ABDURRAHMAN DİLİPAK: ZİHİNSEL FONKSİYONLARIM MUTASYONA UĞRAMIŞ, 18'NCİ KROMOZOMUM BOZUK!
Darbe komisyonunda 3 Ekim günü dinlenen Dilipak'ın değerlendirmesi, milletvekillerinin soruları ve yanıtların yer aldığı tutanak çıktı
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda, 28 Şubat, darbeler, Genelkurmay’ın bölgeye gezisindeki gözlemleri gibi konularda çarpıcı açıklamalarda bulunan gazeteci- yazar Abdurrahman Dilipak, “Benim yapım biraz farklıdır. Zihinsel fonksiyonlarım farklı çalışır. Mutasyona uğramış, 18’inci kromozomum bozuk” dedi.
Darbe komisyonunda 3 Ekim günü dinlenen Dilipak’ın değerlendirmesi, milletvekillerinin soruları ve yanıtların yer aldığı tutanak çıktı.
Dilipak, “Benim karakterim, genetik yapım farklı ve bunu da GATA’da tespit ettiler. Türkiye’nin ilk marfan (Bağ doku hastalığı) sendromuna, morfolojik yapı farklılığına sahip bireylerinden biriyim. Zihinsel fonksiyonlarım da farklı çalışıyor” diye konuştu.
‘Lincoln, De Gaulle’den sonra ben’
Dilipak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sanıyorum Amerika’da ilk tespit edilen Abraham Lincoln, Fransa’da Charles de Gaulle, Türkiye’de de… Benim yapım biraz farklıdır. Zihinsel fonksiyonlarım farklı çalışır. Normal insan gibi yani… Mutasyona uğramış, 18’inci kromozomum bozuk. Yorulma, acıkma, üşüme, terleme ya da ne bileyim korkma reflekslerim çok zayıftır. Yani hiç acıktığımı hissetmeden devam edebiliyorum, üşümüyorum, terlemiyorum çok fazla. Böyle bir özelliğim var ve bu özelliğim davranışlarıma, siyasal ilişkilerime de yansıyor.”
‘Tokalaşmam, kravat takmam, sakallıyım’
Dilipak’ın ‘tokalaşma’ sözleri tutanaklara girdi. Komisyon başkanı Nimet Baş, yanlış anlaşılmaya izin vermemek için ‘tokalaşma’ açıklamasını sordu. Dilipak, “Evet, yani tokalaşmam. Birisine yardım söz konusu olsa, niye, asla, yani kucağımda taşıyayım eğer insani yardım anlamındaysa. Ben hiç eşim ve çocuklarım, birinci derece akrabam dışında dokunmadım. Ben oraya geliyorsam dokunmam, bir. Kravat takmam, iki. Sakallıyım, sakalımı kesmeyi de düşünmüyorum” dedi.
‘İsmet Berkan Milli Güvenlik Akademesi sertifikalı gazeteci’
Genelkurmay’ın bölge gezisini de anlatan Dilipak, gazetecilerle ilgili ayrıntıları şöyle aktardı:
“Orada gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan filan da vardı. Ben orada askerî elbise de giymiştim ve Güneydoğu’ya giderken Hürriyet’te boydan boya tam resmim çıkmıştı. Mesela “Biz gazetecilerle de çalışıyoruz. Millî Güvenlik Akademisi sertifikalı gazetecilerimiz de var.” dedi. “Mesela aramızda var mı?” dedik. “Var bir kişi.” dedi. “Söyleyin.” dedik. “Hayır, bu özel.” dedi. Sonra ısrar edince İsmet Berkan’ı söyledi. “İsmet, ayağa kalk.” dedi. İsmet orada ayağa kalktı ve tabii ondan sonra da…”
BDP’li Sırrı Süreyya Önder: Şok, şok, şok.
Tutanaklara yansıyan çarpıcı soru ve yanıtlar şöyle:
Sırrı Süreyya Önder: Helikopterle o Kürt coğrafyasında gezdirilen insanların arasındaydınız. Bu konudaki gözlemleriniz neler oldu? Askerle o karşı karşıya durma hâli Kürt coğrafyasına giderken nasıl bir hâl aldı? Oradan ne sonuçlar çıkardınız? Bunu kamuoyuyla paylaştınız mı? Nasıl paylaştınız? O günkü izlenimleriniz ne? Bugünkü izleniminiz ne?
Abdurrahman Dilipak: Şimdi, tabii, asker elbisesini nasıl giydim? Benim ayaklarım kırk yedi numara, askerdeyken bana ayakkabı bulamadılar. Türk standardı kırk beş numara benimki biraz büyük. Yani “Asker elbisesi bulamazlar.” diye söyledim. Onlar da “Buluruz.” dediler. Bulunca da giydim ve Kürt bölgesinde Türk askerî üniformasıyla dolaştım ben ve Abdurrahman adı itibarıyla da 1 numaralı skorpi de komutanla beraber uçuyordum.
‘Çatışmayı sanat diliyle bitirebilirsiniz’
Ben Özkasnak’la ne konuştum? Özkasnak’a şunu teklif ettim, dedim:
“Bak eğer çatışmayı bitirmek istiyorsanız, sanat dilini kullanmamız lazım, politik dille, ideolojik dille, siyasal bir argüman, sloganları tekrarlayarak barış üretemeyiz, bunun sanatının olması lazım.” Ben eski bir sinemacıyım, MTTB Sinema Kulübünde, millî sinema tartışmasını başlatan 9 kişiden biriyim. Osman Sınav’la beraber biz sinemaya başladık. O ara bir senaryo, hatta giderken de onu düşünmüştüm, operasyona giden bir subayın helikopterinin kaza sonucu Kandil civarında düşmesi ve orada bir çobanın bunu alıp tedavi etmesi ve bir Kürt mezrasında geçen zamanı ve oradaki Kürt bir kıza aşık olması ve ikisinin arasındaki iletişim diliyle, ben Kürtlerin kültürünü, tarihini, ağıtlarını, özlemlerini, korkularını, umutlarını, yukarıda uçan bir pilotun algısıyla, aşağıdaki yaşayan insanın algısının bir sanatsal dille, bir diyalogla çözülmesi yolunda bir öneride bulundum. “Bu çok ilginç, ben dönünce sizi arayacağım, nereden aklına geliyor böyle şeyler.” falan dedi. Ben orada hep “Çözüm nasıl mümkün olabilir?” onu düşünmüştüm. Bilmiyorum, yani fantastik bir anekdot.
Önder: Objeye Kürt kızını koyma iştahını anlayabilmiş değilim? Şimdi, gerçekten “Nereden aklınıza geliyor böyle şeyler?” diye sorayım. Niye bu illa Kürt kızına şey olma, bu objeye hep Kürt kızını koyma iştahını anlamış değilim. Bir gün Türk kızını böyle bir yere koymayı akıl etmiyor kimse.
Dilipak: Tamam o da olabilir. Pilot bir kız olabilirdi ve orada bir çobana aşık olabilirdi. Burada kadın objesi yani merhameti ifade eden bir şey.
Önder: Şüphesiz.
Dilipak: Bakın illa da bir yanlışlık aramayın. Eğer, yanlışlık, sizi kırdıysam özür dilerim.
Önder: Hayır Hocam, estağfurullah.
Dilipak: Ben yani “Mem û Zin’i”, o zaman şöyle söyleyeyim. Mem û zin’i ben bir pilotla bir çoban ailesinin mezrada yaşayan insani bir iletişimi, bir dili yakalamak için, bunu bir dizi, bir film içerisinde anlatırsak insanlar öfkelerinden sıyrılmış olarak… Çünkü dinlemiyoruz birbirimizi, derdimize tanıklık etmiyoruz, yanlışlarımızla yüzleşmiyoruz. O anlamda söylüyorum.
‘Maide suresini Özkasnak’a okusaydınız’
Önder: Yani Mâide suresini okumanız… Orada bize okuyacağınıza keşke Erol Özkasnak’a okusaydınız bundan daha hayırlı, bereketli olmaz mıydı Hocam?
Dilipak: Onları okuduğumu söyledim yani…
Hülya Karabağlı/t24