Ahmet Taşgetiren'den cemaate zor soru: Yarın kimin üzeri çizilecek?
Hüseyin Gülerce'nin üstünü çizen Cemaate Taşgetiren'den zor soru: "Bu silicilik, yarın kimin üstüne çizgi çekebilecek samimiyetsizlik uru barındırıyor içinde?"
Bir dönem Hizmet Hareketi içinde Gülen'in sözcüsü gibi görülen ve değerlendirilen Hüseyin Gülerce'nin Cemaat ile ayrışması sonrasında üstünün çizilmesini değerlendiren Ahmet Taşgetiren, Star gazetesindeki köşesinde, bir dönem beraber mücadele ettikleri Gülerce'nin Cemaat öncesindeki fikri gelişimini okurlarına anımsattı.
Yeniden Milli Mücadele ve Bayrak gibi yayın organlarında Mücadeleciler diye anılan grubun önemli isimlerinden biri olan Gülerce'nin yolunun cemaatle kesişmesine rağmen olaylara onlardan farklı baktığını anlatan Taşgetiren şöyle yazdı:
“siyasi şuur” konusunda belirli bir zihni performansa ulaşan insanların, olan biteni değerlendirirken, sadece bir kapalı yapı bakışına hapsolması söz konusu olmaz. (...)
Hüseyin Gülerce’nin Türkiye’yi, dünyayı okuyan bir insan olarak, Camia’nın bir süredir sergilediği tavrın nereye oturduğunu görmemesi mümkün olmazdı.
Olan biteni gördü ve “yanlış yapılıyor” dedi. “Hizmet bu olamaz” dedi. Ben Hüseyin Gülerce’nin bu çıkışı, hem Türkiye’nin selameti için hem bizatihi Camia’nın selameti için ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hüseyin’in çıkışı “hasbi”dir, Camia da hasbi olsaydı, onu anlar, onun sağduyu çağrısına sağlıklı cevap verirdi."
Taşgetiren yazısının sonunda Cemaat'e zor bir de soru sordu:
"başkalaşanlar kendi yüreklerine baksınlar asıl. Ve diyorum: Bu silicilik, yarın kimin üstüne çizgi çekebilecek samimiyetsizlik uru barındırıyor içinde?"
İşte Taşgetiren'in yazısından çarpıcı bölümler:
HEPİMİZİN ABİSİ İDİ...
Hüseyin Gülerce’den bahsediyorum.Camia içinde gerçekten “Abi” idi. Belki klasik “Abi”lerden değil, ama “Hizmet”e hizmetlerinden dolayı “Abi saygısı” görenlerdendi.
Gazeteci idi. Yazardı. Mücadele insanıydı. Gençliğinden beri, “Dava”nın içinde yer almıştı.
Mücadele Birliği’nden koptuktan sonra, diğer kopanlar gibi, arayışlar içinde, “Hizmet camiası”nı bulmuştu. Başka birçok “Eski Mücadeleci” de gönüllerine yatkın başka hizmet grupları içinde faaliyet göstermekteydi.
Mücadele Birliği’nin geçmişte ulaşabildiği insan kitlesi, belirli bir “kalite arayışı”nın sonucu idi. Mesela “Çapalılar” vardı. Çapa, öğretmen okullarında üstün başarı gösteren öğrencilerin son sınıflarını okuduğu, ardından üniversiteye devam ederken mesleki formasyon aldığı bir “Yüksek Öğretmen Okulu” idi. Çok zeki, çok başarılı öğrencilerdi. Yatılı okumaktaydılar. Hemen pek çoğu, kredilerini tamamlamak suretiyle dört yıllık fakültelerini 2.5 yılda bitirebiliyorlardı. Hüseyin Gülerce de fizik okuyordu ve fakülteyi 2.5 yılda bitirenlerdendi. Ama “Mücadeleciler” İstanbul’da kalıp hizmete devam edebilmek için bir ders bırakıyor, mezun olmuyorlardı. Ailelerinin bütün beklentilerine rağmen yaptıkları bir şeydi bu.
MÜCADELECİ OLMAK AİLEYİ AŞMAK DEMEKTİ
Hüseyin Gülerce, Keşanlı’ydı. Keşan’da bir genç olacaksınız ve bir gün islami hizmeti en öncelikli bir hayat gayesi haline getireceksiniz. Buna önce aileniz isyan ederdi ama “Mücadeleci olmak” Türkiye’de bütün gençlik hareketlerinde olduğu gibi “Aileyi aşmak” demekti. Hüseyin de onlar arasında oldu. Yeniden Milli Mücadele’de, Bayrak’ta birlikte olduk Hüseyin’le.
Bunları Hüseyin Gülerce’nin nasıl bir kalite arayışı içinde böyle bir dava içine girdiğini anlatmak için yazıyorum.
Okul başarısı güçlü olduğu gibi Hüseyin, belki de kendisi için yeni bir alan olan fikri - siyasi analiz alanında da, yazarlıkta da belirli bir performans ortaya koydu.
Ama bir gün geldi ayrıldık Mücadele Birliği’nden. Bize göre misyon kaybı yaşanmıştı. Benim yolum basın alanında devam etti: Tercüman, Altınoluk, Zaman, Yeni Şafak, Bugün, Aksiyon, Star vs. diye devam etti.
EN BÜYÜK ŞEREF GÜLEN İLE TANIŞMAKTIR
Hüseyin eğitim hayatına atıldı, başarılı dersaneler kurdu. Bu arada da “Hizmet hareketi” ile yolları kesişti. Kendi ifadesi: “25 yıllık hayatımın en büyük şerefi Fethullah Gülen ile tanışmaktır” dedi.
Nerede ise “Camianın sözcüsü” gibi görülecek kadar iç içe geçti. Yüzlerce, belki binlerce konferans verdi Camia bünyesinde. Yüzbinlerce insana seslendi. Zaman’ın genel yayın yönetmenliğini yaptı. Samanyolu’nda programlar icra etti.
Çocuklarını Hizmet etrafında büyüttü.
Abi, abi, abi... Hep “Abi” idi.
GÜLERCE'NİN KAPALI YAPI BAKIŞINA HAPSOLMASI SÖZ KONUSU OLAMAZ
Ama Hüseyin Gülerce gibi başka tecrübeleri de yaşayan insanlar, hele geçmişte, Yeniden Milli Mücadele gibi, Bayrak gibi dergi ve gazetelerde çalışıp, “siyasi şuur” konusunda belirli bir zihni performansa ulaşan insanların, olan biteni değerlendirirken, sadece bir kapalı yapı bakışına hapsolması söz konusu olmaz.
Diyelim bir yanda Türkiye’deki siyasi mücadele, diğer yanda hizmet grupları.
Türkiye’deki siyasi mücadele seyrini takip eden insanların, 28 Şubat süreçlerinden sonra Ak Parti gibi bir hareketin oluşması, iktidara gelmesi, üç dönem halkın desteğini artırarak iktidarını sürdürmesi ve bu dönemde gerçekleşen dönüşümlerin değerini görmemesi mümkün değildir.
Bu kazanımların kaybı ile sonuçlanacak bir durum, kabul edilmez Hüseyin Gülerce gibi bir insan için. İçe sindirilmez. Hüseyin Gülerce’nin Türkiye’yi, dünyayı okuyan bir insan olarak, Camia’nın bir süredir sergilediği tavrın nereye oturduğunu görmemesi mümkün olmazdı.
GÜLERCE'NİN ÇIKIŞI HASBİDİR
Olan biteni gördü ve “yanlış yapılıyor” dedi. “Hizmet bu olamaz” dedi. Ben Hüseyin Gülerce’nin bu çıkışı, hem Türkiye’nin selameti için hem bizatihi Camia’nın selameti için ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hüseyin’in çıkışı “hasbi”dir, Camia da hasbi olsaydı, onu anlar, onun sağduyu çağrısına sağlıklı cevap verirdi.
Camia’nın hesabı ile Hüseyin’in hasbiliği uyuşmadı.
Koptu Hüseyin. Koptu ve bütün Abiliğin üstü çizildi.
Ben bu tür oluşumlarda en çok bu üst çizme işine bozulurum. Dün “Abi” diye el sıkma yarışına girenlerin, birdenbire “silici” hale gelmesi, dünkü el sıkmaların içindeki samimiyeti de çürütüyor çünkü.
Adım gibi eminim ki Hüseyin Gülerce aynı samimiyet çizgisinde sabit kadem duruyor, başkalaşanlar kendi yüreklerine baksınlar asıl. Ve diyorum: Bu silicilik, yarın kimin üstüne çizgi çekebilecek samimiyetsizlik uru barındırıyor içinde?
Yeniden Milli Mücadele ve Bayrak gibi yayın organlarında Mücadeleciler diye anılan grubun önemli isimlerinden biri olan Gülerce'nin yolunun cemaatle kesişmesine rağmen olaylara onlardan farklı baktığını anlatan Taşgetiren şöyle yazdı:
“siyasi şuur” konusunda belirli bir zihni performansa ulaşan insanların, olan biteni değerlendirirken, sadece bir kapalı yapı bakışına hapsolması söz konusu olmaz. (...)
Hüseyin Gülerce’nin Türkiye’yi, dünyayı okuyan bir insan olarak, Camia’nın bir süredir sergilediği tavrın nereye oturduğunu görmemesi mümkün olmazdı.
Olan biteni gördü ve “yanlış yapılıyor” dedi. “Hizmet bu olamaz” dedi. Ben Hüseyin Gülerce’nin bu çıkışı, hem Türkiye’nin selameti için hem bizatihi Camia’nın selameti için ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hüseyin’in çıkışı “hasbi”dir, Camia da hasbi olsaydı, onu anlar, onun sağduyu çağrısına sağlıklı cevap verirdi."
Taşgetiren yazısının sonunda Cemaat'e zor bir de soru sordu:
"başkalaşanlar kendi yüreklerine baksınlar asıl. Ve diyorum: Bu silicilik, yarın kimin üstüne çizgi çekebilecek samimiyetsizlik uru barındırıyor içinde?"
İşte Taşgetiren'in yazısından çarpıcı bölümler:
HEPİMİZİN ABİSİ İDİ...
Hüseyin Gülerce’den bahsediyorum.Camia içinde gerçekten “Abi” idi. Belki klasik “Abi”lerden değil, ama “Hizmet”e hizmetlerinden dolayı “Abi saygısı” görenlerdendi.
Gazeteci idi. Yazardı. Mücadele insanıydı. Gençliğinden beri, “Dava”nın içinde yer almıştı.
Mücadele Birliği’nden koptuktan sonra, diğer kopanlar gibi, arayışlar içinde, “Hizmet camiası”nı bulmuştu. Başka birçok “Eski Mücadeleci” de gönüllerine yatkın başka hizmet grupları içinde faaliyet göstermekteydi.
Mücadele Birliği’nin geçmişte ulaşabildiği insan kitlesi, belirli bir “kalite arayışı”nın sonucu idi. Mesela “Çapalılar” vardı. Çapa, öğretmen okullarında üstün başarı gösteren öğrencilerin son sınıflarını okuduğu, ardından üniversiteye devam ederken mesleki formasyon aldığı bir “Yüksek Öğretmen Okulu” idi. Çok zeki, çok başarılı öğrencilerdi. Yatılı okumaktaydılar. Hemen pek çoğu, kredilerini tamamlamak suretiyle dört yıllık fakültelerini 2.5 yılda bitirebiliyorlardı. Hüseyin Gülerce de fizik okuyordu ve fakülteyi 2.5 yılda bitirenlerdendi. Ama “Mücadeleciler” İstanbul’da kalıp hizmete devam edebilmek için bir ders bırakıyor, mezun olmuyorlardı. Ailelerinin bütün beklentilerine rağmen yaptıkları bir şeydi bu.
MÜCADELECİ OLMAK AİLEYİ AŞMAK DEMEKTİ
Hüseyin Gülerce, Keşanlı’ydı. Keşan’da bir genç olacaksınız ve bir gün islami hizmeti en öncelikli bir hayat gayesi haline getireceksiniz. Buna önce aileniz isyan ederdi ama “Mücadeleci olmak” Türkiye’de bütün gençlik hareketlerinde olduğu gibi “Aileyi aşmak” demekti. Hüseyin de onlar arasında oldu. Yeniden Milli Mücadele’de, Bayrak’ta birlikte olduk Hüseyin’le.
Bunları Hüseyin Gülerce’nin nasıl bir kalite arayışı içinde böyle bir dava içine girdiğini anlatmak için yazıyorum.
Okul başarısı güçlü olduğu gibi Hüseyin, belki de kendisi için yeni bir alan olan fikri - siyasi analiz alanında da, yazarlıkta da belirli bir performans ortaya koydu.
Ama bir gün geldi ayrıldık Mücadele Birliği’nden. Bize göre misyon kaybı yaşanmıştı. Benim yolum basın alanında devam etti: Tercüman, Altınoluk, Zaman, Yeni Şafak, Bugün, Aksiyon, Star vs. diye devam etti.
EN BÜYÜK ŞEREF GÜLEN İLE TANIŞMAKTIR
Hüseyin eğitim hayatına atıldı, başarılı dersaneler kurdu. Bu arada da “Hizmet hareketi” ile yolları kesişti. Kendi ifadesi: “25 yıllık hayatımın en büyük şerefi Fethullah Gülen ile tanışmaktır” dedi.
Nerede ise “Camianın sözcüsü” gibi görülecek kadar iç içe geçti. Yüzlerce, belki binlerce konferans verdi Camia bünyesinde. Yüzbinlerce insana seslendi. Zaman’ın genel yayın yönetmenliğini yaptı. Samanyolu’nda programlar icra etti.
Çocuklarını Hizmet etrafında büyüttü.
Abi, abi, abi... Hep “Abi” idi.
GÜLERCE'NİN KAPALI YAPI BAKIŞINA HAPSOLMASI SÖZ KONUSU OLAMAZ
Ama Hüseyin Gülerce gibi başka tecrübeleri de yaşayan insanlar, hele geçmişte, Yeniden Milli Mücadele gibi, Bayrak gibi dergi ve gazetelerde çalışıp, “siyasi şuur” konusunda belirli bir zihni performansa ulaşan insanların, olan biteni değerlendirirken, sadece bir kapalı yapı bakışına hapsolması söz konusu olmaz.
Diyelim bir yanda Türkiye’deki siyasi mücadele, diğer yanda hizmet grupları.
Türkiye’deki siyasi mücadele seyrini takip eden insanların, 28 Şubat süreçlerinden sonra Ak Parti gibi bir hareketin oluşması, iktidara gelmesi, üç dönem halkın desteğini artırarak iktidarını sürdürmesi ve bu dönemde gerçekleşen dönüşümlerin değerini görmemesi mümkün değildir.
Bu kazanımların kaybı ile sonuçlanacak bir durum, kabul edilmez Hüseyin Gülerce gibi bir insan için. İçe sindirilmez. Hüseyin Gülerce’nin Türkiye’yi, dünyayı okuyan bir insan olarak, Camia’nın bir süredir sergilediği tavrın nereye oturduğunu görmemesi mümkün olmazdı.
GÜLERCE'NİN ÇIKIŞI HASBİDİR
Olan biteni gördü ve “yanlış yapılıyor” dedi. “Hizmet bu olamaz” dedi. Ben Hüseyin Gülerce’nin bu çıkışı, hem Türkiye’nin selameti için hem bizatihi Camia’nın selameti için ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hüseyin’in çıkışı “hasbi”dir, Camia da hasbi olsaydı, onu anlar, onun sağduyu çağrısına sağlıklı cevap verirdi.
Camia’nın hesabı ile Hüseyin’in hasbiliği uyuşmadı.
Koptu Hüseyin. Koptu ve bütün Abiliğin üstü çizildi.
Ben bu tür oluşumlarda en çok bu üst çizme işine bozulurum. Dün “Abi” diye el sıkma yarışına girenlerin, birdenbire “silici” hale gelmesi, dünkü el sıkmaların içindeki samimiyeti de çürütüyor çünkü.
Adım gibi eminim ki Hüseyin Gülerce aynı samimiyet çizgisinde sabit kadem duruyor, başkalaşanlar kendi yüreklerine baksınlar asıl. Ve diyorum: Bu silicilik, yarın kimin üstüne çizgi çekebilecek samimiyetsizlik uru barındırıyor içinde?