Abdurrahman Dilipak'tan siyasilere sert çıkış: "Tek adamlık" hayalleriyle...

Dilipak, "Liderlik karizmasının arkasına saklanarak ‘tek adam’ olma hayalleri ile çevresinden itaat sözü alarak ‘ebedi şef’lik taslayanlar ve bizden ‘raina’ dememizi isteyenlere kafamızı kiraya vermemeyi öğrenmemiz gerekiyor" diye yazdı.

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, “Çok geç olmadan” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Dilipak yazısında, yeni kurulan partilere ve Türkiye siyasetinin nasıl olmasına değindi.

“LİDERLİK KARİZMASININ ARKASINA SAKLANARAK ‘TEK ADAM’ OLMA HAYALLERİ İLE ÇEVRESİNDEN İTAAT SÖZÜ ALARAK ‘EBEDİ ŞEF’LİK TASLAYANLAR…”

İsim vermeden AKP’ye yönelik sert eleştirilerde de bulunan Abdurrahman Dilipak, şunları yazdı:

“Geçen gün arkadaşlarla konuşuyoruz: Bir deprem olursa ne olur. Bakın akrabalar, komşular küs. Birbirlerini hain ve işbirlikçi, ajanlıkla suçluyorlar. BÇG, ardından FETÖ, Ergenekon, Balyoz derken bugünlere geldik. Deprem olursa enkaz altından birbirimizi kurtarmak için mi elimizi birbirimize uzatacağız.

Bakın bu yönetim başarısız olursa bütün Türkiye kaybeder. İstanbul, Ankara belediyeleri başarısız olursa yine Türkiye kaybeder. “Bize yar olmayan kimseye de yar olmasın” mı diyeceğiz. Hani sözü dinleyecek, doğrusuna tabi olacak, yanlışına karşı çıkacaktık!. Hani güzel söz ve hikmetle müellefe-i kulûb yapacaktık!. Adil şahidler olacaktık. Bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecekti. AK Parti, CHP, MHP, İyi Parti, hangisi olursa olsun, bakın bakalım kim nasıl hareket ediyor.

Siyasetin gayesi “Maslahat” yani “Sulhetmek” olmalıdır, kavga bahanesi üretmek değil.

Bu kafa ile kim kazanırsa kazansın, ya da kim kaybederse kaybetsin, sonunda kaybeden hep Türkiye olacaktır.

Tarikat, parti, dernek, oda, sendika, şirket, koop. fark etmez. Kimse kendini ‘kurtarıcı’ olarak görmesin ve göstermesin. Kurtarıcı yok! Kurtarıcılardan kurtulmadan da gerçek anlamda kurtuluş yok. Herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır. Liderlik karizmasının arkasına saklanarak ‘tek adam’ olma hayalleri ile çevresinden itaat sözü alarak ‘ebedi şef’lik taslayanlar ve bizden ‘raina’ dememizi isteyenlere kafamızı kiraya vermemeyi öğrenmemiz gerekiyor.”

“BİZE İLAHLIK VE RABLİK TASLAYANLARA YANİ BİZİM ÜZERİMİZE HÜKÜM KOYAN VE BİZİ KENDİ HEVA VE HEVESLERİNE GÖRE TERBİYE ETMEYE KALKANLARIN EMRİ VAKİLERİNE KARŞI DİRENECEĞİZ”

Yeni Akit yazarı Dilipak yazısını şöyle sürdürdü:

“Mahkeme kadıya mülk değildir. Biz, ‘Bizden olan’, yetkisini bizden alan ve bize hesap verenlere, sözleşmeye, ahidleşmeye ve marufa, yani devletin varlık ve meşruiyet temelleri ile ilgili bilinen kurallara uyanlara biz de verdiğimiz söz çerçevesinde uyarız. Yoksa kim olursa olsun, istişare ve şûraya uymayan, masiyetle lekelenmiş işlere göz yummayacak ve sözlere itaat etmeyeceğiz. 28 Şubat’ta etmedik, yeniden o günlere dönülürse yine itaat etmeyeceğiz. Bize İlahlık ve Rablik taslayanlara, yani bizim üzerimize hüküm koyan ve bizi kendi heva ve heveslerine göre terbiye etmeye kalkanların emri vakilerine karşı direneceğiz. Bunlar emir de olsa, babamız da olsa.

Siyaset “velayet” değil, “vekalet” müessesesidir. Hz. Ömer’e cübbesinin hesabını sorarız. Sıradan insanların nasihati bir erdem olarak görülürken, Hutbede Hz. Ömer’in söyledikleri bir kadın tarafından engellenebilir.

Bizde tarikat’da “biad” diye bir şey var. Bunu vakıf, dernek, hatta siyasette uygulamaya başladılar. Bakın biad, karşılığında “cennetin satın alındığı sözleşme” demektir. Bu sözleşme din temelli olduğu için öncelikle “Allah’a ve Resulüne bağlılık”ın yanında farzı kifaye sorumluluklarında, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olma iradesi ile işbölümü ve bir disipline ve o konuda tarafların birbirine verdikleri söze bağlılığı ifade eder. Bu iş karşılığında da Allah’ın rızası sonucu Cennete kavuşmayı ifade ederler. Yoksa birilerinin fikrine ya da otoritesine bağlılık anlamına gelmez.”

“AFFETMESİNİ BİLMEYENLER AFFEDİLMEYECEKLERDİR”

Dilipak yazısını şöyle noktaladı:

“Bunun dışında mutlak bir bağlılık sözü, siyasi otorite ya da din büyüklerini ‘Put’ haline getirir. Onları ‘İlah ve Rab’ konumuna yükseltir ki, o sözü alanın da, o sözü verenin de vay haline!

Bakın Ali İmran 159’da mealen Allah (cc), “Eğer kötü huylu, sert mizaçlı, katı yürekli olsaydın, akılsızca davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onlara af ile muamele yap” buyurmadı mı? Hani “Taif’e giden peygamber“ gibi olacaktık. “Kavli leyyin” bir üslubla hitap edecektik. Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olacaktı. “El emin” olacaktık. Onların kalplerini kazanarak, kurtuluşlarına vesile olacaktık. Yani veresetül enbiya olacaktık.

Bakın, affetmesini bilmeyenler, affedilmeyeceklerdir.

Dilerim herkes kendilerine karşı olan ya da yeni ortaya çıkan siyasi hareketlere karşı daha ölçülü bir dil kullanır. Elbette eleştiri olacaktır. Ama hakaret, iftira, gıybet, dedikodu olmamalı. Troller üzerinden bir yıpratma kampanyası yürütülmemeli. Bana kalırsa daha ahlaklı, daha dürüst ve daha ölçülü bir söylem ve eylem sahipleri kazanacak.

Siyasiler topluma kötü örnek olmamalı. Ağuyu altın tas içre, bala karıştırıp sunanların, yani helale haram katanların yaldızlı sözlerine ve işlerine de kanmayalım bu arada. Hani onlar, ‘Biz ıslah edicileriz’ diyorlardı da, Kur’an onlar için ‘Onlar bozguncuların ta kendileridir’ diyordu ya! “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Dünü unutmayalım, ham vaadlere kanmayalım. Adil şahidler olalım. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalimlere karşı olalım. Bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin. İyilikler kötü işlerin perdesi olmasın! Selâm ve dua ile.”