Abdullah Gül'ün kurtardığı Ruşen Çakır sessizliğini bozdu: Cemaat için tehlikeydim beni de içeri atmak istediler!
Habertürk Gazetesi’nin usta yazarlarından Ruşen Çakır, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Çakır’ın siyaset ve medya dünyasına dair çok çarpıcı açıklamaları vardı. Ahmet Sever’in kitabında yer almasıyla ilgili de ilk kez konuştu.
Bu haftaki konuğum Habertürk köşe yazarı Ruşen Çakır. Röportajımızı Habertürk Gazetesi’ndeki büyük ve son derece şık olan odasında yaptık. Medya da konuştuk, siyaset de. Ruşen Bey’i seçim sonuçları hiç şaşırtmamış hatta gazetede kendi aralarında girdikleri bahisten de galip çıkmış. Ona göre; ufukta erken seçim görünmüyor, erken seçimi ilk dillendiren partiler ise en büyük zararı görür. AKP-MHP koalisyonunun kurulabileceğini düşünüyor ama makul olanın CHP-AKP koalisyonu olduğunu söylüyor. En hassas olduğu konu ise çözüm süreci… “Devam etmeli, bitmesi Türkiye için hiç iyi olmaz” diyor.
Ve medya… Hem çok problemli buluyor medyayı hem de basın özgürlüğünden söz etmenin çok da mümkün olmadığını düşünüyor… Bu iş düzelmez diyor!
Ve günlerdir konuşulan asıl mesele. Ahmet Sever’in kaleme aldığı Abdullah Gül İle 12 Yıl kitabı. İşte bu kitabın bomba etkisi medyada devam ediyor. Asıl bomba ise Ruşen Çakır ile ilgili kısımdı. Bu konuya çok girmek istemese de benim zorumla konuştuk. İpucu vermeyeceğim sonra kolaylık oluyor, röportajın tamamı okunmuyor:) şaka bir yana bakın, Ruşen Çakır’ın o konuyla ilgili nasıl çarpıcı açıklamaları var. Şimdi ben aradan çekileyim sizi Ruşen Bey’le baş başa bırakayım. Güneşli güzel günler hepimizin olsun, sevgiyle kalın..
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Türkiye 8 Haziran’a iktidarsız uyandı. Seçim sonuçları sizi şaşırttı mı?
Gazetenin yazı işlerinde bir anket yapılmıştı, tahmin-toto şeklinde ve tahminlerimizi söylemiştik, ben kazandım. Sonuçlar benim için hiç şaşırtıcı olmadı. Özellikle AKP ve CHP’nin alacağı oy oranı tam da tahmin ettiğim gibi oldu. HDP’yi biraz daha az; MHP’yi biraz daha fazla yazmışım ama genel sonuca baktığımızda tahminimde yanılmadım. HDP’nin yüzde 13 alıp 80 vekil çıkarmış olması benim tahminlerimin üzerinde… HDP’nin barajı geçeceğini ilk baştan beri söylüyordum ben. Çünkü buna emindim ama AKP’nin iktidarı kaybedeceği konusunda kafam çok net değildi. Seçim sonuçlarına baktığımızda AKP’nin ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın çok büyük bir yenilgisi bu.
“KÜRTLER AKP’DEN UZAKLAŞTI”
Seçmen nasıl bir mesaj vermek istedi siyasi parti liderlerine?
Seçmenin ne mesaj verdiğini bilmiyorum ama Kürtlerin AKP’den büyük ölçüde uzaklaştığının ispatı oldu bu sonuç.
“BU SONUÇ AKP’YE BÜYÜK BİR DERS VE MESAJ”
Nedeni ne sizce, ne değişti de AKP’ye de büyük sempati duyan Kürt seçmen rotayı HDP’ye çevirdi?
Kampanyada izlenen yöntem yanlıştı bir kez. Özellikle seçim sürecinde HDP aleyhtarı bir kampanya izlenmesi, hem iktidar hem de Cumhurbaşkanı’nın sürekli HDP’yi ağır sözlerle hedef alması ters tepti. İktidar yanlısı TV kanalları ve gazetelerin de sürekli HDP aleyhtarı yayınlar yapması dindar Kürtlerde bunun aslında Kürtlere yönelik bir saldırı olduğu algısını oluşturdu ve daha fazla kenetlendiler. Zaten o partiye doğru bir yöneliş vardı. Kobani olayı çok önemliydi. Bu seçimin en önemli sonucu dindar Kürtler’in AKP’den uzaklaşması oldu. Bugün Diyarbakır, Van gibi yerlerde yüzde 70 -80 oyun HDP’ye gitmesi AKP ‘ye çok büyük bir ders ve mesaj niteliğindedir. Türkiye için de bu çok önemli bence.
“KİME OY VERDİĞİMİ AÇIKLAMAM”
Merakımı bağışlayın ama gerçekten merak ettiğim bir soruyu yönelteceğim size… Seçim sürecinde neredeyse hemen her gazeteci meslektaşımız oyunun rengini açıkladı. Peki, sizin rotanız hangi siyasi partiydi? Çok özel olmadıysa cevaplamanızı isterim...
Ben oyumu kime verdiğimi açıklamam çünkü bunu doğru bulmuyorum. Bana bu soru çoğu kez yöneltildi; nedeni de çok sayıda meslektaşımın oyunu vereceği partiyi açıklaması oldu ama ben bu konuya mesafeliyim. Herkes kimin nereye oy verdiğini ya da vereceğini üç aşağı beş yukarı zaten fark ediyor. Oy vermeden önce ve verdikten sonra oy açıklamanın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum. O kişinin özeli neticede…
“ONLAR VERMESE DE HDP BARAJI GEÇERDİ”
HDP’nin çıtayı bu denli yükseltmesinin nedeni ne, sonuçta partinin barajı geçip geçmeyeceğinden kendileri bile emin değildi. Demirtaş, her konuşmasında sürekli “Bıçak sırtındayız” deyip duruyordu?
Seçmenin neye dayanarak hangi partiye oy verdiğini kestirmek mümkün olmayabilir ama HDP’nin İstanbul’da en büyük patlamayı 3. Bölgede yapmış olması “Beyaz Türkler HDP’ye oy verdi” iddiasını bence boşa çıkarıyor. 3. Bölge öyle bir yer değil çünkü. Üçüncü Bölgede Güneydoğu’dan göçmüş olan ve daha önce AKP’ye oy veren insanların sayısı çok fazla. Bu kişilerin oylarının da HDP’ye gittiğini görüyoruz. HDP’ye giden oyların büyük ölçüde Kürt oyları olduğunu düşünüyorum. İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi yerlerde aldıkları oyların ezici bir çoğunluğu da Kürtlerden. Sayıca çok olmasa diğer kesimlerden gelen oyların nitelik olarak, sembolik olarak önemi var ama sayı olarak önemi yok. Bunlar da zaten AKP’ye kızan, Erdoğan’ın başkan olmasını istemeyen, AKP’nin bir kez daha tek başına iktidar olmasını istemeyen kesimlerdi. Bunlar aslında HDP’ye çok sıcak bakmıyorlardı ama istemeye istemeye oylarını verdiler, başka çareleri yoktu. Onlar bu partiye oy vermemiş olsalardı bile HDP barajı yine de rahatlıkla geçerdi.
“EN KOLAYI AKP-MHP KOALİSYONU”
Hepimizin kafası çok karışık. Belli ki liderlerin de öyle… Sizce bu kadar kırmızı çizginin olduğu, her liderin bir şart sunduğu ortamdan bir koalisyon çıkar mı, yoksa yine tıpış tıpış sadık başına mı gideceğiz?
Elbette bir koalisyon kurulur. Türkiye’nin erken seçime gideceğini sanmıyorum. Zaten ülke yeni bir seçimi kolay kolay kaldıramaz. Bana göre en kolay gözüken AKP-MHP koalisyonu.
“ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM ETMELİ”
MHP’nin çok keskin kırmızı çizgileri var ama her yolu kapatıyor diğer tekliflere?
Tamam ama tabanları birbirine en yakın olan iki parti bunlar. Ama bana kalırsa AKP-CHP koalisyonu daha makul. Çünkü AKP-MHP koalisyonun kurulması için MHP’nin en başta gelen şartlarından biri çözüm sürecinin sonlandırılması. Çözüm süreci sonlandırılırsa Türkiye için çok kötü bir şey olur. Bu süreç devam etmeli. AKP’nin de bunca zaman çözüm sürecine yatırım yapmış bir parti olarak buna yanaşacağını zannetmiyorum. CHP ile koalisyon kurarsa AKP, ki zaten Selahattin Demirtaş da destek vereceklerini açıkladı. Çözüm sürecini yeni bir formülle sürdürürlerse bu koalisyon daha gerçekçi olur. Hatta bu koalisyon belli bir kıvama geldiğinde HDP’nin desteğiyle yeni Anayasa bile yapılabilir.
Özellikle 17 Aralık süreci konusunda CHP, AKP’yi çok çok sert bir dille eleştirmişti. İnsan yolsuzlukla, hırsızlıkla suçladığı bir partiyle nasıl bir koalisyon kurabilir ki. Bu her iki partinin seçmenine de ters değil mi?
Siyasette bunlar çok normal şeyler. Herkes birbirine çok ağır sözler söylüyor. Bütün bunları koalisyon için bir tarafa bırakmak gerekiyor. Kaldı ki CHP’nin yolsuzluklar gibi konularda ısrarı koalisyon döneminde de olabilir. Zaten eski bakanların Yüce Divan’a gitmesi konusunda hükümet kararı gerekmiyor. Bunun için AKP dışındaki üç partinin oyları yetiyor. Bunun çok ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Bence en önemli sorun Cumhurbaşkanı’nın Anayasal sınırlara çekilmesi, bunu istemeyecektir ama bir süre sonra mecbur kalacak. AKP-CHP koalisyonunun olmaması için aslında çok neden var. Ama halk da bir oluşum bekliyor artık ve benim en net gördüğüm konulardan biri şu: CHP erken seçimi kesinlikle istemiyor.
“CHP BUNDAN BÜYÜK ZARAR GÖRÜR”
Diyelim ki koalisyon kurulamadı ve erken seçime gidildi. Seçmen bu durumda en büyük cezayı kime verir sizce?
Bir kere bu seçimi en çok kim isterse o daha çok kaybeder. Bugünkü koşullarda oy kazananlar kazanmayı, oy kaybedenler de kaybetmeyi sürdürür. Şöyle bir teori yapılıyor, erken seçime gidilirse insanlar istikrar için AKP’ye oy verir. MHP’den ve hatta HDP’den bu partiye çok oy kayar ve AKP yeniden tek başına iktidar olur. Ben bunun böyle olduğunu sanmıyorum. Bu kadar basit değil. Çünkü seçmen de artık yoruldu. Mesela Tayyip Erdoğan, MHP’ye giden oyları durdurmak için HDP’ye vurdu ama bir baktık hem HDP’ye hem MHP’ye büyük oranda oy kaydı. Siz böyle bir şeyi isteyip karar verince olmuyor. Politika bu kadar mekanik bir şey değil. Dolayısıyla erken bir seçim olacağını sanmıyorum. Eğer bir ihtimal olursa bile bundan en büyük zararı CHP görür. Çünkü CHP bu seçimlerde açıkladığı proje ve vaatlerle büyük bir dinamizm yarattı ama bir baktık ki ancak oylarını muhafaza edebildi. Dört yıl içinde AKP’nin 9 puan kaybedip, CHP’nin bir puan bile artıramaması bir başarısızlıktır. Bunun verdiği hayal kırıklığını nasıl aşabilirler işte bundan çok emin değilim. Sonuçta HDP’nin oyları kesinlikle CHP’den yeni katılımla yani emanet dedikleri o oylarla da arttı. Ama tekrar söylemek istiyorum erken seçim ihtimali bana göre çok zayıf.
“MEDYA İFLAH OLMAZ”
13 yıllık bir süreç geride kaldı. Özellikle medya dünyasında bu seçim sonuçlarından sonra büyük bir değişim görüyoruz. Sanki herkesin sesi biraz daha gür çıkmaya başladı. Bundan sonra medyayı ne bekliyor sizce?
Medya hiçbir zaman iflah olmaz. Belli bir rahatlama ve normalleşme elbette olur ama sorun tam anlamıyla çözülmez. Baskılar azalır, sansür, oto sansür azalır. Patronlar rahat bir nefes alır ama o kadar ötesi yok. Tam olarak bir düzelme beklemeyin. Tabii bunları konuşmak için önce bir hükümet kurulmalı.
“MEDYANIN FABRİKA AYARLARINA DÖNMESİ ZOR ÇÜNKÜ ÇOK YARA ALDI”
Medyada neler oldu, biz neyin bedelini ödüyoruz sizce?
Medyanın ayarları bozuldu, fabrika ayarlarına dönmesi de mümkün değil artık… Çünkü reset atılacak bir yerde değiliz. Medya zayıfladı ve gazetecilik bir meslek olarak artık Türkiye’de yok oldu. Buna neden olan insanlar artık daha az güçlü olacak diye medya düze çıkacak değil. Çok büyük yara aldı bir kez medya. Bir yığın kişi işsiz kaldı, tasfiye oldu, onların geri gelmesi çok zor. Oto sansür, sansür insanların iliklerine kadar işledi. İnsanlar mesleğini yapmayı unuttu.
“TÜRKİYE’DE HİÇ BİR GAZETECİ ÖZGÜR DEĞİL”
Sizin de hiç oto sansür yaptığınız anlar oluyor mu? Artık bir kelime yazarken bin kez düşünüyor insan ne de olsa…
Hayır. Ben inanmadığım hiçbir şeyi yazmam. Başıma bir şey gelir diye de hiçbir zaman çekinmedim, öyle bir sorunum da olmadı. Ama bulunduğunuz ortam, bulunduğunuz medya kurumunun bir takım normları oluyor o normların içerisinde hareket etmek zorunda kalabiliyorsunuz, bu ayrı bir şey. Tabii ”Bunu yazarsam şu kızar, başka şey yazsam diğerleri kızar” gibi bir derdim yok. Yazarken, konuşurken doğru bildiğim ve düşündüğümden şaşmıyorum. Ama Türkiye’de hiçbir gazetecinin tam anlamıyla özgür olmadığı da bir gerçek.
“AHMET SEVER’İN YAZDIKLARI TÜMÜYLE DOĞRU”
Biliyorum bu konuya girmek istemiyorsunuz ama medya üzerine söylediğiniz bu sözlerin ardından sormak farz oldu. Ahmet Sever’in kitabında sizinle ilgili olan çarpıcı iddialar doğru mu? Gül devreye girmese sizi de içeri alacaklarmış, bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ahmet yazmış zaten, hepsi doğru. Gününü de yazmış. Benim bunun üzerine söyleyecek çok sözüm yok. Eğer yanlış bir durum olsaydı açıklama yapardım ama doğru olduğu için konuşmayı uygun bulmadım.
“CEMAAT İÇİN TEHLİKEYDİM BENİ DE İÇERİ ATMAK İSTEDİLER”
Sizi neden almak istesinler?
Bunu Pensilvanya’ya sorun. Ben Türkiye’de Fethullah Gülen cemaatini medyada en iyi bilen isimlerdenim. Yıllardır bunun üzerinde çalışan biriyim. En büyük nedenlerin başında bu geliyor. Cemaati iyi bildiğim için cemaatin gözünde tehlikeli bir gazeteciydim ve hala da öyleyim. Belli ki o karambolde beni de almak istemişler.
Allah korumuş diyeceğim ama Gül de korumuş…
Kim koruduysa şükran duyuyoruz.
“CEMAAT MEDYASI DA OLAYLARIN BİR PARÇASI”
Keşke Abdullah Gül, Ahmet Şık, Nedim Şener ve tüm diğer meslektaşlarımız için de aynısını yapsaydı bir tek sizin için değil.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’den haberi olmadı, haberi gözaltına alındığı zaman oldu. Gül, gözaltı kararının ardından hemen bu olayın yanlış olduğunu Fikret Bila ve Ekrem Dumanlı’ya anlattı. Buna rağmen Ekrem Dumanlı, Abdullah Gül’ün sözlerini çarpıtarak verdi. Çünkü onlar da bu olayın bir parçası. Cemaatin medyası bütün bu operasyonların parçası. Bunlar bir üçgendir, yargı, polis ve medya üçgenidir. O bir bermuda şeytan üçgenidir. O üçgene düşürdükleri insanı yok etmeye çalışırlar. Bayağı da bir mesafe kat ettiler. Ama sonunda kaybettiler.
O dönem Gül’ü arayıp teşekkür ettiniz mi şahsınıza yönelik böyle bir operasyonu engellediği için?
Bunlara gerek yok. Zaten konuşmak da istemiyorum, boşuna zorluyorsun. Ben Abdullah Gül’ü 1991 yılından beri tanırım gazeteci olarak. Yeni değil yani… O nedenle çok detaya girmeyelim.
“GÜL’E ZARAR VERMEK İÇİN YAZMADI”
Abdullah Gül siyasete döner mi?
Dönse iyi olur ama döneceğini sanmıyorum. İstemiyor galiba, isteseydi bir yolunu bulur dönerdi.
“KİTAP İYİ BİR KİTAP, SALDIRILAR NORMAL”
Ahmet Sever’in kitabı sizce Abdullah Gül’ü parlatmak için mi yazılmış? Yoksa gerçekten gördüklerini, yaşadıklarını mı yazmış?
Ahmet Sever çok iyi bir gazetecidir. 13 yılını Abdullah Gül’ün yanında verdi. Bence çok yararlı bir iş yaptı bu kitabı yazarak. Gazetecilik refleksini de kaybetmediğini bu kitapta görüyoruz. 12 yılı anlatan çok değerli bir kitap yazdı. Gül’ü olumlu mu etkiler olumsuz mu kestiremiyorum ama bu kitapta Abdullah Gül’e zarar vermek istememiştir diye düşünüyorum. Daha yeni çıktı kitap, çok yeni ve çok saldırı görüyor olması bence çok başarılı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de çünkü iyi olan şeyler cezasız kalmaz. Onun için buradan da görüyoruz ki kitap iyi bir kitap.
Siz okuma şansı buldunuz mu kitabın tamamını?
Okudum ve çok beğendim. Çok dikkatle ve titizlikle hazırlamış. Gazetecilik kokuyor…
“AHMET SEVER’İN BANA YER VERMESİ BENİ İNCİTMEDİ”
Ahmet Sever’in sizinle ilgili bu çarpıcı konuya kitapta yer vermesi sizi incitti mi, yoksa önceden bilginiz var mıydı yazacağından?
Tabii ki incinmedim. Neden incineyim? Gerçek olan bir konuyu yazmış. O kitapta sadece ben değil, yaşanılan pek çok olay anlatılmış. Benim kızma ya da darılma gibi durumum yok.
“CEMAAT BÜYÜK BİR GÜÇ KAYBETTİ”
Az önce tüm operasyonların parçası olduğunu söylediğiniz cemaat, AK Parti ile girdiği çatışmada sizce bir güç kaybetti mi?
Tabii hem de çok büyük bir güç kaybetti.
“ONCA YAŞANANLARA RAĞMEN HALA DERS ÇIKARMADILAR”
Peki, şu an sizce ne durumdalar?
Cemaat kolay kolay bitmez, bayağı bir gücü var. Seçim sonuçlarından da mutlular. Eğer AKP tekrar tek başına iktidara gelseydi, herhalde cemaat için tehlike daha da büyürdü ama şimdi, belirli ölçülerde iktidarı kimle paylaşacaklarsa cemaate karşı devlet taarruzunun eskisi kadar olmayacağını tahmin ediyorlardır. Ben de öyle tahmin ediyorum. Ama kamuoyunda cemaatin nasıl bir yapı olduğu konusunda bir algı oluştu, bir bilinçlenme oluştu. Onun için cemaatin eski günlerine dönmesinin imkânı olmayacaktır diye tahmin ediyorum. Kendilerinin bundan ders çıkartmadıklarını görüyorum.
“CEMAAT GEÇMİŞİYLE YÜZLEŞMELİ ÇÜNKÜ KAYBETTİLER”
Bu kanıya nereden vardınız?
Hala hiçbir şey yapmamışlar gibi kendileri sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi sunmaya çalışıyorlar çünkü. Bu yalan, böyle bir şey yok. Cemaat samimi bir şekilde yaptığı hatalardan, kurduğu komplolardan, insanların özgürlüklerine kastetmesiyle ilgili hiçbir şekilde yüzleşmedi. Şimdi benzer olaylar kendi başlarına geliyor ve çok fazla kendilerine dışarıdan destekçi bulamıyorlar. Kaybetmelerinin en büyük nedeni de kendi geçmişleridir. Birçok vesile ile birçok ortam da kendileri ile yüzleşme yapmalarını söyledik ama hiçbir şekilde bunu ciddiye almadılar. Sonuçta kaybeden kendileri oluyor. Artık bir zamandan sonra kendileri bilir, kendi kaderlerini kendileri belirliyorlar. Nasıl doğru biliyorlarsa öyle yapsınlar ama yanlış yoldalar.
“GEÇMİŞTE CEMAAT MEDYASI GAZETECİLERİN İÇERİ ATILMASINI İSTEDİ AMA ŞİMDİ…”
Cemaat medyasının başına gelenler, Hidayet Karaca’nın tutuklu olması, Baransu’nun tutuklu olması, Zaman Gazetesi’ne polislerin gidip de canlı yayında onları gözaltına almak istemesi vs. Bunlar yaşanırken ne hissettiniz, meslektaş olarak üzüldünüz mü?
Ben hiçbir gazetecinin içeri girmesini istemem. Ama onlar istediler. Çok arkadaşımızı içeri attılar. Gazetecilerin sırf yaptıkları gazeteler, haberler nedeniyle cezaevi ile hapis ile muhatap olmaları asla doğru bir şey değil. O anlamda tabii ki de üzüldüm. Ama bu arkadaşların büyük bir çoğunluğunun sicili kendileri gibi düşünmeyen gazetecileri tasfiye etmek olduğu için onların bir ders çıkartması gerekiyor. Benim cemaate yönelik operasyonlardan ders çıkartacak bir durumum yok. Onları tasfiye eden birisi değilim. Oradaki insanlar şunu sorsunlar kendine; Biz nerede hata yaptık? Mesela biz Ahmet Şık ve Nedim Şener’e sahip çıkmak için sivil bir gazetecilik inisiyatifi aldık ve çok etkili olduk. Arkamızda medya grubu yoktu, cemaat yoktu, parti yoktu. Kendi başımıza bayağı etkili olduk, konuyu Türkiye ve dünya çapında bir olaya dönüştürdük. Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları diye bir İnisiyatif var biliyorsunuz ki… Çok büyük işler yaptık. Cemaatin başına o kadar şey geliyor ama doğru dürüst destek yok. Dayanışma, faaliyet, bir sivil hareket filan da yok. Bu ikisini karşılaştırıp buradan bir ders çıkartmaları iyi olur. Ama yine kendileri bilir. Bu tür insanların kendilerine dışarıdan söylemleri saldırı olarak anladıkları için çok da fazla konuşmaya gerek yok.
“GENÇLERE GAZETECİ OLMAMALARINI TAVSİYE EDİYORUM”
Medya itibarını tekrardan ne zaman kazanır?
Öyle bir şey yok. Gençlere gazeteci olmamalarını tavsiye ediyorum. Alıştığımız medya sisteminden bir şey çıkmaz. Ama yeni akımlarla birlikte bir şey olabilir. Sosyal medya üzerinden veya başka bir ağ üzerinden gelişecek bir haberleşme olabilir ancak var olan medya patronaj ilişkileri, devlete bağımlılık ilişkileri ile hükümetlere kim giderse gitsin kim gelirse gelsin bu kriz hali hep sürer. Bundan dolayı da pek itibar filan beklememek gerekir.
“DOĞAN GRUBU HEDEFTE ÇÜNKÜ…”
Özellikle de bu dönemde Doğan Grubu çok ağır saldırıya uğradı. Doğan Grubu sizce gerçekten gazetecilik yapıyor mu? Neden bazı kesimlerin hedefinde?
Doğan Grubu sadece hükümet yanlısı bir tavır takınmıyor. Hükümet yanlısı bir tavır takınmayanlara da hükümet yanlısı medya her türlü dezenformasyonu, itibarsızlaştırmayı yapıyor. Doğan Grubu büyük bir grup olduğu için de ona daha fazla yapıyorlar. Ama yarın öbür gün iktidar değişir başkası başkalarına yapar. Bunları çok gördük. Doğan Grubu da çok güçlü olduğu zamanlarda başkalarına itibarsızlaştırma yapmıştır. Bu böyle devam eder gider. Ama o grup seçim sürecinde hükümet yanlısı bir tavır almadı orası çok net.
“HDP’NİN PARLAMAK İÇİN MEDYAYA İHTİYACI YOKTU”
Doğan Grubu’nun HDP’yi parlattığı söyleniyor, siz ne görüyorsunuz?
Yok öyle bir şey. Bu ülkede Kürt hareketine en büyük darbeyi indiren gazeteler vs. oradan çıkmıştır. HDP’nin parlatılmaya ihtiyacı yoktu. Medyada görünür olmasa bile HDP o barajı geçerdi. Bu toplumsal bir olaydı. Ben buna Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu diyorum.
“DOĞAN PARLATTIYSA ÖTEKİLER DE HER GÜN KÜFRETTİ”
Sadece Kürtler değil, Aleviler’in de sanırım HDP’ye sempatisi artıyor, yanlışsam düzeltin.
Doğrudur ama esas olarak Kürtlerin bir dinamizmidir bu. Yani Doğan grubunun parlatmasıyla ya da başkalarının HDP’yi itibarsızlaştırmasıyla olacak iş değil. Doğan Grubu parlattı diyelim, ee o zaman ötekiler de her gün küfrettiler, hakaret ettiler, haklarında yalan yazdılar. Ne olacak şimdi? Medyanın böyle bir gücü yok. Bir hareket Türkiye’de toplumsal olarak karşılık buluyorsa medyanın kendine saldırması tam tersine işine gelir.
Seçim sonuçları rengini biraz biraz belli etmeye başlar başlamaz ve anketlerde AK Parti’nin büyük bir düşüşü gözler önüne serilince özellikle iktidara yakın olan bazı meslektaşlarımızın çok süratli bir dönüşü söz konusu oldu. Bu dönüşler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hiç önemsemiyorum ben bunları. Son zamanlarda her ne kadar moda olsa da ben gazetecilerin birbirini konuşup tartışmalarını mantıklı bulmuyorum. Hele haber üretmekten yoksun insanları böyle konuşarak öne çıkartmak da zaten hiç iyi bir durum değil. O nedenle kim ne yaparsa yapsın umursamıyorum.
“MEDYA ATMOSFERİ İYİ DEĞİL AMA BEN HALİMDEN MEMNUNUM”
Gazetecilik bu ülke için en zor mesleklerden biri. Hele son dönemlerde çok daha zor hale geldi. Yıllardır bu işi yapan bir gazeteci olarak sizin de bedel ödediğiniz anlar oldu mu?
Ben 30 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bu mesleğin her türlü cilvesini gördüm… Sonuç olarak çok şikâyetim, çok eleştirim var ama halimden de memnunum. Memnuniyetim gayri memnuniyetten fazladır. Bazı konularda sitemim olsa da benim şikâyet etmeye çok da hakkım yok. Biz çok acı çektik, çok çile çektik demem. Ben gazeteciliğe 1985’te o dönemin en parlak olan Nokta Dergisi’nde başladım. Bu benim için çok büyük bir şanstı. Ayşenur Arslan, Tuğrul Eryılmaz, Nadire Mater, gibi çok iyi gazetecilerle çalıştım ve onlardan çok şey öğrendim. Sonuç olarak 30 yıla şöyle bir baktığımda halimden memnunum, şikâyet edeceğim bir durum yok. Ama bu mesleğe girenlerin çok çile çektiğine, baskı gördüğüne, cezaevine girdiğine üzülerek tanık oldum. Bu arada gazeteciler arasında da büyük bir dayanışma eksikliği olduğunu da gördüm. Bunda hepimizin sorumluluğu vardır, hiç kimse ben iyiydim demesin. Sonuç olarak onca büyük acılar çeken, bedeller ödeyen meslektaşlarımın yanında benim şikâyet bile etmeye hakkım yok. Mesela Vatan Gazetesi’nde Zafer Mutlu önümü çok açtı. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Köşe verdi, yazı dizileri yaptım, dosya haberler yaptım. Sonuçta ben halimden memnunum ama genel olarak medya atmosferinin iyi olmadığını görüyorum. İyi olmayan bir medya atmosferinde halimden memnun olmam iyi bir şey olmayabilir ama yalan da söyleyecek halim yok. Mağdur edebiyatı yapan çok bari ben eksik kalayım çünkü ben mağdur değilim.
“ALO FATİH’İ TANIMIYORUM”
Habertürk’te özgür müsünüz ya da ne kadar özgürsünüz. Çünkü Alo Fatih’ler hala hafızalarda?
Tanımıyorum ben “Alo Fatih” diye birini. Bilmiyorum, bilmek de istemem. Ama Türkiye’de gazetecilik yapmanın o kadar kolay olmadığını biliyorum. Sonuç olarak karşılıklı anlayışla sorunların aşılabileceğini biliyorum. Sorunlar olabiliyor ama dert değil. Bunları aşıyoruz. Hele şu iktidarlar bir şekillensin bayağı bir normalizasyon olacak diye tahmin ediyorum.
“DEMİREL’İ HİÇ BİR ZAMAN SEVMEDİK ÇÜNKÜ”
Bir döneme damga vuran Süleyman Demirel’i sonsuzluğa uğurladık. Neler söylersiniz onunla ilgili?
Hayatta bir kez gördüm kendisini. TESEV’e hazırladığım bir rapor için hem Demirel hem de Ecevit ile görüşmüştüm. Bayağı da uzunca bir sohbet etmiştik, hatta bana bir daha gel demişti. (Gülüyor) Ben solcu biriyim. Babam CHP’liydi zaten ben ise daha sosyalist bir soldanım. Demirel’i biz hiçbir zaman sevmedik çünkü o bizim için hep bir olumsuzluk sembolüydü. Daha sonra çok şey değişti o da biz de. Demirel’in kabul edemeyeceğim pek çok uygulaması var. Deniz Gezmişlerin asılması gibi; 1970’li yıllardaki faşist saldırıların önünü açması ve göz yumması gibi… Bence 28 Şubat’ta da Demirel çok büyük yanlış yaptı. Her ne olursa olsun bilgili ve iyi bir siyasetçiydi. Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği siyasilerden Ecevit, Erbakan, Demirel, Özal birer markaydı.
“O DA ÖZGÜR BASIN ŞAMPİYONU DEĞİLDİ”
Demirel’in medyaya yönelik saygılı tutumu ve eleştiriye açık olmasını o dönemi yaşayan meslektaşlarımız anlata anlata bitiremiyor…
Benim o konuda deneyimim olmadı ama bugünkü siyasi iktidarın gazetecilere reva gördüğü muameleyi göstermediği çok net. AKP’nin özellikle Gezi direnişinde ve sonrasındaki performansını bugüne dek eminim hiçbir iktidar göstermedi. Baskı, sansür her şey en ağırlaştırılmış şekilde karşımıza çıktı. Diğer iktidarların bu kadarını yapması mümkün değil ama Demirel’in de kalkıp “Özgür basın şampiyonu” olduğunu sanmıyorum.
“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KARNESİ YOK, BİZİ OKULDAN ATTILAR”
Peki, basın özgürlüğü konusunda karnemiz nasıl?
(Gülüyor) Öyle bir karne yok. Bizi okuldan attılar… Türkiye’de çok zengin bir medya atmosferi var. İnternet siteleri, radyolar, TV kanalları, gazeteler vs. ama bu bolluğa rağmen Türkiye’de medyanın kalitesi ve özgürlüğü kalmadı. Nicelik olarak fazla ama nitelik olarak çok sorunluyuz. Bu arada bir düzelme olacağını da sanmıyorum ancak bağımız, sivil –bağımsız bir takım oluşumlar bunu yapabilir. Ama konvansiyonel medya düzeni içerisinde tam bir özgürleşme mümkün olamaz.
“SOSYAL MEDYADA DAHA ÖZGÜR HABERCİLİK VAR”
Ne kadar karamsar bir tablo çizdiniz?
Karamsar değil aksine iyimserim. Burada öyle bir tıkınma var ki çok fazla bir şey yapmak mümkün. O nedenle de işte insanlar sosyal medyaya kaydı çünkü orada daha özgür yazıp çizebiliyorlar. Her şeye rağmen orada bir korku müeyyidesi yok.
Sizin de teknoloji ve sosyal medya ile aranız çok iyi. Zaman zaman Periscope yayınlarınızı izliyoruz.
Orada büyük bir heyecan var, kalabalık var eee benim de söyleyecek sözlerim var. Periscope’u Türkiye’de kullanan ilk isimlerden biriyim. Sistemli bir şekilde kullanıyorum ve güzel yayınlar yapıyorum ve bunun herkes için muazzam bir imkân olduğunu düşünüyorum. Artık bir cep telefonunuz varsa ve buna bir de internet yükleyebiliyorsanız her tür türlü yayını, haberciliği özgür bir şekilde yapabilirsiniz. İlk başta beş-on kişi izler ama siz eğer iyi bir iş yapıyorsanız bu sayı git gide artar… Ben Twitter’dan da son çıkan uygulamalardan da gayet mutluyum.
Bazen sosyal paylaşım sitesi Twitter’da çok sert eleştiriler aldığınız oluyor. O an neler hissediyorsunuz?
(Gülüyor) Beğeni olduğu kadar eleştiri de elbette olacak. Çok da ciddiye almıyorum. Hakaret ve küfür edenleri engelliyorum. Sosyal medyada küfür edenlere yanıt verecek olursanız işin içinden çıkamazsınız, herhalde normal hayatta gelip yüzüme o küfürlerin onda birini etseler olay çok başka yerlere gider.
Aman gitmesin… Çok değerli vaktinizi aldım bu güzel röportaj için size çok teşekkür ediyorum.
Ve medya… Hem çok problemli buluyor medyayı hem de basın özgürlüğünden söz etmenin çok da mümkün olmadığını düşünüyor… Bu iş düzelmez diyor!
Ve günlerdir konuşulan asıl mesele. Ahmet Sever’in kaleme aldığı Abdullah Gül İle 12 Yıl kitabı. İşte bu kitabın bomba etkisi medyada devam ediyor. Asıl bomba ise Ruşen Çakır ile ilgili kısımdı. Bu konuya çok girmek istemese de benim zorumla konuştuk. İpucu vermeyeceğim sonra kolaylık oluyor, röportajın tamamı okunmuyor:) şaka bir yana bakın, Ruşen Çakır’ın o konuyla ilgili nasıl çarpıcı açıklamaları var. Şimdi ben aradan çekileyim sizi Ruşen Bey’le baş başa bırakayım. Güneşli güzel günler hepimizin olsun, sevgiyle kalın..
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Gazetenin yazı işlerinde bir anket yapılmıştı, tahmin-toto şeklinde ve tahminlerimizi söylemiştik, ben kazandım. Sonuçlar benim için hiç şaşırtıcı olmadı. Özellikle AKP ve CHP’nin alacağı oy oranı tam da tahmin ettiğim gibi oldu. HDP’yi biraz daha az; MHP’yi biraz daha fazla yazmışım ama genel sonuca baktığımızda tahminimde yanılmadım. HDP’nin yüzde 13 alıp 80 vekil çıkarmış olması benim tahminlerimin üzerinde… HDP’nin barajı geçeceğini ilk baştan beri söylüyordum ben. Çünkü buna emindim ama AKP’nin iktidarı kaybedeceği konusunda kafam çok net değildi. Seçim sonuçlarına baktığımızda AKP’nin ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın çok büyük bir yenilgisi bu.
“KÜRTLER AKP’DEN UZAKLAŞTI”
Seçmen nasıl bir mesaj vermek istedi siyasi parti liderlerine?
Seçmenin ne mesaj verdiğini bilmiyorum ama Kürtlerin AKP’den büyük ölçüde uzaklaştığının ispatı oldu bu sonuç.
“BU SONUÇ AKP’YE BÜYÜK BİR DERS VE MESAJ”
Nedeni ne sizce, ne değişti de AKP’ye de büyük sempati duyan Kürt seçmen rotayı HDP’ye çevirdi?
Kampanyada izlenen yöntem yanlıştı bir kez. Özellikle seçim sürecinde HDP aleyhtarı bir kampanya izlenmesi, hem iktidar hem de Cumhurbaşkanı’nın sürekli HDP’yi ağır sözlerle hedef alması ters tepti. İktidar yanlısı TV kanalları ve gazetelerin de sürekli HDP aleyhtarı yayınlar yapması dindar Kürtlerde bunun aslında Kürtlere yönelik bir saldırı olduğu algısını oluşturdu ve daha fazla kenetlendiler. Zaten o partiye doğru bir yöneliş vardı. Kobani olayı çok önemliydi. Bu seçimin en önemli sonucu dindar Kürtler’in AKP’den uzaklaşması oldu. Bugün Diyarbakır, Van gibi yerlerde yüzde 70 -80 oyun HDP’ye gitmesi AKP ‘ye çok büyük bir ders ve mesaj niteliğindedir. Türkiye için de bu çok önemli bence.
“KİME OY VERDİĞİMİ AÇIKLAMAM”
Merakımı bağışlayın ama gerçekten merak ettiğim bir soruyu yönelteceğim size… Seçim sürecinde neredeyse hemen her gazeteci meslektaşımız oyunun rengini açıkladı. Peki, sizin rotanız hangi siyasi partiydi? Çok özel olmadıysa cevaplamanızı isterim...
Ben oyumu kime verdiğimi açıklamam çünkü bunu doğru bulmuyorum. Bana bu soru çoğu kez yöneltildi; nedeni de çok sayıda meslektaşımın oyunu vereceği partiyi açıklaması oldu ama ben bu konuya mesafeliyim. Herkes kimin nereye oy verdiğini ya da vereceğini üç aşağı beş yukarı zaten fark ediyor. Oy vermeden önce ve verdikten sonra oy açıklamanın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum. O kişinin özeli neticede…
HDP’nin çıtayı bu denli yükseltmesinin nedeni ne, sonuçta partinin barajı geçip geçmeyeceğinden kendileri bile emin değildi. Demirtaş, her konuşmasında sürekli “Bıçak sırtındayız” deyip duruyordu?
Seçmenin neye dayanarak hangi partiye oy verdiğini kestirmek mümkün olmayabilir ama HDP’nin İstanbul’da en büyük patlamayı 3. Bölgede yapmış olması “Beyaz Türkler HDP’ye oy verdi” iddiasını bence boşa çıkarıyor. 3. Bölge öyle bir yer değil çünkü. Üçüncü Bölgede Güneydoğu’dan göçmüş olan ve daha önce AKP’ye oy veren insanların sayısı çok fazla. Bu kişilerin oylarının da HDP’ye gittiğini görüyoruz. HDP’ye giden oyların büyük ölçüde Kürt oyları olduğunu düşünüyorum. İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi yerlerde aldıkları oyların ezici bir çoğunluğu da Kürtlerden. Sayıca çok olmasa diğer kesimlerden gelen oyların nitelik olarak, sembolik olarak önemi var ama sayı olarak önemi yok. Bunlar da zaten AKP’ye kızan, Erdoğan’ın başkan olmasını istemeyen, AKP’nin bir kez daha tek başına iktidar olmasını istemeyen kesimlerdi. Bunlar aslında HDP’ye çok sıcak bakmıyorlardı ama istemeye istemeye oylarını verdiler, başka çareleri yoktu. Onlar bu partiye oy vermemiş olsalardı bile HDP barajı yine de rahatlıkla geçerdi.
“EN KOLAYI AKP-MHP KOALİSYONU”
Hepimizin kafası çok karışık. Belli ki liderlerin de öyle… Sizce bu kadar kırmızı çizginin olduğu, her liderin bir şart sunduğu ortamdan bir koalisyon çıkar mı, yoksa yine tıpış tıpış sadık başına mı gideceğiz?
Elbette bir koalisyon kurulur. Türkiye’nin erken seçime gideceğini sanmıyorum. Zaten ülke yeni bir seçimi kolay kolay kaldıramaz. Bana göre en kolay gözüken AKP-MHP koalisyonu.
“ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM ETMELİ”
MHP’nin çok keskin kırmızı çizgileri var ama her yolu kapatıyor diğer tekliflere?
Tamam ama tabanları birbirine en yakın olan iki parti bunlar. Ama bana kalırsa AKP-CHP koalisyonu daha makul. Çünkü AKP-MHP koalisyonun kurulması için MHP’nin en başta gelen şartlarından biri çözüm sürecinin sonlandırılması. Çözüm süreci sonlandırılırsa Türkiye için çok kötü bir şey olur. Bu süreç devam etmeli. AKP’nin de bunca zaman çözüm sürecine yatırım yapmış bir parti olarak buna yanaşacağını zannetmiyorum. CHP ile koalisyon kurarsa AKP, ki zaten Selahattin Demirtaş da destek vereceklerini açıkladı. Çözüm sürecini yeni bir formülle sürdürürlerse bu koalisyon daha gerçekçi olur. Hatta bu koalisyon belli bir kıvama geldiğinde HDP’nin desteğiyle yeni Anayasa bile yapılabilir.
Özellikle 17 Aralık süreci konusunda CHP, AKP’yi çok çok sert bir dille eleştirmişti. İnsan yolsuzlukla, hırsızlıkla suçladığı bir partiyle nasıl bir koalisyon kurabilir ki. Bu her iki partinin seçmenine de ters değil mi?
Siyasette bunlar çok normal şeyler. Herkes birbirine çok ağır sözler söylüyor. Bütün bunları koalisyon için bir tarafa bırakmak gerekiyor. Kaldı ki CHP’nin yolsuzluklar gibi konularda ısrarı koalisyon döneminde de olabilir. Zaten eski bakanların Yüce Divan’a gitmesi konusunda hükümet kararı gerekmiyor. Bunun için AKP dışındaki üç partinin oyları yetiyor. Bunun çok ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Bence en önemli sorun Cumhurbaşkanı’nın Anayasal sınırlara çekilmesi, bunu istemeyecektir ama bir süre sonra mecbur kalacak. AKP-CHP koalisyonunun olmaması için aslında çok neden var. Ama halk da bir oluşum bekliyor artık ve benim en net gördüğüm konulardan biri şu: CHP erken seçimi kesinlikle istemiyor.
“CHP BUNDAN BÜYÜK ZARAR GÖRÜR”
Diyelim ki koalisyon kurulamadı ve erken seçime gidildi. Seçmen bu durumda en büyük cezayı kime verir sizce?
Bir kere bu seçimi en çok kim isterse o daha çok kaybeder. Bugünkü koşullarda oy kazananlar kazanmayı, oy kaybedenler de kaybetmeyi sürdürür. Şöyle bir teori yapılıyor, erken seçime gidilirse insanlar istikrar için AKP’ye oy verir. MHP’den ve hatta HDP’den bu partiye çok oy kayar ve AKP yeniden tek başına iktidar olur. Ben bunun böyle olduğunu sanmıyorum. Bu kadar basit değil. Çünkü seçmen de artık yoruldu. Mesela Tayyip Erdoğan, MHP’ye giden oyları durdurmak için HDP’ye vurdu ama bir baktık hem HDP’ye hem MHP’ye büyük oranda oy kaydı. Siz böyle bir şeyi isteyip karar verince olmuyor. Politika bu kadar mekanik bir şey değil. Dolayısıyla erken bir seçim olacağını sanmıyorum. Eğer bir ihtimal olursa bile bundan en büyük zararı CHP görür. Çünkü CHP bu seçimlerde açıkladığı proje ve vaatlerle büyük bir dinamizm yarattı ama bir baktık ki ancak oylarını muhafaza edebildi. Dört yıl içinde AKP’nin 9 puan kaybedip, CHP’nin bir puan bile artıramaması bir başarısızlıktır. Bunun verdiği hayal kırıklığını nasıl aşabilirler işte bundan çok emin değilim. Sonuçta HDP’nin oyları kesinlikle CHP’den yeni katılımla yani emanet dedikleri o oylarla da arttı. Ama tekrar söylemek istiyorum erken seçim ihtimali bana göre çok zayıf.
“MEDYA İFLAH OLMAZ”
13 yıllık bir süreç geride kaldı. Özellikle medya dünyasında bu seçim sonuçlarından sonra büyük bir değişim görüyoruz. Sanki herkesin sesi biraz daha gür çıkmaya başladı. Bundan sonra medyayı ne bekliyor sizce?
Medya hiçbir zaman iflah olmaz. Belli bir rahatlama ve normalleşme elbette olur ama sorun tam anlamıyla çözülmez. Baskılar azalır, sansür, oto sansür azalır. Patronlar rahat bir nefes alır ama o kadar ötesi yok. Tam olarak bir düzelme beklemeyin. Tabii bunları konuşmak için önce bir hükümet kurulmalı.
“MEDYANIN FABRİKA AYARLARINA DÖNMESİ ZOR ÇÜNKÜ ÇOK YARA ALDI”
Medyada neler oldu, biz neyin bedelini ödüyoruz sizce?
Medyanın ayarları bozuldu, fabrika ayarlarına dönmesi de mümkün değil artık… Çünkü reset atılacak bir yerde değiliz. Medya zayıfladı ve gazetecilik bir meslek olarak artık Türkiye’de yok oldu. Buna neden olan insanlar artık daha az güçlü olacak diye medya düze çıkacak değil. Çok büyük yara aldı bir kez medya. Bir yığın kişi işsiz kaldı, tasfiye oldu, onların geri gelmesi çok zor. Oto sansür, sansür insanların iliklerine kadar işledi. İnsanlar mesleğini yapmayı unuttu.
“TÜRKİYE’DE HİÇ BİR GAZETECİ ÖZGÜR DEĞİL”
Sizin de hiç oto sansür yaptığınız anlar oluyor mu? Artık bir kelime yazarken bin kez düşünüyor insan ne de olsa…
Hayır. Ben inanmadığım hiçbir şeyi yazmam. Başıma bir şey gelir diye de hiçbir zaman çekinmedim, öyle bir sorunum da olmadı. Ama bulunduğunuz ortam, bulunduğunuz medya kurumunun bir takım normları oluyor o normların içerisinde hareket etmek zorunda kalabiliyorsunuz, bu ayrı bir şey. Tabii ”Bunu yazarsam şu kızar, başka şey yazsam diğerleri kızar” gibi bir derdim yok. Yazarken, konuşurken doğru bildiğim ve düşündüğümden şaşmıyorum. Ama Türkiye’de hiçbir gazetecinin tam anlamıyla özgür olmadığı da bir gerçek.
“AHMET SEVER’İN YAZDIKLARI TÜMÜYLE DOĞRU”
Biliyorum bu konuya girmek istemiyorsunuz ama medya üzerine söylediğiniz bu sözlerin ardından sormak farz oldu. Ahmet Sever’in kitabında sizinle ilgili olan çarpıcı iddialar doğru mu? Gül devreye girmese sizi de içeri alacaklarmış, bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ahmet yazmış zaten, hepsi doğru. Gününü de yazmış. Benim bunun üzerine söyleyecek çok sözüm yok. Eğer yanlış bir durum olsaydı açıklama yapardım ama doğru olduğu için konuşmayı uygun bulmadım.
“CEMAAT İÇİN TEHLİKEYDİM BENİ DE İÇERİ ATMAK İSTEDİLER”
Sizi neden almak istesinler?
Bunu Pensilvanya’ya sorun. Ben Türkiye’de Fethullah Gülen cemaatini medyada en iyi bilen isimlerdenim. Yıllardır bunun üzerinde çalışan biriyim. En büyük nedenlerin başında bu geliyor. Cemaati iyi bildiğim için cemaatin gözünde tehlikeli bir gazeteciydim ve hala da öyleyim. Belli ki o karambolde beni de almak istemişler.
Allah korumuş diyeceğim ama Gül de korumuş…
Kim koruduysa şükran duyuyoruz.
“CEMAAT MEDYASI DA OLAYLARIN BİR PARÇASI”
Keşke Abdullah Gül, Ahmet Şık, Nedim Şener ve tüm diğer meslektaşlarımız için de aynısını yapsaydı bir tek sizin için değil.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’den haberi olmadı, haberi gözaltına alındığı zaman oldu. Gül, gözaltı kararının ardından hemen bu olayın yanlış olduğunu Fikret Bila ve Ekrem Dumanlı’ya anlattı. Buna rağmen Ekrem Dumanlı, Abdullah Gül’ün sözlerini çarpıtarak verdi. Çünkü onlar da bu olayın bir parçası. Cemaatin medyası bütün bu operasyonların parçası. Bunlar bir üçgendir, yargı, polis ve medya üçgenidir. O bir bermuda şeytan üçgenidir. O üçgene düşürdükleri insanı yok etmeye çalışırlar. Bayağı da bir mesafe kat ettiler. Ama sonunda kaybettiler.
O dönem Gül’ü arayıp teşekkür ettiniz mi şahsınıza yönelik böyle bir operasyonu engellediği için?
Bunlara gerek yok. Zaten konuşmak da istemiyorum, boşuna zorluyorsun. Ben Abdullah Gül’ü 1991 yılından beri tanırım gazeteci olarak. Yeni değil yani… O nedenle çok detaya girmeyelim.
“GÜL’E ZARAR VERMEK İÇİN YAZMADI”
Abdullah Gül siyasete döner mi?
Dönse iyi olur ama döneceğini sanmıyorum. İstemiyor galiba, isteseydi bir yolunu bulur dönerdi.
“KİTAP İYİ BİR KİTAP, SALDIRILAR NORMAL”
Ahmet Sever’in kitabı sizce Abdullah Gül’ü parlatmak için mi yazılmış? Yoksa gerçekten gördüklerini, yaşadıklarını mı yazmış?
Ahmet Sever çok iyi bir gazetecidir. 13 yılını Abdullah Gül’ün yanında verdi. Bence çok yararlı bir iş yaptı bu kitabı yazarak. Gazetecilik refleksini de kaybetmediğini bu kitapta görüyoruz. 12 yılı anlatan çok değerli bir kitap yazdı. Gül’ü olumlu mu etkiler olumsuz mu kestiremiyorum ama bu kitapta Abdullah Gül’e zarar vermek istememiştir diye düşünüyorum. Daha yeni çıktı kitap, çok yeni ve çok saldırı görüyor olması bence çok başarılı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de çünkü iyi olan şeyler cezasız kalmaz. Onun için buradan da görüyoruz ki kitap iyi bir kitap.
Siz okuma şansı buldunuz mu kitabın tamamını?
Okudum ve çok beğendim. Çok dikkatle ve titizlikle hazırlamış. Gazetecilik kokuyor…
“AHMET SEVER’İN BANA YER VERMESİ BENİ İNCİTMEDİ”
Ahmet Sever’in sizinle ilgili bu çarpıcı konuya kitapta yer vermesi sizi incitti mi, yoksa önceden bilginiz var mıydı yazacağından?
Tabii ki incinmedim. Neden incineyim? Gerçek olan bir konuyu yazmış. O kitapta sadece ben değil, yaşanılan pek çok olay anlatılmış. Benim kızma ya da darılma gibi durumum yok.
“CEMAAT BÜYÜK BİR GÜÇ KAYBETTİ”
Az önce tüm operasyonların parçası olduğunu söylediğiniz cemaat, AK Parti ile girdiği çatışmada sizce bir güç kaybetti mi?
Tabii hem de çok büyük bir güç kaybetti.
“ONCA YAŞANANLARA RAĞMEN HALA DERS ÇIKARMADILAR”
Peki, şu an sizce ne durumdalar?
Cemaat kolay kolay bitmez, bayağı bir gücü var. Seçim sonuçlarından da mutlular. Eğer AKP tekrar tek başına iktidara gelseydi, herhalde cemaat için tehlike daha da büyürdü ama şimdi, belirli ölçülerde iktidarı kimle paylaşacaklarsa cemaate karşı devlet taarruzunun eskisi kadar olmayacağını tahmin ediyorlardır. Ben de öyle tahmin ediyorum. Ama kamuoyunda cemaatin nasıl bir yapı olduğu konusunda bir algı oluştu, bir bilinçlenme oluştu. Onun için cemaatin eski günlerine dönmesinin imkânı olmayacaktır diye tahmin ediyorum. Kendilerinin bundan ders çıkartmadıklarını görüyorum.
“CEMAAT GEÇMİŞİYLE YÜZLEŞMELİ ÇÜNKÜ KAYBETTİLER”
Bu kanıya nereden vardınız?
Hala hiçbir şey yapmamışlar gibi kendileri sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi sunmaya çalışıyorlar çünkü. Bu yalan, böyle bir şey yok. Cemaat samimi bir şekilde yaptığı hatalardan, kurduğu komplolardan, insanların özgürlüklerine kastetmesiyle ilgili hiçbir şekilde yüzleşmedi. Şimdi benzer olaylar kendi başlarına geliyor ve çok fazla kendilerine dışarıdan destekçi bulamıyorlar. Kaybetmelerinin en büyük nedeni de kendi geçmişleridir. Birçok vesile ile birçok ortam da kendileri ile yüzleşme yapmalarını söyledik ama hiçbir şekilde bunu ciddiye almadılar. Sonuçta kaybeden kendileri oluyor. Artık bir zamandan sonra kendileri bilir, kendi kaderlerini kendileri belirliyorlar. Nasıl doğru biliyorlarsa öyle yapsınlar ama yanlış yoldalar.
“GEÇMİŞTE CEMAAT MEDYASI GAZETECİLERİN İÇERİ ATILMASINI İSTEDİ AMA ŞİMDİ…”
Cemaat medyasının başına gelenler, Hidayet Karaca’nın tutuklu olması, Baransu’nun tutuklu olması, Zaman Gazetesi’ne polislerin gidip de canlı yayında onları gözaltına almak istemesi vs. Bunlar yaşanırken ne hissettiniz, meslektaş olarak üzüldünüz mü?
Ben hiçbir gazetecinin içeri girmesini istemem. Ama onlar istediler. Çok arkadaşımızı içeri attılar. Gazetecilerin sırf yaptıkları gazeteler, haberler nedeniyle cezaevi ile hapis ile muhatap olmaları asla doğru bir şey değil. O anlamda tabii ki de üzüldüm. Ama bu arkadaşların büyük bir çoğunluğunun sicili kendileri gibi düşünmeyen gazetecileri tasfiye etmek olduğu için onların bir ders çıkartması gerekiyor. Benim cemaate yönelik operasyonlardan ders çıkartacak bir durumum yok. Onları tasfiye eden birisi değilim. Oradaki insanlar şunu sorsunlar kendine; Biz nerede hata yaptık? Mesela biz Ahmet Şık ve Nedim Şener’e sahip çıkmak için sivil bir gazetecilik inisiyatifi aldık ve çok etkili olduk. Arkamızda medya grubu yoktu, cemaat yoktu, parti yoktu. Kendi başımıza bayağı etkili olduk, konuyu Türkiye ve dünya çapında bir olaya dönüştürdük. Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları diye bir İnisiyatif var biliyorsunuz ki… Çok büyük işler yaptık. Cemaatin başına o kadar şey geliyor ama doğru dürüst destek yok. Dayanışma, faaliyet, bir sivil hareket filan da yok. Bu ikisini karşılaştırıp buradan bir ders çıkartmaları iyi olur. Ama yine kendileri bilir. Bu tür insanların kendilerine dışarıdan söylemleri saldırı olarak anladıkları için çok da fazla konuşmaya gerek yok.
Medya itibarını tekrardan ne zaman kazanır?
Öyle bir şey yok. Gençlere gazeteci olmamalarını tavsiye ediyorum. Alıştığımız medya sisteminden bir şey çıkmaz. Ama yeni akımlarla birlikte bir şey olabilir. Sosyal medya üzerinden veya başka bir ağ üzerinden gelişecek bir haberleşme olabilir ancak var olan medya patronaj ilişkileri, devlete bağımlılık ilişkileri ile hükümetlere kim giderse gitsin kim gelirse gelsin bu kriz hali hep sürer. Bundan dolayı da pek itibar filan beklememek gerekir.
“DOĞAN GRUBU HEDEFTE ÇÜNKÜ…”
Özellikle de bu dönemde Doğan Grubu çok ağır saldırıya uğradı. Doğan Grubu sizce gerçekten gazetecilik yapıyor mu? Neden bazı kesimlerin hedefinde?
Doğan Grubu sadece hükümet yanlısı bir tavır takınmıyor. Hükümet yanlısı bir tavır takınmayanlara da hükümet yanlısı medya her türlü dezenformasyonu, itibarsızlaştırmayı yapıyor. Doğan Grubu büyük bir grup olduğu için de ona daha fazla yapıyorlar. Ama yarın öbür gün iktidar değişir başkası başkalarına yapar. Bunları çok gördük. Doğan Grubu da çok güçlü olduğu zamanlarda başkalarına itibarsızlaştırma yapmıştır. Bu böyle devam eder gider. Ama o grup seçim sürecinde hükümet yanlısı bir tavır almadı orası çok net.
“HDP’NİN PARLAMAK İÇİN MEDYAYA İHTİYACI YOKTU”
Doğan Grubu’nun HDP’yi parlattığı söyleniyor, siz ne görüyorsunuz?
Yok öyle bir şey. Bu ülkede Kürt hareketine en büyük darbeyi indiren gazeteler vs. oradan çıkmıştır. HDP’nin parlatılmaya ihtiyacı yoktu. Medyada görünür olmasa bile HDP o barajı geçerdi. Bu toplumsal bir olaydı. Ben buna Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu diyorum.
“DOĞAN PARLATTIYSA ÖTEKİLER DE HER GÜN KÜFRETTİ”
Sadece Kürtler değil, Aleviler’in de sanırım HDP’ye sempatisi artıyor, yanlışsam düzeltin.
Doğrudur ama esas olarak Kürtlerin bir dinamizmidir bu. Yani Doğan grubunun parlatmasıyla ya da başkalarının HDP’yi itibarsızlaştırmasıyla olacak iş değil. Doğan Grubu parlattı diyelim, ee o zaman ötekiler de her gün küfrettiler, hakaret ettiler, haklarında yalan yazdılar. Ne olacak şimdi? Medyanın böyle bir gücü yok. Bir hareket Türkiye’de toplumsal olarak karşılık buluyorsa medyanın kendine saldırması tam tersine işine gelir.
Seçim sonuçları rengini biraz biraz belli etmeye başlar başlamaz ve anketlerde AK Parti’nin büyük bir düşüşü gözler önüne serilince özellikle iktidara yakın olan bazı meslektaşlarımızın çok süratli bir dönüşü söz konusu oldu. Bu dönüşler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hiç önemsemiyorum ben bunları. Son zamanlarda her ne kadar moda olsa da ben gazetecilerin birbirini konuşup tartışmalarını mantıklı bulmuyorum. Hele haber üretmekten yoksun insanları böyle konuşarak öne çıkartmak da zaten hiç iyi bir durum değil. O nedenle kim ne yaparsa yapsın umursamıyorum.
“MEDYA ATMOSFERİ İYİ DEĞİL AMA BEN HALİMDEN MEMNUNUM”
Gazetecilik bu ülke için en zor mesleklerden biri. Hele son dönemlerde çok daha zor hale geldi. Yıllardır bu işi yapan bir gazeteci olarak sizin de bedel ödediğiniz anlar oldu mu?
Ben 30 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bu mesleğin her türlü cilvesini gördüm… Sonuç olarak çok şikâyetim, çok eleştirim var ama halimden de memnunum. Memnuniyetim gayri memnuniyetten fazladır. Bazı konularda sitemim olsa da benim şikâyet etmeye çok da hakkım yok. Biz çok acı çektik, çok çile çektik demem. Ben gazeteciliğe 1985’te o dönemin en parlak olan Nokta Dergisi’nde başladım. Bu benim için çok büyük bir şanstı. Ayşenur Arslan, Tuğrul Eryılmaz, Nadire Mater, gibi çok iyi gazetecilerle çalıştım ve onlardan çok şey öğrendim. Sonuç olarak 30 yıla şöyle bir baktığımda halimden memnunum, şikâyet edeceğim bir durum yok. Ama bu mesleğe girenlerin çok çile çektiğine, baskı gördüğüne, cezaevine girdiğine üzülerek tanık oldum. Bu arada gazeteciler arasında da büyük bir dayanışma eksikliği olduğunu da gördüm. Bunda hepimizin sorumluluğu vardır, hiç kimse ben iyiydim demesin. Sonuç olarak onca büyük acılar çeken, bedeller ödeyen meslektaşlarımın yanında benim şikâyet bile etmeye hakkım yok. Mesela Vatan Gazetesi’nde Zafer Mutlu önümü çok açtı. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Köşe verdi, yazı dizileri yaptım, dosya haberler yaptım. Sonuçta ben halimden memnunum ama genel olarak medya atmosferinin iyi olmadığını görüyorum. İyi olmayan bir medya atmosferinde halimden memnun olmam iyi bir şey olmayabilir ama yalan da söyleyecek halim yok. Mağdur edebiyatı yapan çok bari ben eksik kalayım çünkü ben mağdur değilim.
“ALO FATİH’İ TANIMIYORUM”
Habertürk’te özgür müsünüz ya da ne kadar özgürsünüz. Çünkü Alo Fatih’ler hala hafızalarda?
Tanımıyorum ben “Alo Fatih” diye birini. Bilmiyorum, bilmek de istemem. Ama Türkiye’de gazetecilik yapmanın o kadar kolay olmadığını biliyorum. Sonuç olarak karşılıklı anlayışla sorunların aşılabileceğini biliyorum. Sorunlar olabiliyor ama dert değil. Bunları aşıyoruz. Hele şu iktidarlar bir şekillensin bayağı bir normalizasyon olacak diye tahmin ediyorum.
“DEMİREL’İ HİÇ BİR ZAMAN SEVMEDİK ÇÜNKÜ”
Bir döneme damga vuran Süleyman Demirel’i sonsuzluğa uğurladık. Neler söylersiniz onunla ilgili?
Hayatta bir kez gördüm kendisini. TESEV’e hazırladığım bir rapor için hem Demirel hem de Ecevit ile görüşmüştüm. Bayağı da uzunca bir sohbet etmiştik, hatta bana bir daha gel demişti. (Gülüyor) Ben solcu biriyim. Babam CHP’liydi zaten ben ise daha sosyalist bir soldanım. Demirel’i biz hiçbir zaman sevmedik çünkü o bizim için hep bir olumsuzluk sembolüydü. Daha sonra çok şey değişti o da biz de. Demirel’in kabul edemeyeceğim pek çok uygulaması var. Deniz Gezmişlerin asılması gibi; 1970’li yıllardaki faşist saldırıların önünü açması ve göz yumması gibi… Bence 28 Şubat’ta da Demirel çok büyük yanlış yaptı. Her ne olursa olsun bilgili ve iyi bir siyasetçiydi. Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği siyasilerden Ecevit, Erbakan, Demirel, Özal birer markaydı.
“O DA ÖZGÜR BASIN ŞAMPİYONU DEĞİLDİ”
Demirel’in medyaya yönelik saygılı tutumu ve eleştiriye açık olmasını o dönemi yaşayan meslektaşlarımız anlata anlata bitiremiyor…
Benim o konuda deneyimim olmadı ama bugünkü siyasi iktidarın gazetecilere reva gördüğü muameleyi göstermediği çok net. AKP’nin özellikle Gezi direnişinde ve sonrasındaki performansını bugüne dek eminim hiçbir iktidar göstermedi. Baskı, sansür her şey en ağırlaştırılmış şekilde karşımıza çıktı. Diğer iktidarların bu kadarını yapması mümkün değil ama Demirel’in de kalkıp “Özgür basın şampiyonu” olduğunu sanmıyorum.
“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KARNESİ YOK, BİZİ OKULDAN ATTILAR”
Peki, basın özgürlüğü konusunda karnemiz nasıl?
(Gülüyor) Öyle bir karne yok. Bizi okuldan attılar… Türkiye’de çok zengin bir medya atmosferi var. İnternet siteleri, radyolar, TV kanalları, gazeteler vs. ama bu bolluğa rağmen Türkiye’de medyanın kalitesi ve özgürlüğü kalmadı. Nicelik olarak fazla ama nitelik olarak çok sorunluyuz. Bu arada bir düzelme olacağını da sanmıyorum ancak bağımız, sivil –bağımsız bir takım oluşumlar bunu yapabilir. Ama konvansiyonel medya düzeni içerisinde tam bir özgürleşme mümkün olamaz.
“SOSYAL MEDYADA DAHA ÖZGÜR HABERCİLİK VAR”
Ne kadar karamsar bir tablo çizdiniz?
Karamsar değil aksine iyimserim. Burada öyle bir tıkınma var ki çok fazla bir şey yapmak mümkün. O nedenle de işte insanlar sosyal medyaya kaydı çünkü orada daha özgür yazıp çizebiliyorlar. Her şeye rağmen orada bir korku müeyyidesi yok.
Sizin de teknoloji ve sosyal medya ile aranız çok iyi. Zaman zaman Periscope yayınlarınızı izliyoruz.
Orada büyük bir heyecan var, kalabalık var eee benim de söyleyecek sözlerim var. Periscope’u Türkiye’de kullanan ilk isimlerden biriyim. Sistemli bir şekilde kullanıyorum ve güzel yayınlar yapıyorum ve bunun herkes için muazzam bir imkân olduğunu düşünüyorum. Artık bir cep telefonunuz varsa ve buna bir de internet yükleyebiliyorsanız her tür türlü yayını, haberciliği özgür bir şekilde yapabilirsiniz. İlk başta beş-on kişi izler ama siz eğer iyi bir iş yapıyorsanız bu sayı git gide artar… Ben Twitter’dan da son çıkan uygulamalardan da gayet mutluyum.
Bazen sosyal paylaşım sitesi Twitter’da çok sert eleştiriler aldığınız oluyor. O an neler hissediyorsunuz?
(Gülüyor) Beğeni olduğu kadar eleştiri de elbette olacak. Çok da ciddiye almıyorum. Hakaret ve küfür edenleri engelliyorum. Sosyal medyada küfür edenlere yanıt verecek olursanız işin içinden çıkamazsınız, herhalde normal hayatta gelip yüzüme o küfürlerin onda birini etseler olay çok başka yerlere gider.
Aman gitmesin… Çok değerli vaktinizi aldım bu güzel röportaj için size çok teşekkür ediyorum.