"AHMET HAKAN ŞEREFSİZİN ÖNDE GİDENİ!..." ERGENEKON'DA ŞOK TELEFON KAYITLARI!... KİM BU GAZETECİ?..

İlk okuduğumda, ne yalan söyleyeyim, biraz canım sıkılmıştı... Nasıl sıkılmaz?


Vedat'a merhamet

AŞAĞIDAKİ diyalog, Ergenekon İddianamesi'nden alınmıştır...

Nejat Eslen adlı bir emekli general ile Vedat Yenerer adlı bir gazeteci, dinlendiklerinden habersiz "telefon geyiği" çevirmektedir...

Geyikte "adam biçme" sırası bana gelmiştir:

NEJAT ESLEN Bu Ahmet Hakan nasıl bir adam?

VEDAT YENENER Şerefsizin önde gideni...

Vedat Yenerer adlı şahsın hakkımda söylediklerini Ergenekon İddianamesi'nden ilk okuduğumda, ne yalan söyleyeyim, biraz canım sıkılmıştı...

Nasıl sıkılmaz?

Tanımadığım etmediğim bir adam, ağzını doldurarak hakaret ediyor...

Fakat... Fakat...

İlk şoku atlattıktan sonra, can sıkıntımı bastıracak ve kendimi biraz sakinleştirecek bir çıkış yolu buldum...

Şöyle dedim kendi kendime:

"Hangimiz telefon konuşmalarımızda bu türden geyikler çevirmiyoruz ki? Hangimiz mahrem kalacağına emin olduğumuz telefon konuşmalarımızda toplu doğrama yapmıyoruz ki?"

Bunları dedim ama yine de bana "Şerefsizin önde gideni" diyen Vedat Yenerer adlı şahsa karşı içimde oluşan gareze büsbütün mani olamadım...

Ta ki...

Geçen akşam "ART" adı verilen televizyon kanalında sevgili hemşerim Saygı Öztürk'ün programında Vedat Yenerer adlı şahsı dinleyene kadar...

O konuşmayı dinleyince...

Bırakın kini, garezi, nefreti...

İçimde "yeşil sarıklı ulu zatlar"a özgü bir merhamet fırtınası koptu ki sormayın gitsin...

Yaşlandıkça bir azize mi dönüşüyorum ne?

* * *

Efendim, özel telefon konuşmalarında önüne geleni "şerefsiz / vatan haini" ilan eden Vedat Yenerer adlı şahıs...

Bundan 11 ay önce Ergenekon'dan gözaltına alınmış...

Geçen hafta serbest kalan Vedat Yenerer, ART'deki programda 11 aylık macerasını şöyle anlattı:

"Dört gün gözaltında işkence çektim... Saçma sapan suçlamalara maruz kaldım... Savaş bölgelerinden hatıra diye topladığım içi boş bomba artıklarına, 'suç aleti' muamelesi yapıldı... Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yapımı, mermisi bile bulunmayan, 1873 yılında üretilmiş 135 yıllık külüstür bir tüfek vardı evimde... Bu tüfek, 'vahim silah' olarak kayda geçti... Bu silah yüzünden savcı tutuklama kararı istedi, yargıçlar da bu isteğe uydular... Derdimi kimseye anlatamadım... Tutuklandım... Önce Bayrampaşa Cezaevi... Burada 8 saat ıslak bir yatakta yattım... Sonra Kandıra Cezaevi'ne sevk edildim... İlk gün yorganı başımın üstüne çekip sessizce ağladım... Cezaevi tam bir çileydi benim için... Bir tas çorbaya muhtaç ettiler beni... Soğuk ve rutubetli ortamda bir fazla battaniye talep ettim, vermediler... Sonra Silivri Cezaevi'ne sevk edildim... Orada da büyük sorunlar yaşadım... Dayım üzüntüden vefat etti... Eşim perişan oldu... Cezaevine beni ziyarete gelen 4 yaşındaki çocuğumu, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkararak aradılar... Kahroldum... Her hafta Silivri Cezaevi'ne gelen annem üzüntüden hasta oldu... 11 ayım gitti..."


Vedat Yenerer'in bu anlattıkları doğru ise...

"Küçük usul hataları yüzünden Türkiye'nin mukadderatını ilgilendiren bir dava karalanamaz" diyenler...

Bu görüşlerini gözden geçirmeliler...

Yoksa kendilerine "Dilerim siz de aynı küçük usul hatalarına muhatap olursunuz" diye beddua edeceğim...

AHMET HAKAN / HÜRRİYET