanet, çok sesliliğe de fitne deniyorsa ortada başka bir teklif zaten yoktur. Kabule zorlandığınız tek seçenek, bu tekliftir.
Ve mecbur tutulduğunuz bu dayatmayı reddetmek, artık mimlenmekle, damgalanmakla başlayan otomatik bedeller üretiyordur. Şucusunuzdur, bucusunuzdur, ya o aklın veya bu aklın uşağısınızdır...
Sonuçta çatlak ya da aykırı ses çıkarıyorsanız, muhakkak düşmanla bir şer ittifakınız, bir dış bağlantınız, bir şeytani planınız vardır.
Düşünce özgürlüğü böyle böyle el konulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez tabii bir hak, meşru bir ferdi eylem olmaktan çıktı, adeta örgütlü suça girdi.
Bütün suç vasatta
Kendi fikrinize sahip olmanızı kağıt üstünde yasaklamayan ama doğal ve bireysel olmasını fiilen imkansızlaştıran bu durumun kendisidir işte ahlaksız teklifin sahibi.
Kısacası, bugün buradaysam biraz da zorunlu bir seçim, mecburi istikamet de diyebilirsiniz.
Esasen Karar gazetesinin bizatihi kendisi de benzer bir mecburi seçimin mahsulü. Aşırı özgürlükten şımarmanın eseri değil.
Keyfe keder kurulmadı, can sıkıntısından doğmadı, rahat batmasından vücuda gelmedi.
Serbest fikre, hür vicdana hayat hakkı tanımayan bir konjonktürdür Karar’ı var eden.
Bu gazeteyi kuran kadroyla fikri dayanışma geçmişim, neresinden baksanız çeyrek yüzyıl öncesine dayanır.
Arkadaşlara hep takılırdım, Karar’da bana da bir yer ayırın diye.
Ama içime doğdu, malum oldu, şakaydı gerçek oldu gibi de değil.
Kendi kendini gerçekleştiren bir kehanetin adım adım ilerleyişinden belliydi.
Bir günde gelmedim buraya
Çok uzak görüşlü olmam, güçlü sezgiler taşımam filan gerekmedi bu noktaya sürüklenişi görmem için.
Kötü kehanetlerin kendi kendini nasıl gerçekleştirdiğinin tekrarlanıp duran örnekleriyle doludur tarih.
İstenmeyen sondan kaçınmak için yapılan her zorlama, o sona daha hızlı yaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Burası, 28 Şubatları aşıp gelen bir kadronun meslekteki son durağı.
Serbest düşüncenin sığınağı bizim için. Hür fikrin, hür vicdanın kalesi.
Şikâyetim var mı peki?
Ne derler bilirsiniz, hamala semeri yük olmaz.