Ahmet Kekeç'ten Ahmet Hakan'a "Mücahit Ören" çıkışı: Neden 20 yıl bekledin?
Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'ın Mücahit Ören'i kalemine dolaması üzerine "Bunları yazmak için neden bu kadar sene bekledi?" diye sordu.
"Bağımsız gazetecilik" ilkesinden yola çıkan Ahmet Kekeç, Doğan medyasında çalışanların bu lafı çok sevdiğini söylerken, aslında pek de "bağımsız" olmadıklarını ima etti.
Bugünkü yazısında yine Ahmet Hakan'ın Mücahit Ören'le ilgili yazılarını eleştiren Kekeç, "Üzerinden geçmiş 20 yıl... Bunları yazmak için neden bu kadar sene bekledi? Bekledi, bekledi; grubunu zora sokacak iddialar gündeme gelince mi yazma gereği duydu? Beklediğine değdi mi bari?" diye sordu.
İŞTE AHMET KEKEÇ'İN BUGÜNKÜ YAZISI
Konu beni ilgilendirmiyor... Aslında, bir yönüyle ilgilendiriyor...
İlgilendiren kısmıyla başlayayım:
Bazı meslektaşlar, “Biz bağımsız gazeteciyiz” lafından çok hoşlanıyor ve çok sık kullanıyor.
Bunlar, Aydın Doğan’ın yayın organlarında çalışan arkadaşlar.
Bir siyasi düşünceye yakın değillermiş... Herhangi bir angajmanları yokmuş... Destekledikleri bir siyasi parti de yokmuş... Bütün görüşlere eşit mesafedeymişler... Bağımsızlığın keyfini sürüyorlarmış... Hem Erdoğan ve çevresine “bam bam bam” hem Kılıçdaroğlu ve çevresine “bam bam bam...”
Bunu iddia eden şebelekleri, yine kendi tarihleriyle mahcup edelim:
Ne zaman, “siyasi” addedilen düşüncelere uzak durdunuz ki?
Hangi görüşlere eşit mesafeyle yaklaştınız ki?
Bütün darbeleri desteklediniz. Darbe ideolojisi olan “izm” sizin var oluş gerekçeniz...
Bütün muhtıralara omuz verdiniz.
Bütün kolpacılara alan açtınız.
Evet, Erdoğan ve çevresine “bam bam bam” yaptınız ama, başarısız bir hesap uzmanı olan, SGK’yı batırmak dışında görülebilir bir icraatı bulunmayan Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Gandi yaratmak için de her türlü hokkabazlığa başvurdunuz.
Kılıçdaroğlu müthiş sakin bir adammış, garibanmış, halk çocuğuymuş.
Kelebek gibi uçarmış, arı gibi sokarmış...
Bütün tartışmaların tartışılmaz galibiymiş...
Kuş kondururmuş...
Her işin üstesinden “sükûnetle” gelirmiş...
Bunları siz yazdınız.
Herhangi bir siyasi partiye “yakınlık” duymuyorsunuz ama gazete ve televizyonlarınızda Meral Akşener fırtınası estirmekten de geri durmuyorsunuz.
PKK’yla iltisakını gizlemeyen Selahattin Demirtaş’a da aynı tarifeyi uyguladınız, sazıyla sözüyle her akşam ekranlarınızda ağırladınız.
Erdoğan ve çevresine “bam bam bam...” Tamam da, bu rahatlığınızı ve delikanlılığınızı darbelerde göremedik.
E-muhtırada göremedik.
Parti kapatma davalarında göremedik
Demokratikleşme yasalarında göremedik. Bir de, “411 el kaosa kalktı” diye ahlaksız bir manşet attınız.
MİT TIR’ları hadisesinde göremedik.
17/25 Aralık “yolsuzluk” susturuculu darbe girişiminde görmedik... Her biriniz elinde bir tape yahut illegal dinleme kaydı, aylarca “ayakkabı kutusu, para sayma makinesi” diye çemkirip durdunuz.
Belki 15 Temmuz’da da göremeyecektik...
15 Temmuz’da, yanlışlıkla “doğru” yerdeydiniz... Darbe teşebbüsünü önceden haber alsaydınız “uygun bir pozisyon” belirlerdiniz. Gafil avlandınız ve başka bir seçenek bulunmadığı için mecburen “demokrasi”nin yanında yer aldınız.
Hülasa...
Bize “bağımsızmış numarası” yapmayın.
Biz kırk kişiyiz. Kırkımız da birbirimizi biliriz.
Meselenin “beni ilgilendirmeyen” yönüne gelince...
Hürriyet’in bir yazarı, birkaç gündür, rakip medya grubunun patronajıyla ilgili birtakım iddialarda bulunuyor; “batık” bir finans kuruluşundan, mağdurlardan, parasını alamayan vatandaşlardan, “kul hakkı”ndan filan söz ediyor.
İyi ediyor da...
Üzerinden geçmiş 20 yıl... Bunları yazmak için neden bu kadar sene bekledi?
Bekledi, bekledi; grubunu zora sokacak iddialar gündeme gelince mi yazma gereği duydu?
Beklediğine değdi mi bari?
Madem konumuz “mağdurlar” ve “kul hakkı...” Kendisi de bu konularda hassas bir gazeteci... Ben de bir “istek”te bulunayım o zaman:
İlk dört yılı ödemesiz sıfır faizli devlet kredisialan, dolayısıyla vatandaşın vergileriyle toplanmış paralara tamah ederek kamuyu zarara uğratan medya patronunu da yazacak mısın?
Daha doğrusu ne zaman yazacaksın ve okumak için biz yıl bekleyeceğiz?
HAMİŞ
Bir yere kaçmıyorum. Yarın da buradayım.
Bugünkü yazısında yine Ahmet Hakan'ın Mücahit Ören'le ilgili yazılarını eleştiren Kekeç, "Üzerinden geçmiş 20 yıl... Bunları yazmak için neden bu kadar sene bekledi? Bekledi, bekledi; grubunu zora sokacak iddialar gündeme gelince mi yazma gereği duydu? Beklediğine değdi mi bari?" diye sordu.
İŞTE AHMET KEKEÇ'İN BUGÜNKÜ YAZISI
Konu beni ilgilendirmiyor... Aslında, bir yönüyle ilgilendiriyor...
İlgilendiren kısmıyla başlayayım:
Bazı meslektaşlar, “Biz bağımsız gazeteciyiz” lafından çok hoşlanıyor ve çok sık kullanıyor.
Bunlar, Aydın Doğan’ın yayın organlarında çalışan arkadaşlar.
Bir siyasi düşünceye yakın değillermiş... Herhangi bir angajmanları yokmuş... Destekledikleri bir siyasi parti de yokmuş... Bütün görüşlere eşit mesafedeymişler... Bağımsızlığın keyfini sürüyorlarmış... Hem Erdoğan ve çevresine “bam bam bam” hem Kılıçdaroğlu ve çevresine “bam bam bam...”
Bunu iddia eden şebelekleri, yine kendi tarihleriyle mahcup edelim:
Ne zaman, “siyasi” addedilen düşüncelere uzak durdunuz ki?
Hangi görüşlere eşit mesafeyle yaklaştınız ki?
Bütün darbeleri desteklediniz. Darbe ideolojisi olan “izm” sizin var oluş gerekçeniz...
Bütün muhtıralara omuz verdiniz.
Bütün kolpacılara alan açtınız.
Evet, Erdoğan ve çevresine “bam bam bam” yaptınız ama, başarısız bir hesap uzmanı olan, SGK’yı batırmak dışında görülebilir bir icraatı bulunmayan Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Gandi yaratmak için de her türlü hokkabazlığa başvurdunuz.
Kılıçdaroğlu müthiş sakin bir adammış, garibanmış, halk çocuğuymuş.
Kelebek gibi uçarmış, arı gibi sokarmış...
Bütün tartışmaların tartışılmaz galibiymiş...
Kuş kondururmuş...
Her işin üstesinden “sükûnetle” gelirmiş...
Bunları siz yazdınız.
Herhangi bir siyasi partiye “yakınlık” duymuyorsunuz ama gazete ve televizyonlarınızda Meral Akşener fırtınası estirmekten de geri durmuyorsunuz.
PKK’yla iltisakını gizlemeyen Selahattin Demirtaş’a da aynı tarifeyi uyguladınız, sazıyla sözüyle her akşam ekranlarınızda ağırladınız.
Erdoğan ve çevresine “bam bam bam...” Tamam da, bu rahatlığınızı ve delikanlılığınızı darbelerde göremedik.
E-muhtırada göremedik.
Parti kapatma davalarında göremedik
Demokratikleşme yasalarında göremedik. Bir de, “411 el kaosa kalktı” diye ahlaksız bir manşet attınız.
MİT TIR’ları hadisesinde göremedik.
17/25 Aralık “yolsuzluk” susturuculu darbe girişiminde görmedik... Her biriniz elinde bir tape yahut illegal dinleme kaydı, aylarca “ayakkabı kutusu, para sayma makinesi” diye çemkirip durdunuz.
Belki 15 Temmuz’da da göremeyecektik...
15 Temmuz’da, yanlışlıkla “doğru” yerdeydiniz... Darbe teşebbüsünü önceden haber alsaydınız “uygun bir pozisyon” belirlerdiniz. Gafil avlandınız ve başka bir seçenek bulunmadığı için mecburen “demokrasi”nin yanında yer aldınız.
Hülasa...
Bize “bağımsızmış numarası” yapmayın.
Biz kırk kişiyiz. Kırkımız da birbirimizi biliriz.
Meselenin “beni ilgilendirmeyen” yönüne gelince...
Hürriyet’in bir yazarı, birkaç gündür, rakip medya grubunun patronajıyla ilgili birtakım iddialarda bulunuyor; “batık” bir finans kuruluşundan, mağdurlardan, parasını alamayan vatandaşlardan, “kul hakkı”ndan filan söz ediyor.
İyi ediyor da...
Üzerinden geçmiş 20 yıl... Bunları yazmak için neden bu kadar sene bekledi?
Bekledi, bekledi; grubunu zora sokacak iddialar gündeme gelince mi yazma gereği duydu?
Beklediğine değdi mi bari?
Madem konumuz “mağdurlar” ve “kul hakkı...” Kendisi de bu konularda hassas bir gazeteci... Ben de bir “istek”te bulunayım o zaman:
İlk dört yılı ödemesiz sıfır faizli devlet kredisialan, dolayısıyla vatandaşın vergileriyle toplanmış paralara tamah ederek kamuyu zarara uğratan medya patronunu da yazacak mısın?
Daha doğrusu ne zaman yazacaksın ve okumak için biz yıl bekleyeceğiz?
HAMİŞ
Bir yere kaçmıyorum. Yarın da buradayım.