ACI ÇEKMEK BEDAVA, GÜLMEK NEDEN PARAYLA?
Dizi izlerken ağlamaya bayılan seyirci neden sinemaya gidip de bilet parasını ödediği zaman komedi filmlerini tercih ediyor? Medyaradar sinema-tv yazarı Murat Tolga Şen'in kaleminden okuyun.
Akdeniz ikliminin sıcakkanlı insanları olduğumuzdan her şeyi bir miktar abartarak yaşadığımız doğrudur. Haliyle, bu duygusallık şarkılarımıza, Türkülerimize, edebiyat ve sinema eserlerimize de geçiyor. Şu sıralar halkımızın temel tüketim maddelerinin önde gelenlerinden olan TV dizilerinde de durum değişmiyor. Kahramanca direnen bir avuç komedi dizisinin neşeli tiplemelerini saymazsak neredeyse tüm dizi karakterleri başlarına gelen bin bir talihsizlikle yoğun bir acı çekme haline sürükleniyorlar. Geçen yıl sona eren Yaprak Dökümü’nün Leyla’sını, hala oynamakta olan Öyle bir Geçer Zamanki’nin Aylin’ini düşünsenize… Her bölüm ağlamaktan göz pınarları kurudu bu talihsiz insanların. Öte tarafta, sinema salonlarında ise komedi filmlerinin saltanatı sürüyor. Hani neredeyse Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz , Ata Demirer ve Şafak Sezer film çekmese salonlar iflas bayrağını çekecek... Bu isimlerin oynadığı 4-5 film o yılın toplam gişesinin %50’sini oluşturuyor.
Arada zorla kaktırılan bir ton reklamı saymazsanız TV dizilerini seyretmek bedava ama sinemaya gitmek parayla… Peki, dizi izlerken ağlamaya bayılan seyirci neden sinemaya gidip de bilet parasını ödediği zaman komedi filmlerini tercih ediyor? Sebebi basit! Sinema seyircisi ile Tv izleyicisi aynı kişiler değil hatta aynı yaş grubuna bile dâhil değiller. Seyircinin talebi doğrultusunda, her yıl daha da acılanan, olmadık entrikalardan medet uman dizileri seyredenler, karakterlerin başlarına gelenlerle kendilerinden geçiyorlar. Bu dizilerin hedef kitlesinin yaşını, başını almış annelerimiz, teyzelerimiz olduğu çok açık. Güne Müge Anlı’nın cinai çözümlemeleriyle başlayan ve bir yandan dolma sararken bir yandan da “3 gündür evine gitmeyen Recep’e ne oldu?” sorusunu, artık bir hafiyeye dönüşmüş olarak, “onun kahvedeki arkadaşı var ya, o kaçırdı borcu için” diye şıp diye çözüveren kadınlar bunlar… Kendi annemden biliyorum bunun böyle olduğunu. Günün ilerleyen saatlerinde çoğu ajans oyuncularından seçilen kolpadan evlilik programlarıyla kendinden geçen bu insanların akşam da en büyük eğlencesi “çöldeki Kutup ayısı” misali başına olmadık işler gelen zavallı insanların öykülerini anlatan acıklı diziler!
Yeşilçam’ın melodram geleneğini doz aşımına uğratarak bünyeye zerk eden bu türden yapımlar neyse ki sadece TV kanallarında hüküm sürüyor, iş sinema için bir şeyler yapmaya ve bilet satarak seyirciyi çekmeye geldiğinde ıstırabın yerini hızla gülmece alıyor.
Çünkü TV’deki arz ev kadınları üzerinden belirlenirken, sinema salonlarında annelerimizin, teyzelerimizin hükmü son buluyor. Salonlar gençlerin işgali altında. Türkiye’de sinema bileti alan seyircinin çoğunluğu 13-25 yaş arası insanlardan oluşuyor. 80’lerdeki müthiş salon kıyımının ardından, 90’larda Alışveriş merkezlerine sığınarak yok olmaktan kurtulan ve hızla çoğalan sinema salonlarının kıymetlisi özellikle haftasonu gezmesine çıkmış gençler, genç çiftler… Bu insanların en sevdiği şeyse gülmek, eğlenmek… İleride bu memleket düzeninde başlarına gelecekleri düşünürsek haksız da değiller. 60’larda, 70’lerde henüz anneler, babalar sinema salonlarını gençlere bırakmamışken yükselen melodram çılgınlığının gençler arasında pek bir alıcısı yok… Ancak Çağan Irmak ya da Ömer Faruk Sorak gibi zanaatkâr tarafı çok yüksek yönetmenler onları acıklı, duygusal bir hikayenin içine çekebiliyor. Geri kalan tüm denemeler başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Demem o ki, Türkiye sinemaya gitmiyor, sinemaya gidenler gençler, onların derdi de gülmek... Halkın kalanı ise TV’de "ne çıkarsa bahtıma" dercesine bir bayağılık batağına saplanmış durumda... Ulusal kanalların neredeyse tamamında tematik dizi kanallarından daha çok dizi gösteriliyor. Bunlar ucuz ve ilkel tepkileri harekete geçirerek bağımlılık yaratan işler... Fakat başka bir yazının konusu olabilecek şekilde, artık izleyenlerin "bu kadarı da fazla" dediğini ve komedi dizilerinin yeniden yükselişe geçtiğini de görüyoruz. Reklamverenlerin "parası olan neyi seyrediyorsa o tarafa yönelelim" mantığı da bu işte etkili oldu. Gülse Birsel’in Yalan Dünya’sı ilk bölümünden beri "ajitasyon dizileri" ne karşı savaş açmış durumda... AB gurubu, Türk annesine karşı... Sonucu ben de merak ediyorum. İyi seyirler...
Twitter.com/murattolga
Arada zorla kaktırılan bir ton reklamı saymazsanız TV dizilerini seyretmek bedava ama sinemaya gitmek parayla… Peki, dizi izlerken ağlamaya bayılan seyirci neden sinemaya gidip de bilet parasını ödediği zaman komedi filmlerini tercih ediyor? Sebebi basit! Sinema seyircisi ile Tv izleyicisi aynı kişiler değil hatta aynı yaş grubuna bile dâhil değiller. Seyircinin talebi doğrultusunda, her yıl daha da acılanan, olmadık entrikalardan medet uman dizileri seyredenler, karakterlerin başlarına gelenlerle kendilerinden geçiyorlar. Bu dizilerin hedef kitlesinin yaşını, başını almış annelerimiz, teyzelerimiz olduğu çok açık. Güne Müge Anlı’nın cinai çözümlemeleriyle başlayan ve bir yandan dolma sararken bir yandan da “3 gündür evine gitmeyen Recep’e ne oldu?” sorusunu, artık bir hafiyeye dönüşmüş olarak, “onun kahvedeki arkadaşı var ya, o kaçırdı borcu için” diye şıp diye çözüveren kadınlar bunlar… Kendi annemden biliyorum bunun böyle olduğunu. Günün ilerleyen saatlerinde çoğu ajans oyuncularından seçilen kolpadan evlilik programlarıyla kendinden geçen bu insanların akşam da en büyük eğlencesi “çöldeki Kutup ayısı” misali başına olmadık işler gelen zavallı insanların öykülerini anlatan acıklı diziler!
Yeşilçam’ın melodram geleneğini doz aşımına uğratarak bünyeye zerk eden bu türden yapımlar neyse ki sadece TV kanallarında hüküm sürüyor, iş sinema için bir şeyler yapmaya ve bilet satarak seyirciyi çekmeye geldiğinde ıstırabın yerini hızla gülmece alıyor.
Çünkü TV’deki arz ev kadınları üzerinden belirlenirken, sinema salonlarında annelerimizin, teyzelerimizin hükmü son buluyor. Salonlar gençlerin işgali altında. Türkiye’de sinema bileti alan seyircinin çoğunluğu 13-25 yaş arası insanlardan oluşuyor. 80’lerdeki müthiş salon kıyımının ardından, 90’larda Alışveriş merkezlerine sığınarak yok olmaktan kurtulan ve hızla çoğalan sinema salonlarının kıymetlisi özellikle haftasonu gezmesine çıkmış gençler, genç çiftler… Bu insanların en sevdiği şeyse gülmek, eğlenmek… İleride bu memleket düzeninde başlarına gelecekleri düşünürsek haksız da değiller. 60’larda, 70’lerde henüz anneler, babalar sinema salonlarını gençlere bırakmamışken yükselen melodram çılgınlığının gençler arasında pek bir alıcısı yok… Ancak Çağan Irmak ya da Ömer Faruk Sorak gibi zanaatkâr tarafı çok yüksek yönetmenler onları acıklı, duygusal bir hikayenin içine çekebiliyor. Geri kalan tüm denemeler başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Demem o ki, Türkiye sinemaya gitmiyor, sinemaya gidenler gençler, onların derdi de gülmek... Halkın kalanı ise TV’de "ne çıkarsa bahtıma" dercesine bir bayağılık batağına saplanmış durumda... Ulusal kanalların neredeyse tamamında tematik dizi kanallarından daha çok dizi gösteriliyor. Bunlar ucuz ve ilkel tepkileri harekete geçirerek bağımlılık yaratan işler... Fakat başka bir yazının konusu olabilecek şekilde, artık izleyenlerin "bu kadarı da fazla" dediğini ve komedi dizilerinin yeniden yükselişe geçtiğini de görüyoruz. Reklamverenlerin "parası olan neyi seyrediyorsa o tarafa yönelelim" mantığı da bu işte etkili oldu. Gülse Birsel’in Yalan Dünya’sı ilk bölümünden beri "ajitasyon dizileri" ne karşı savaş açmış durumda... AB gurubu, Türk annesine karşı... Sonucu ben de merak ediyorum. İyi seyirler...
Twitter.com/murattolga