Efendim; İki gün önce Menemen olayının 94. Yıldönümüydü. Normal olarak anıldı. İyi de oldu. Burada sorun yok. Fakat şimdi söyleyeceklerimden dolayı cahil derecede düşünme özürlü kimi “Laikçi” arkadaşlar bozulabilirler. Bozulsunlar. (Ezberleri bozulur aslında!) Ben bir aydınım, sürüden biri değilim ve doğru bildiğimi söylerim. Onlar olayın her yıl dönümünde “Ah Kubilay, Vah Kubilay…” diye ağıtlar yaka dursunlar, yaşananlardan hiç “Ders” çıkartmamışlar belli ki. İki gram aklı olanlar söylediklerime hak vereceklerdir!..
Anladık “Şeriatçı ayaklanma”, “irtica karşı devrimi” , “mürteci hareketi”, filanda o esnada Asteğmen Kubilay’ı ve emrindeki askerleri oraya mermisiz yollayanların hiç mi kabahati yok? Nedense kimse bu soruyu sormaz, sormak istemez. Ben soruyorum…
İğneyi Kendimize Çuvaldızı Başkasına Batıralım!..
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğundan beri zayıf karnı bu tarz olaylardır. (Öncesinde de, 1925’te Kürtçü – Şeriatçı içerikte Şeyh Sait olayı vardır. O kadar ki müthiş öngörülü bir lider olan Atatürk sağken bile bunlar olabilmiştir. Genç cumhuriyetin karşılaştığı ilk tehditlerdir bunlar…
Nitekim yıllar sonra daha büyük çaplı benzeri bir olay Sivas’ta yaşanacak bu kez askerin mermisi olduğu halde basiretsiz yöneticiler yüzünden onlarca aydın yakılmaya çalışılarak ölecektir. O esnada başbakan olan Çiller Van’daki Otel Yangını ile Sivas’takini ayırt etmekten bile acizdir) Burada acaba güvenlik önlemi adına yapılmayan ne vardı da yapılmadı? Böyle bir “Yüzleşme” bence gereklidir. Çünkü belli ki ortada açık bir güvenlik ve tedbir zafiyeti vardır. İsteyen klişe lafları tekrarlayabilir…
Bir Sabah Menemen’de Aniden Beliren Güruh…
Önce olayı ana hatlarıyla bir hatırlayalım…
O gün yani 23 Aralık 1930’da Menemen Meydanı’na günün çok erken saatlerinde sarıklı, cübbeli ve tekbirler getiren, bazıları silahlı 6 kişilik bir grup gelmişti. Bunlar “Şapka devrimi” ni bahane ediyorlardı. Başlarında kendini “Mehdi” olarak tanımlayan Derviş Mehmet diye biri vardı. Arkalarından 70 bin kişilik bir ordunun gelmekte olduğunu söyleyen sahte Mehdi şeriat bayrağı etrafında toplanılması çağrısı yaptı.
Hadise duyulunca önce Yüzbaşı Fahri onlarla konuşmaya çalıştı. O nedense yanında 4 silahlı jandarma eri olduğu halde bir şey yapmadı. Bunun üzerine durum 43. Piyade alayına bildirilir. Alay komutanı o esnada 24 yaşındaki yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın emrine bir grup asker vererek olay yerine gönderdi. Kubilay’da silah, askerlerin tüfeklerinde gerçek mermi yoktu. Daha doğrusu tüfeklerde “Kurusıkı” diye tabir edebileceğimiz “tören mermileri” vardı. Bu da Derviş Mehmet’in işine yaradı ve halka “Bakın ben Mehdiyim bana kurşun bile işlemiyor” diye propaganda fırsatı tanıdı.
Yobazlara “Teslim ol” çağrısı yaparken Kubilay’a ateş edildi ve yaralanıp yere düştü. Ayağa kalkıp kaçmaya çalışırken Cami avlusuna doğru yere kapaklandı. Derviş Mehmet ve afyonlanmış grubu Kubilay’ın üzerine çöktüler. Bir testereli bağ bıçağı ile başını gövdesinden ayırdılar ve kopan başı yeşil bayraklı sopanın ucuna astılar. O esnada yardıma koşan mahalle bekçileri Hasan ve Şevki’de vurularak öldürüldüler.
Ardından yetişen ve bu kez gerçek mermili silahları olan askeri birlik çapulculara ateş etti. Bazıları vurulup düşerken bazıları kaçtı. Diğerleri sonraları derdest edilip, yargılandılar. 41 sanık muhtelif cezalar aldı. 36 kişi idam cezası alırken bazıları yaş küçüklüğünden kurtardı. Kalan 28 kişi 3 Şubat 1931 gecesi Kubilay’ı şehit ettikleri yerde idam edildiler.
Hatalar Silsilesi!..
Peki nasıl olmuştu da bir avuç gözü dönmüş bu olayları yaratabilmişti? Bunu engellemenin, olayın seyrini değiştirmenin imkânı yok muydu? Kubilay şehit olmayabilir miydi? Daha da acısı burada bariz bir güvenlik zaafı mı söz konusuydu? Yeter ve doğru tedbir alınmamış mıydı?..
Atatürk’ün Kabahati Yok!..
Şimdi bazı “Atatürk’ten fazla Atatürkçüler” var. Bunlar cumhuriyete ve Atatürk’e halel gelmesin diye bazı olayların bazı cephelerini tartışmaktan imtina ediyorlar. O yüzden bu gibi soruları sormuyorlar, soranlardan da hoşlanmıyorlar. Menemen’de olanlarda bunun bir istisnası değil. Akılları sıra Atatürk’ü ve cumhuriyeti koruyorlar. Sözde toz kondurmuyorlar. Oysa onları gerçekten korumak hatalardan ders çıkarmakla mümkündür. Doğruya doğru, eğriye eğri!..
Halbuki olayın Atatürk’le hiçbir ilgisi zaten yoktu. Yıllarını askerliğe vermiş, başkomutan böylesi bir olaya askerlerin silahsız gönderilmeyeceğini bilemez mi? Sanki Atatürk o gün oradaymış ve askerlere “Silahlarınıza mermi almayın” mı demişti? (O kadar ki Atatürk anlatılanlara göre olayı duyar duymaz adeta köpürmüştü. Rivayete göre “Menemen’in haritadan silinmesini” emredecekti. Çevresi tarafından zar zor ikna edilip, vazgeçirilmişti.) Burada bir hata varsa oradaki alay komutanı ve mülki amirlerindir. Son derece basiretsiz ve tedbirsiz davranmışlardır…
Hiç Kendimizi Kandırmayalım!..
Öyle anlaşılıyor ki, istenildiği kadar olay bir “Kahramanlık destanı” gibi anlatılsın Kubilay bir anlamda, göz göre göre, pisipisine ölmüştür. Kubilay oraya öyle savunmasız, sanki “Kurbanlık” gibi gönderilip, adeta o isyancı gruba “Yem” edilmiştir. Hiçbir demagoji bu gerçeği değiştiremez.
Kabul etmesi zordur ama hiç kendimizi boşuna kandırmayalım. Çıplak gerçek budur. Şayet Kubilay oraya yeterli donanımla gönderilip, o “Yobaz kalkışması” nı hayatı pahasına bile olsa, çatışarak bastırabilseydi işte o zaman “Kahramanca” bir hareket olurdu. Bu trajik biçimiyle bana göre Kubilay’a “Yazık” olmuştur!..
25. 12. 2025