AHMET ALTAN TARAF OKUYUCULARI ARASINDA YARIŞMA AÇACAK!
Son günlerde Taraf'ın bazı yazarları tarafından eleştirilen Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan çareyi buldu...
Gelin bakalım okuyucular...
Bizim yazıişlerini ikna edebilirsem okuyucular arasında bir yarışma açmak istiyorum.
“En yumuşak eleştiri” yarışması.
Beş yıldan bu yana o kadar çok kavgadan geçtik ki okuyucularımızla aramızda, uzun zaman aynı mevzide yan yana yatan askerlerin arasındakine benzer bir bağ oluştu, kızdıklarında bile söylenmeleri biraz aile içi elektriklenmelere benziyor, “Ahmet Abi sen de...”
Genellikle söyledikleri, “tamam, haklısın da çok sert yazıyorsun”, doğrusu ben sert yazdığım kanaatinde değilim, medya öylesine yumuşayıp “kulak memesi” kıvamına geldi ki her eleştiri “sert” görünür olmaya başladı.
Ben kalemimi epeyce tuttuğumu, sert yazmamaya çalıştığımı düşünüyorum ama madem bizim “aile” sert diyor, yumuşak eleştiriyi bana göstersinler.
Ben konu başlıklarını vereyim, onlar bunu “yumuşak başlı” bir üslupla eleştirsinler.
İki polisle başlayalım isterseniz.
Son zamanlarda iki polis şefi gündemde geniş yer kapladı.
Birincisi, işkenceciliği mahkeme kararıyla tescillenen ve buna rağmen terfi ettirilen polis.
Başbakan, bu polis şefi için “Ben polisimi yedirtmem” dedi ve sahip çıktı.
İkincisi Diyarbakır Emniyet Müdürü.
O da, “Dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” dedi.
PKK’yı ya da PKK’nın şiddetini, politikalarını övmedi, sadece PKK’lı o genç çocukların da “insan” olduğunu hatırlattı, çocukları dağa gitmiş, evlat acısı çekmiş bölge insanıyla “insanca değerler” üstünden bir “gönül bağı” kurmak istedi.
Başbakan da o Emniyet müdürü hakkında inceletme başlattı.
AKP, MHP, CHP, o polis şefine yüklenmekte müthiş bir işbirliği ve ortaklık kurdular.
İşkenceci polisin korunmasını, bu ülkede hangi inanç, fikir, ideoloji için olursa olsun ölen çocukların “insan” olduğunu hatırlatan polis müdürünün de “muhalefetle el ele” harcanmasını “yumuşak biçimde” eleştirin hadi.
Tabii, eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorsanız.
İşkenceciye sahip çıkıp, diğerini harcamanın “uygun” olduğunu düşünüyorsanız o zaman “yumuşak bir üslupla” beni ve benim gibi düşünenleri eleştireceksiniz.
Gelelim medyaya.
Ali Aker, Uludere’de hükümetin tutumunu eleştirdiği için işinden çıkarıldı.
Cüneyt Özdemir sadece “Dışişleri Bakanı neden Myanmar’a gitti” diye sorduğu için Başbakan’ın hedefi oldu, Erdoğan binlerce insanın önünde “yazıklar olsun sana” diye bağırarak Aydın Doğan’ı azarlayıp Özdemir’in işine son verilmesini istedi.
Şimdi “yumuşak bir üslupla” eleştirin bu açık baskıyı, fikir özgürlüğüne tahammülsüzlüğü.
Suriye’den konuşalım.
Suriye’yle savaşın eşiğinde dolaşıyoruz, Suriye’deki silahlı muhalefete çok açık destek veriyoruz, iç savaşta doğrudan tarafız.
Hükümet, ülkeyi savaşın eşiğine getirmesini, Suriye üzerinden PKK’yı güçlendirmesini, otuz yılın en kanlı yazını yaşamamızı, “Suriye’de demokrasi” talebine bağlıyor.
Ama aynı hükümet, uluslararası mahkeme tarafından “soykırım sanığı” olarak aranan Sudan diktatörüyle “askerî anlaşma” imzalıyor.
Bu çelişkide bir samimiyetsizlik, Suriye’yle savaşın eşiğine gelmemizde halktan gizlenen bir “neden” görüyorsanız bunu “yumuşak bir üslupla” eleştirin.
Avrupa Birliği’ne bakalım.
Bu hükümet, iktidarının ilk yıllarında Avrupa’yla uyum yasaları çıkartıyor ve “Avrupa standartlarında bir demokrasi” sözü veriyordu.
Bizim ülke için AB’nin üyesi olmaktan çok daha önemli olan Avrupa’nın standardında bir demokrasiye ulaşmaktı ve o zaman bunun önündeki en büyük engel de askerî vesayetti.
Askerî vesayet bitti.
Hükümet “Avrupa standardında” demokrasiyi unuttu.
AB, “siz demokrasiden uzaklaşıyorsunuz” deyince de onun raporunu canlı yayında “çöpe” attı.
Eğer Avrupa standardında bir demokrasinin bizim için iyi olmadığını, bu ülkenin demokrasiyi, gerçek hukuku, insan haklarını hak etmediğimizi düşünüyorsanız, bunları talep eden benim gibi insanları...
Demokrasinin bizim de hakkımız olduğunu düşünüyorsanız, demokrasiden uzaklaşan hükümeti “yumuşak biçimde” eleştirin.
Ya Uludere?
Devletin savaş uçakları 34 sivili bombalayarak öldürdü.
Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etti.
İçişleri Bakanı öldürülenlere “dolap beygiri” dedi.
Aradan dokuz buçuk ay geçti, bu katliamın sorumluları ortaya çıkarılmadı.
Gerçekler halktan saklandı.
Bunu “yumuşak bir üslupla” eleştirin.
Ama eleştirirken, bir anlığına da olsa, o öldürülenlerden birinin babası, annesi, sevgilisi, kardeşi olduğunuzu düşünün, ölenlerin arasında 12 yaşında kurbanlar bulunduğunu hatırlayın.
Çocuklara “anlatarak öğretemezsiniz, göstererek öğretebilirsiniz” derler, siz dalkavukluk ediyorsanız çocuğunuza dik durmayı, siz para çalıyorsanız çocuğunuza dürüst olmayı öğretemezsiniz, sizin dürüst olduğunuzu görerek çocuğunuz da dürüstlüğü öğrenir.
Eh, ihtiyar yazarlar da biraz çocuk gibidir deyin ve ihtiyar bir yazara gösterin şu “yumuşak” üslubun nasıl bir şey olduğunu.
Ahmet ALTAN / TARAF
Bizim yazıişlerini ikna edebilirsem okuyucular arasında bir yarışma açmak istiyorum.
“En yumuşak eleştiri” yarışması.
Beş yıldan bu yana o kadar çok kavgadan geçtik ki okuyucularımızla aramızda, uzun zaman aynı mevzide yan yana yatan askerlerin arasındakine benzer bir bağ oluştu, kızdıklarında bile söylenmeleri biraz aile içi elektriklenmelere benziyor, “Ahmet Abi sen de...”
Genellikle söyledikleri, “tamam, haklısın da çok sert yazıyorsun”, doğrusu ben sert yazdığım kanaatinde değilim, medya öylesine yumuşayıp “kulak memesi” kıvamına geldi ki her eleştiri “sert” görünür olmaya başladı.
Ben kalemimi epeyce tuttuğumu, sert yazmamaya çalıştığımı düşünüyorum ama madem bizim “aile” sert diyor, yumuşak eleştiriyi bana göstersinler.
Ben konu başlıklarını vereyim, onlar bunu “yumuşak başlı” bir üslupla eleştirsinler.
İki polisle başlayalım isterseniz.
Son zamanlarda iki polis şefi gündemde geniş yer kapladı.
Birincisi, işkenceciliği mahkeme kararıyla tescillenen ve buna rağmen terfi ettirilen polis.
Başbakan, bu polis şefi için “Ben polisimi yedirtmem” dedi ve sahip çıktı.
İkincisi Diyarbakır Emniyet Müdürü.
O da, “Dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” dedi.
PKK’yı ya da PKK’nın şiddetini, politikalarını övmedi, sadece PKK’lı o genç çocukların da “insan” olduğunu hatırlattı, çocukları dağa gitmiş, evlat acısı çekmiş bölge insanıyla “insanca değerler” üstünden bir “gönül bağı” kurmak istedi.
Başbakan da o Emniyet müdürü hakkında inceletme başlattı.
AKP, MHP, CHP, o polis şefine yüklenmekte müthiş bir işbirliği ve ortaklık kurdular.
İşkenceci polisin korunmasını, bu ülkede hangi inanç, fikir, ideoloji için olursa olsun ölen çocukların “insan” olduğunu hatırlatan polis müdürünün de “muhalefetle el ele” harcanmasını “yumuşak biçimde” eleştirin hadi.
Tabii, eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorsanız.
İşkenceciye sahip çıkıp, diğerini harcamanın “uygun” olduğunu düşünüyorsanız o zaman “yumuşak bir üslupla” beni ve benim gibi düşünenleri eleştireceksiniz.
Gelelim medyaya.
Ali Aker, Uludere’de hükümetin tutumunu eleştirdiği için işinden çıkarıldı.
Cüneyt Özdemir sadece “Dışişleri Bakanı neden Myanmar’a gitti” diye sorduğu için Başbakan’ın hedefi oldu, Erdoğan binlerce insanın önünde “yazıklar olsun sana” diye bağırarak Aydın Doğan’ı azarlayıp Özdemir’in işine son verilmesini istedi.
Şimdi “yumuşak bir üslupla” eleştirin bu açık baskıyı, fikir özgürlüğüne tahammülsüzlüğü.
Suriye’den konuşalım.
Suriye’yle savaşın eşiğinde dolaşıyoruz, Suriye’deki silahlı muhalefete çok açık destek veriyoruz, iç savaşta doğrudan tarafız.
Hükümet, ülkeyi savaşın eşiğine getirmesini, Suriye üzerinden PKK’yı güçlendirmesini, otuz yılın en kanlı yazını yaşamamızı, “Suriye’de demokrasi” talebine bağlıyor.
Ama aynı hükümet, uluslararası mahkeme tarafından “soykırım sanığı” olarak aranan Sudan diktatörüyle “askerî anlaşma” imzalıyor.
Bu çelişkide bir samimiyetsizlik, Suriye’yle savaşın eşiğine gelmemizde halktan gizlenen bir “neden” görüyorsanız bunu “yumuşak bir üslupla” eleştirin.
Avrupa Birliği’ne bakalım.
Bu hükümet, iktidarının ilk yıllarında Avrupa’yla uyum yasaları çıkartıyor ve “Avrupa standartlarında bir demokrasi” sözü veriyordu.
Bizim ülke için AB’nin üyesi olmaktan çok daha önemli olan Avrupa’nın standardında bir demokrasiye ulaşmaktı ve o zaman bunun önündeki en büyük engel de askerî vesayetti.
Askerî vesayet bitti.
Hükümet “Avrupa standardında” demokrasiyi unuttu.
AB, “siz demokrasiden uzaklaşıyorsunuz” deyince de onun raporunu canlı yayında “çöpe” attı.
Eğer Avrupa standardında bir demokrasinin bizim için iyi olmadığını, bu ülkenin demokrasiyi, gerçek hukuku, insan haklarını hak etmediğimizi düşünüyorsanız, bunları talep eden benim gibi insanları...
Demokrasinin bizim de hakkımız olduğunu düşünüyorsanız, demokrasiden uzaklaşan hükümeti “yumuşak biçimde” eleştirin.
Ya Uludere?
Devletin savaş uçakları 34 sivili bombalayarak öldürdü.
Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etti.
İçişleri Bakanı öldürülenlere “dolap beygiri” dedi.
Aradan dokuz buçuk ay geçti, bu katliamın sorumluları ortaya çıkarılmadı.
Gerçekler halktan saklandı.
Bunu “yumuşak bir üslupla” eleştirin.
Ama eleştirirken, bir anlığına da olsa, o öldürülenlerden birinin babası, annesi, sevgilisi, kardeşi olduğunuzu düşünün, ölenlerin arasında 12 yaşında kurbanlar bulunduğunu hatırlayın.
Çocuklara “anlatarak öğretemezsiniz, göstererek öğretebilirsiniz” derler, siz dalkavukluk ediyorsanız çocuğunuza dik durmayı, siz para çalıyorsanız çocuğunuza dürüst olmayı öğretemezsiniz, sizin dürüst olduğunuzu görerek çocuğunuz da dürüstlüğü öğrenir.
Eh, ihtiyar yazarlar da biraz çocuk gibidir deyin ve ihtiyar bir yazara gösterin şu “yumuşak” üslubun nasıl bir şey olduğunu.
Ahmet ALTAN / TARAF