Ahmet Kekeç'ten Hasan Cemal'e yanıt: Akan kanın bir numaralı sorumlusu sizlersiniz, nokta!

Hasan Cemal'in akan kan ve gözyaşının sorumlusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu iddia eden yazısına cevap Star yazarı Ahmet Kekeç'ten geldi.

Son günlerde oluk gibi akan kan ve gözyaşının tek sorumlusunun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu iddia eden Hasan Cemal, bu gerekçelendirmesini de 7 Haziran seçimlerinin sonucuna bağlamış ve T24'deki köşesinde, yazısının başlığını, "Akan kanın bir numaralı sorumlusu, Saray'daki Sultan'dır, nokta!" diye atmıştı.

Star yazarı Ahmet Kekeç, bugün gazetesinde Akan kanın bir numaralı sorumlusu sizlersiniz, nokta! başlığı ile kaleme aldığı yazısında "meslek büyüklerim" diye seslendiği köşe yazarlarına isim vermeden "hiç sorumluluk üstelenmeyecek misiniz? Nedamet getrimeyecek misiniz?" diye sordu.

Kekeç yazıda söylediklerinin yetmeyeceğini düşünmüş olsa gerek ki, köşesinin sonuna bir de not koydu ve Hasan Cemal'i kastederek şunları yazdı:
Ermenilerden gasp edilmiş köşkün varislerinden olan liberal büyüğümüz, dünkü yazısına, “Akan kanın bir numaralı sorumlusu, Saray’daki Sultan’dır, nokta!” diye başlık atmış...
Dağ bayır dolaşıp, “Sakın silah bırakmayın” diye PKK’nin zihnini çelmeye çalışan bir zattır bu.
Dolayısıyla, akan kanın gerçek sorumlusudur.

İşte Ahmet Kekeç'in bugün köşesindeki o yazıdan dikkat çeken bölümler:

"Niye elinizi yıkayıp çıkıyorsunuz meslek büyüklerim?
Sizin hiç kabahatiniz yok mu (sizlerin de ifadesiyle) “ülkenin şiddet sarmalıyla yeniden tanışmasında?”
Hiç sorumluluk üstlenmeyecek misiniz?
Nedamet getirmeyecek misiniz?
Biricik derdi Cumhurbaşkanı’nın uçağında yer almak olan, bu ihtimal uzaklaştıkça delirip zıvanadan çıkan türdeşiniz bir gazeteci, hâlâ ergen yalanlarından medet umuyor: “Kobani düştü, düşüyor diyen bir Cumhurbaşkanı...”
Üç gün önce yazıldı bu yazı.
Bu sözün hangi bağlamda söylendiğine ilişkin, hiç yazılmadıysa, en az 100 yazı yazıldı. Binlerce cümle kuruldu. Sözün bağlamına ilişkin on binlerce mesaj paylaşıldı.
Hâlâ Kobani üzerinden tezvirat yapıyorsunuz ve hiç utanmıyorsunuz.
Bir “tık” uzağınızda oysa hakikate ulaşmak.
Küçük bir çabayla elde edilebilecek “bilgi”nin çarpıtmasına dayalı yorumlar yapmak ve “yalan”a tenezzül etmek nasıl bir duygudur?
Hâlâ buna gazetecilik diyebiliyor musunuz?
Kaldı ki, gazeteciliğinizi (gazeteciliklerinizi) “çözüm süreci”nde gördük.
Dağ bayır dolaşıp, “Ne karşılığında silah bırakacaksınız ki?” diye zihin çelmeye uğraştınız ve “içeri”de kamuoyu oluşturmaya çalıştınız. Bununla da kalmadınız (yine sizlerin ifadesiyle) “gerilla”yı Erdoğan’a karşı “müteyakkız” olmaya çağırdınız.
Bu Erdoğan var ya, her an “gerilla”yı satabilirdi.
Bunu siz yazdınız.
Öcalan’ın devletin elinde rehin bulunduğunu, dolayısıyla Erdoğan’ın yörüngesine girdiğini, İmralı’dan çıkacak herhangi bir kararın “nihai karar” olmayacağını da siz yazdınız.
Barış konuşulurken, “Bu asayişsizlik de ne oluyor? Devlet daha ne kadar müsaade edecek bu yol kesmelere, bu dağa adam kaldırmalara, bu haraç toplamalara?” diye (güya) isyan perdesinden ünlediniz. Bol bol da paralel destekçi buldunuz tabii. Paralel destekçileriniz, mahut asayişsizlikleri Emniyet Müdürlüğü’ndeki tasfiyelere bağlıyordu. Bu tasfiyelerle devletin elinin zayıfladığı tezine sizler de balıklama atlıyordunuz.
PKK ateşkesi bozduğunu ilan edince, yeniden “barış” mottosuna sarıldınız.
Barış konuşulurken “Önce asayiş” diye tutturmak, asayiş sağlanınca “Ne oldu barışa?” diye ağlamak nasıl halettir?
Kaldı ki, barış nihai hedef değildi sizlere göre.
Demokrasi olmadan barış olmazdı.
Demokrasiyi mumla aradığımız dönemlerde de, “Barış olmadan kâmil bir demokrasiyi nasıl kurabiliriz?” diyordunuz ve meydanlara saldığınız ikinci cumhuriyetçi kalemlerinizle demokrasiyi mutlak barış şartına bağlıyordunuz.
Barışı “demokrasi”yi tesis ettikten sonra mı kuracağız, yoksa barış yaptıktan sonra mı demokrasiyi konuşmaya başlayacağız?
Hangisi?
Şuna bir karar verin artık.
Barış nihai hedef olmadığına göre, “demokrasi”nin önünde engel olarak duran Erdoğan’ın yapacağı barışı sahiplenmek de gerekmiyordu.
Evet, sahiplenmediniz
Erdoğan’la yapılacak “dar çerçeveli barış” Kürtlere bir şey kazandırmayacaktı. PKK’nın silah bırakması, bu aşamada “taktik hata” olurdu. Kürtler daha büyük düşünmeliydiler. Daha büyüğüne talip olmalıydılar. Hazır “Kobani direnişi”yle dünyanın hayranlığını kazanmışken, bunu fırsata çevirmeliydiler ve “bağımsız devlet” peşine düşmeliydiler.
Bunu da siz yazdınız.
Hâlâ “barış güvercini” havalarında dolaşmayı nasıl başarıyorsunuz
ve bunu insanlığınıza nasıl yakıştırıyorsunuz?
HAMİŞ:
Ermenilerden gasp edilmiş köşkün varislerinden olan liberal büyüğümüz, dünkü yazısına, “Akan kanın bir numaralı sorumlusu, Saray’daki Sultan’dır, nokta!” diye başlık atmış...
Dağ bayır dolaşıp, “Sakın silah bırakmayın” diye PKK’nin zihnini çelmeye çalışan bir zattır bu.
Dolayısıyla, akan kanın gerçek sorumlusudur.