'Acemi casus' Can Dündar, Silivri’den bildiriyor: Beni suça annem itti!
Can Dündar, MİT TIR’ları ile ilgili yaptığı haber gerekçesiyle "terör örgütüne yardım, casusluk ve devlet sırlarını ifşa etmek” suçlarından tutuklanarak gönderildiği Silivri Cezaevi’nden yazdı.
Yazısında cezaevinde bir psikolog tarafından kendisine anket yapıldığını söyleyen Dündar’a “Sizi suça kim itti” diye soruldu. Dündar, “Annem, daha bebekken bana kitap okumaya başladı. Bir de ilkokul öğretmenim... Bana yazmayı öğretti” dedi.
Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (1 Aralık 2015) tarihli nüshasında yayımlanan “Acemi casus” başlıklı yazısı şöyle:
Erdem’le Silivri’ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular:
“Terör mü, adi mi?”
Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım:
“Casusum ben” dedim, ciddi bir edayla...
Muhataplarımda yarattığı hayretle karışık hayranlığın keyfini sürdüm.
İyi de... Sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. Bilsem, oranın bir casusuyla bir köprü üzerinde takas edilmemi isteyeceğim; ama söylemediler.
İşin kötüsü, elde casus olduğumu gösterebileceğim bir kanıt da yok.
Hâkimin kararına bakılırsa, acemi bir casus olduğum için, ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten vermiştim. O da yakaladı tabii...
Eldeki tek kanıt bu...
Adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark etti bu durumu...
“Şu misafirler gitsin ben sana gösteririm” diyen dayakçı baba gibi, G20’nin bitmesini bekledi.
Ve misafirler gider gitmez “Delilleri karartmamam için” tutuklanmama karar verdi.
O gün gazete 100 bin basılmıştı. Demek 100 bin delil var.
Bunları acilen karartmam lazım.
İlk gece bir plan yaptım:
Bizim casusluk şebekesine bir mektup yazdım:
“Derhal bu gazeteleri bulup manşeti bir keçeli kalemle çizin, karartın.”
Bunu yazıp kâğıdı turna şeklinde katladım, gökyüzüne fırlattım.
Ama acemilik işte; mektubum tellere takıldı.
Şimdi, Silivri Cezaevi’nin dikenli tellerinde sallanan bu turnadan dolayı,
“Delilleri karartmaya çalışmak”tan ayrı ceza yerim kesin...
Hoş mektup tele takılmayıp gazeteye ulaşsa da el yazım pek kötü olduğu için talimatımı okuyamayacaklardı muhtemelen.
İlk yolladığım mektupta, “Sevdiğim kırmızı kalemimi yolladılar” diye yazmıştım.
Gazetede “kırmızı valizimi” diye çıktı. O günden beri “şifreli mesaj verdiğim” zannıyla odamda kırmızı valiz aranıyor.
**
İkinci günümde “ıslah olmam için” psikolog karşısına çıkardılar. Âdettenmiş.
İçeri giren herkese uygulanan bir anket yaptılar. Zarif bir küçük hanım ve anketörler, “Sizi suça kim itti” diye sordu.
“Annem” dedim:
“Daha bebekken bana kitap okumaya başladı. Bir de ilkokul öğretmenim... Bana yazamayı öğretti.”
“Çıkınca suç işlemeye devam edecek misiniz?”
“Öyle görünüyor. İçeriden bile yazıyorum, baksanıza...”
Bir de kütüphaneden Don Kişot kitabı istediğimi duyunca, teşhisi koydular sanırım.
***
Adliyede mahkemenin kararını beklerken tecrübeli iki eski mahkûm, Celal Doğan ve Celalettin Can, koridorda volta atma kursu veriyordu bana.
Celalettin, “Tempolu yürüyeceksin. Aslolan, karşıdan yürüyenin yolunu kesmemek” diyordu.
Şimdi Silivri’deki hücremin küçük havalandırmasında tek başıma volta atarken, kulaklarını çınlatıyorum.
“Karşıdan gelen” yok.
O omuz omuza volta atılabilen, kalabalık koğuşlu cezaevlerinin yerini F Tipi katı bir tecrit aldı çünkü.
Voltada bile yalnızsın.
Neysi ki havalandırmanın ortasında bir mazgal var. Oraya seslenirseniz, kanalizasyondan sesiniz şehre ulaşabiliyor.
Acemi bir casus olarak bunu 2. gün keşfedince ilk denememi yaptım, mazgala doğru eğilip fısıldadım:
“Midas’ın kulakları... Pardon MİT’in TIR’ları silah taşıyor.”
Casusunuz Silivri’den bildiriyor.
***
Neyse, bu kadar ajanlık yeter.
Henüz kâğıdım yok. Bu satırları yazdığım “İhtiyaç istem fişi” de tükenmek üzere...
Kalan tek sayfaya ihtiyaçları yazıp kantinden ısmarlamam lazım.
Alaturka tuvalet için maşrapa...
Kış hazırlığı için kapı bandı...
Yer temizliği için vileda...
Hangi sıvı deterjan daha iyi acaba?
Önceki gün Merkel, Hollande gibi 28 Avrupa liderine mektup yazdığım kâğıda hela pompası siparişi yazmak da varmış hayatta...
Zormuş bu casusluk işi...
Neyse, yine de hırsızlıktan iyi...
Silivriden selam-sevgi...
Son tweet’ini bizim için atmış Tahir Elçi...
“Tutuklanmaları basın ve ifade özgürlüğüne en ağır darbedir” demiş.
“Şiddetli bir toplumsal refleks gösterilmezse dönüşü olmayan karanlık tünelden geri dönüş zor olacak” diye eklemiş.
Bu mesajdan hemen sonra o dönüşü olmayan tünel, barış elçimizi de çekti karanlığına...
Tutuklanmış olsa, yaşayacaktı belki...
Seçenekler bunlar:
Ölümden iyisi, zalimin hücresi...
Elçi’yi, haklarını savunduğu mazlumlardan biri -dört ayaklı minare ile birlikte sonuncusu- olarak saygı, minnet ve hayranlıkla uğurluyorum.
Epeydir mektup yazmamışsınızdır.
Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (1 Aralık 2015) tarihli nüshasında yayımlanan “Acemi casus” başlıklı yazısı şöyle:
Erdem’le Silivri’ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular:
“Terör mü, adi mi?”
Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım:
“Casusum ben” dedim, ciddi bir edayla...
Muhataplarımda yarattığı hayretle karışık hayranlığın keyfini sürdüm.
İyi de... Sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. Bilsem, oranın bir casusuyla bir köprü üzerinde takas edilmemi isteyeceğim; ama söylemediler.
İşin kötüsü, elde casus olduğumu gösterebileceğim bir kanıt da yok.
Hâkimin kararına bakılırsa, acemi bir casus olduğum için, ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten vermiştim. O da yakaladı tabii...
Eldeki tek kanıt bu...
Adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark etti bu durumu...
“Şu misafirler gitsin ben sana gösteririm” diyen dayakçı baba gibi, G20’nin bitmesini bekledi.
Ve misafirler gider gitmez “Delilleri karartmamam için” tutuklanmama karar verdi.
O gün gazete 100 bin basılmıştı. Demek 100 bin delil var.
Bunları acilen karartmam lazım.
İlk gece bir plan yaptım:
Bizim casusluk şebekesine bir mektup yazdım:
“Derhal bu gazeteleri bulup manşeti bir keçeli kalemle çizin, karartın.”
Bunu yazıp kâğıdı turna şeklinde katladım, gökyüzüne fırlattım.
Ama acemilik işte; mektubum tellere takıldı.
Şimdi, Silivri Cezaevi’nin dikenli tellerinde sallanan bu turnadan dolayı,
“Delilleri karartmaya çalışmak”tan ayrı ceza yerim kesin...
Hoş mektup tele takılmayıp gazeteye ulaşsa da el yazım pek kötü olduğu için talimatımı okuyamayacaklardı muhtemelen.
İlk yolladığım mektupta, “Sevdiğim kırmızı kalemimi yolladılar” diye yazmıştım.
Gazetede “kırmızı valizimi” diye çıktı. O günden beri “şifreli mesaj verdiğim” zannıyla odamda kırmızı valiz aranıyor.
**
İkinci günümde “ıslah olmam için” psikolog karşısına çıkardılar. Âdettenmiş.
İçeri giren herkese uygulanan bir anket yaptılar. Zarif bir küçük hanım ve anketörler, “Sizi suça kim itti” diye sordu.
“Annem” dedim:
“Daha bebekken bana kitap okumaya başladı. Bir de ilkokul öğretmenim... Bana yazamayı öğretti.”
“Çıkınca suç işlemeye devam edecek misiniz?”
“Öyle görünüyor. İçeriden bile yazıyorum, baksanıza...”
Bir de kütüphaneden Don Kişot kitabı istediğimi duyunca, teşhisi koydular sanırım.
***
Adliyede mahkemenin kararını beklerken tecrübeli iki eski mahkûm, Celal Doğan ve Celalettin Can, koridorda volta atma kursu veriyordu bana.
Celalettin, “Tempolu yürüyeceksin. Aslolan, karşıdan yürüyenin yolunu kesmemek” diyordu.
Şimdi Silivri’deki hücremin küçük havalandırmasında tek başıma volta atarken, kulaklarını çınlatıyorum.
“Karşıdan gelen” yok.
O omuz omuza volta atılabilen, kalabalık koğuşlu cezaevlerinin yerini F Tipi katı bir tecrit aldı çünkü.
Voltada bile yalnızsın.
Neysi ki havalandırmanın ortasında bir mazgal var. Oraya seslenirseniz, kanalizasyondan sesiniz şehre ulaşabiliyor.
Acemi bir casus olarak bunu 2. gün keşfedince ilk denememi yaptım, mazgala doğru eğilip fısıldadım:
“Midas’ın kulakları... Pardon MİT’in TIR’ları silah taşıyor.”
Casusunuz Silivri’den bildiriyor.
***
Neyse, bu kadar ajanlık yeter.
Henüz kâğıdım yok. Bu satırları yazdığım “İhtiyaç istem fişi” de tükenmek üzere...
Kalan tek sayfaya ihtiyaçları yazıp kantinden ısmarlamam lazım.
Alaturka tuvalet için maşrapa...
Kış hazırlığı için kapı bandı...
Yer temizliği için vileda...
Hangi sıvı deterjan daha iyi acaba?
Önceki gün Merkel, Hollande gibi 28 Avrupa liderine mektup yazdığım kâğıda hela pompası siparişi yazmak da varmış hayatta...
Zormuş bu casusluk işi...
Neyse, yine de hırsızlıktan iyi...
Silivriden selam-sevgi...
Son tweet’ini bizim için atmış Tahir Elçi...
“Tutuklanmaları basın ve ifade özgürlüğüne en ağır darbedir” demiş.
“Şiddetli bir toplumsal refleks gösterilmezse dönüşü olmayan karanlık tünelden geri dönüş zor olacak” diye eklemiş.
Bu mesajdan hemen sonra o dönüşü olmayan tünel, barış elçimizi de çekti karanlığına...
Tutuklanmış olsa, yaşayacaktı belki...
Seçenekler bunlar:
Ölümden iyisi, zalimin hücresi...
Elçi’yi, haklarını savunduğu mazlumlardan biri -dört ayaklı minare ile birlikte sonuncusu- olarak saygı, minnet ve hayranlıkla uğurluyorum.
Epeydir mektup yazmamışsınızdır.