AHMET HAKAN SESSİZLİĞE İSYAN ETTİ; ''HÜKÜMET NEDEN TASASIZ, NEDEN KAYITSIZ?''

Can Dündar bile ağzına siyah bant çekmiş. Ama bakıyoruz hükümetimize... Bir tasasızlık, bir kayıtsızlık ki sormayın gitsin!

Hükümet neden tasasız

Gazeteciler sokağa dökülmüş.

Dünya ayağa kalkmış.
Türkiye, Batı’da hedef tahtasına oturtulmuş.
Bazı çevreler tarafından “Demokrasinin motor gücü” olarak takdim edilen hükümet, demokrasinin en önemli unsuru olan “basın özgürlüğü” alanında ihlal üstüne ihlal yapmak ithamıyla karşı karşıya...
Birkaç holiganı saymazsak bütün köşeler isyanda.
Herkes Nedim ile Ahmet’e kefalet yarışına girmiş.
Can Dündar bile ağzına siyah bant çekmiş.
Ama bakıyoruz hükümetimize...
Bir tasasızlık, bir kayıtsızlık, bir nemelazımcılık ki sormayın gitsin!
Tınmıyorlar bile.
Topu yargıya atmalar, “Yargının kararını bekleyelim” diyerek işi geçiştirme çabaları, “Biz de üzülüyoruz ama elden ne gelir ki” tarzı sürece örtülü destek atmalar, “Ne yani? Gazetecilerin dokunulmazlığı mı var? Gazeteciler de suç işler kardeşim” şeklinde demagojik yaklaşımlar, “Sabır, sabır, ya sabır...” diye sükûnete çağırmalar falan...
Peki neden?
Neden tınmıyorlar?
Cevap veriyorum:
Bu tür olayların herhangi bir “oy azalması”na yol açmayacağının farkındalar da ondan.
Şöyle bir bakıyorlar etrafa:
Taban sağlam mı? Sağlam. Oylar garanti mi? Garanti. Ahmet’miş, Nedim’miş, kitlenin umurunda mı? Değil. Birkaç köşe yazarının homurdanması oylarda düşüşe yol açıyor mu? Açmıyor.
Doğal olarak vardıkları sonuç şu oluyor:
“Madem oyumuz azalmayacak, niye tasalanalım ki?”
Oysa biraz düşünseler, “bahçe”nin bu denli “dikensiz” olmayacağını görürler.
Hadi diyelim ki oyu aldılar. Kendilerine demokratik meşruiyet sağlayanların ayaklanmasını nasıl bastıracaklar?
Hadi diyelim ki bir biçimde onu da bastırdılar. Toplumun önemli bir bölümünün zedelenen hakkaniyet hissi ile nasıl ayakta kalacaklar?
Hadi diyelim ki hakkaniyetsiz şekilde ayakta kalmanın da yolunu buldular. Gerginlikler üzerinden ortaya çıkan kırılmayla nasıl baş edecekler?
Hadi diyelim ki höt zöt’le falan bundan da yırttılar. Kendileri ile yönettikleri insanların bir bölümü arasında doğan keskin ayrışma karşısında ne yapacaklar?
Hadi diyelim ki ayrışmayı da umursamadılar. Derin ayrışmaların yol açacağı derin yönetim krizini nasıl aşacaklar?
Yani demem o ki:
Yol yakınken şu “Oyu kapan / oyunu oynar” anlayışından ya da “Çoğunluğu elde eden / tarihi yazar” kibrinden bir an önce kurtulsalar iyi ederler.
Aksi takdirde...
Hayat herkes için zorlaşır.

Gazeteci susarsa

“Çok gizli bilgilerim var, acayip sağlam duyumlarım var hanım...” diye ortalığı velveleye verenler konuşur.
Polisten aldıkları “gizli” bilgilerle meslektaşlarına kara çalanlar konuşur.
Gazetecilik ile polisliği birbirine karıştıranlar konuşur.
“Üst düzey bir polis yetkilisi” tarafından gazlananlar konuşur.
Bileklerine kelepçe geçirilen meslektaşlarına bakıp, “Bunlar ufak tefek hukuki sorunlar” diye meseleyi geçiştirmeye çalışan vicdansızlar konuşur.
Hükümet eleştirisi yapmak ile Ergenekon’a üye yazılmak arasında fark görmediklerini utanmadan, çekinmeden yazanlar konuşur.
“Savcı Bey’im, iki gözüm, lütfen bize biraz müdafaa malzemesi...” diye yalvaranlar konuşur.

Ahmet Hakan / www.hurriyet.com.tr