AHMET HAKAN'DAN 'USTA'YA! KİMSE ANLATAMIYOR BARİ BEN ANLATAYIM!
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, "Usta" diye seslendiği Başbakan Erdoğan'a Taksim Gezi Parkı'nın sebeplerini anlattı.
Ahmet Hakan, Gezi Parkı eylemlerini Erdoğan'a anlattı. Reuters muhabiri ile dün girdiği tartışmadan, yaptığı yapacağı köprülerden, ihalelere kadar uzanan bir yazı ile Başbakan'a seslendi..
Kimse anlatamıyor bari ben anlatayım
Merak buyurma “usta”, rahat ol. Böyle muhalefet partileri olduğu müddetçe sittin sene de geçse, sandıkta yine sen çıkarsın.
Sorun yok:
İhaleleri yine sen vereceksin. Köprüleri yine sen yapacaksın. Meydanları yine sen tanzim edeceksin. Yasaları yine sen çıkaracaksın. Eşsiz mimari bilginle anıtları yine sen dikeceksin. Milletvekillerini yine sen seçeceksin. Medyayı yine sen yönlendireceksin. İşadamlarını arayıp yine sen hesap soracaksın. Kararları yine sen vereceksin.
Önce bir rahat ol ve derin bir nefes al.
*
Bu “mesele”, öylesi bir “mesele” değil “usta”.
“Koltuk kapmaca” oynanmıyor burada...
Sen bakma sana “yandaş” yazılan yazarların yazıp çizdiklerine...
Sen bakma cesaret edip sana gerçekleri söyleyemeyen danışmanlarına...
Sen bakma sana hep “En iyisini siz bilirsiniz efendimiz” demekten başka bir şey demeyen dostlarına...
Onlar gerçeği söylemiyorlar ya da söyleyemiyorlar.
“Gezi Parkı” hareketi...
Seni sandıkta deviremeyeceğini anlayanların sokakta devirme hareketi değil.
Seni hazmedemeyenlerin hazımsızlık gösterme hareketi değil.
Karanlık şahsiyetlerin askeri tahrik edip elinden iktidarı almaya çalışma hareketi değil.
Senin yaşam tarzına karşı başlatılan bir hareket değil.
Senin inancına karşı yürütülen bir hareket değil.
*
Bu hareket...
Öyle zannedildiği gibi acayip karmaşık, çözülmesi çok zor, karanlık odaklı, hileli, desiseli, kökü dışarıda, CHP’li, İP’li, empati yoksunu bir hareket de değil.
Çok basit bir hareket bu...
Çok yalın, çok anlaşılır, çok net, çok şeffaf, çok çocuksu, çok naif, çok hesapsız, çok gelişigüzel bir hareket.
*
“Usta”... Sokaklara çıkan o çocuklar var ya o çocuklar... Sana şunları söylüyorlar:
Beni rahat bırak.
Parkta nasıl oturacağımla, metroda nasıl davranacağımla, nasıl yaşayacağımla, nasıl konuşacağımla, nasıl giyineceğimle, nasıl düşüneceğimle, nasıl yiyip içeceğimle ilgili saygılı ya da saygısız fikir beyan etme.
Beni azarlama... Üst perdeden konuşma...
Sen bizim babamız değilsin... Bize babalık raconu kesme.
Tut ki babamızsın... İki çocuğuna bile sözünü geçiremeyen aile babaları ortadayken, sen 75 milyon çocuğa nasıl söz geçireceksin?
Biz nasıl senin yaşam tarzına saygı gösteriyorsak, sen de bizim yaşam tarzımıza saygı göster.
İlk dönemler belirli sınırlar içinde kabul edilen, hatta bazen hoş karşılanan “Kasımpaşalı/delikanlı” üslubun, artık “Kasımpaşalı/delikanlı” üslubu olmaktan çıktı... Çünkü bu üslubu artık kendi haklı davanı savunmak için değil, hak arayanları rencide etmek için kullanıyorsun.
Bin türlü anlayışı, bin türlü inanışı, bin türlü kıyafet tarzını, bin türlü eğlence biçimini, bin türlü ahlak telakkisini, bin türlü tarih algısını, bin türlü rengi, bin türlü çiçeği tek bir potada eritemezsin. Bunu herkes istese bile yapamazsın... Teknik olarak yapamazsın... Vazgeç.
Sevdiklerime saygı göster.
“Ayyaş” deme, “alkolik” deme, “çapulcu” deme, “Bunlar ideolojik” deme.
Bir kişi, tek bir kişi hem mimari dehası, hem ahlak filozofu, hem meydan düzenlemecisi, hem Ortadoğu fatihi, hem gündem değiştirme şampiyonu, hem tıp doktoru, hem sosyal mühendislik gurusu, hem din âlimi, hem tarih bilgini, hem bağımlılık uzmanı, hem 75 milyonun yaşam koçu, hem de televizyon eleştirmeni olamaz... Olmaya kalkarsa bir yerde arıza çıkar. Vazgeç bu sevdadan.
Sana artık ancak Reuters muhabiri seni kızdırabilecek soruyu sorabiliyor... Medyayı baskı altına almaya çalışma... Bırak medya özgürce görevini yapsın.
“Ben karar verdim, olacak” deme... Sandıkta aldığın tüm oyları, sana beş yıl boyunca aklına eseni yapman için verilmiş genel bir vize olarak değerlendirme...
İnat etme, müzakere et... Nefret ettirme, sevdir... Cepheleştirme, kaynaştır... Dediğim dedik deme, esnemesini bil... Sadece sana oy verenlerin başbakanı olma, oy vermeyenlerin de başbakanı ol...
Bize gaz sıkma... Bize gaz sıktırma...
Tertemiz bir öykü
GELİN hatırlayalım:
BİRİNCİ GÜN: Öyle yalnızdılar, öyle azdılar, öyle desteksizdiler, öyle umutsuzluk içindeydiler ki Gezi Parkı’nda... Dozerlere karşı hiçbir şey yapamayacak gibi duruyorlardı. Sırrı Süreyya’nın dokunulmazlığı da olmasa dozerler ezip geçeceklerdi.
İKİNCİ GÜN: Gece boyu orada kaldılar... Sabaha karşı en savunmasız oldukları anda hilal hareketiyle daldı polis Gezi Parkı’na... Gazlar, çadır yakmalar, hoyratça uzaklaştırma çabaları falan...
ÜÇÜNCÜ GÜN: Yine şafak baskını... 1 Mayıs’ı halletmiş, Emek’te ödün vermemiş bir anlayış Gezi Parkı’nda mı yenilecekti? Var gücüyle geldi üstlerine polis... Gaza boğdu ortalığı... Kuşlar bile kaçtı... Çevreledi parkı polis... Zafer onlarındı.
DÖRDÜNCÜ GÜN: Üçüncü gün bu zalimlik, orada olmayanların vicdanlarını öyle bir rahatsız etti ki biber gazı korkusu, polis korkusu falan bir tarafa bırakıldı... Korku duvarı aşıldı... Herkes Gezi’ye koştu... Kimseyi tutmak mümkün olmadı...
BEŞİNCİ GÜN: Gezi Parkı’na girmeyi bile yasaklayanlar, bırakın Gezi Parkı’nı, “dokunulmaz” kıldıkları Taksim’i bile açmak zorunda kaldılar...
Sonrasını biliyorsunuz zaten...
Polis çekilince şenlik başladı.
*
Tertemiz bir öyküdür bu...
Öyle temizdir ki...
Vandalların, lümpenlerin, saldırganların, yakıp yıkanların, kaostan yararlanıp provokasyon çıkarmak isteyenlerin, “Keşke birkaç kişi ölse” diyen sapıkların, olayları saptırmaya çalışanların, durumdan yararlanıp öyküyü kendinin kılmak isteyenlerin kirletemeyecekleri kadar temizdir.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ