"ACABA BU HABERLERİ HİÇ VERMEMELİ MİYİZ?..." HÜRRİYET ÇALIŞANLARI HANGİ HABERDEN RAHATSIZ OLDU?... ÖZKÖK ŞİMDİ NE YAPACAK?...

Dün dikkat ettim. Hata kolektifti, ama savunma o kadar kolektif olmadı. Çünkü hepimizin içinde "Keşke yapmasaydık" gibi bir duygu vardı. En zor durumda olan da bendim.

Odaya kapanan erkekler


GENEL yayın yönetmeni olmaktan, gerçekten yorgun düştüğüm günler var.Dün işte öyle bir gündü.

Daha sabahın erken saatlerinden itibaren Hürriyet´in kadın grubunun e-mail bombardımanına tutuldum.

Ferai Tınç, Ayşe Karasu, Şermin Terzi, Gönül Birkiye, Emel Armutçu, Evrim Sümer, Sinem Aktürk...

Ardından, Serdar Devrim ve başka bazı erkekler de katıldı.

Dikkat ettim, bu defa sadece tepki göstermekle kalmamışlar, aynı zamanda "eyleme geçme" önerileri de var.

Dış Haberler Müdürümüz Ayşe Karasu, "Arkadaşlar bu böyle olmayacak" diyerek şöyle yazmış:

"Her olay patlak verdiğinde infial içinde bir e-mail trafiği yaşanıyor, sonra sorunu gömüp yola devam ediyoruz.

Haberlerin nasıl verileceğini çok geniş katılımlı bir toplantıda konuşup, kırmızı çizgileri karara bağlamayı öneriyorum.

Aksi takdirde her gün saat 14.30´da gazeteyi yapmak üzere odaya kapanan erkekler, gazeteyi kendi bildikleri gibi yapmaya devam edecekler."

O an düşündüm. Neyyire Özkan ayrıldıktan sonra, birinci sayfayı hazırlayan yazı işleri masasında hiç kadın kalmadı.

* * *

Konu, dünkü Hürriyet´te yayınlanan, tecavüz mağduru ile ilgi haberdi.

Arkadaşlarımız iki konuda çok şiddetli tepki gösteriyorlardı.

Birincisi, tecavüz mağdurunun yüzü tam karartılmamıştı.

İkincisi ise, mağdurun poliste verdiği ifadeden yazılan haberin içeriğinde insanı irkilten ayrıntıların yer alışıydı.

Dün konuyu yazı işleri toplantısında uzun uzun tartıştık.

Aslına bakarsanız, hepimiz haberin gazetede yayınlanan halinden rahatsız olmuştuk.

Tabii şunu da düşünmedim değil. Acaba bu tepkiler gelmeseydi rahatsız olur muyduk?

Şu insani gerçeği inkár etmemek lazım.

İnsan gazeteyi yapınca, onun sorumluluğunu da taşıyor.

Dolayısıyla bazen otomatik savunma reflekslerimiz harekete geçiyor.

Mesela şöyle sorularla kendimizi savunmaya çalışıyoruz:

"İngiliz basını olsa ve ünlü bir sanatçı, televizyon dizisi oyuncusu tecavüze uğrasa, bunun manşet yapmaz mı?"

"Gazetecilik haberi ele geçirme sanatıdır. Arkadaşlarımız ifadeyi ele geçirmiş. Bunu vermeyecek miyiz?"

"Başka gazeteler bu tür haberleri veriyor, biz vermezsek haber atlamış olmaz mıyız?"

Bir de şu argüman:

"Tecavüz haberlerini vermezsek, bu tür suçlar ve onların failleri hep gizli kalacak. O zaman karşı tepki nasıl oluşacak?"

"Ergenekon gibi davalarda, daha iddianame hazırlanmadan birçok insanın hayatı karartıldı. O konuda sesi çıkmayanlar, iş tecavüze gelince niye aslan kesiliyor?"

* * *

Gazetecilik tuhaf bir meslek.

Her gün gazetenizi okunacak haberlerle daha çekici hale getirmek gibi bir refleksiniz oluşuyor.

Böyle bir çekim alanı içinde, ağır bir rekabet psikolojisinin baskısı altındasınız.

Bu atmosfer, en kontrollü insana bile hata yaptırabiliyor.

Bazen, hatanın arkasından mıntıka temizliği yapma ihtiyacı duyuyorsunuz.

Ama çoğu kez iş işten geçmiş oluyor ve yaptığınızla kalıyorsunuz.

Dün dikkat ettim.

Hata kolektifti, ama savunma o kadar kolektif olmadı.

Çünkü hepimizin içinde "Keşke yapmasaydık" gibi bir duygu vardı.

En zor durumda olan da bendim.

Çünkü, gazetenin bir yetki hiyerarşisi varsa, tepesinde ben varım.

Bu hiyerarşinin sorumluluk konusunda da aynı olması gerektiğine inananlardanım.

Dolayısıyla burada bir hata varsa, birinci sorumlusu benim.

* * *

Netice...

Arkadaşlardan gelen tepkileri çok ciddiye alıyorum.

Evet, bu konuyu tartışmalıyız.

Mağdur insanları daha da mağdur etmeden nasıl canlı ve dinamik gazete yapabiliriz, bunu bulmak için çaba harcamalıyız.

Tecavüz, hepimizin tiksintiyle baktığı bir insanlık suçu.

Dolayısıyla, bu k