Abdullah Gül’le ilgili olay ‘altılı masa’ ve adaylık iddiası! ‘Hâlâ bunu istiyor bence…’

Abdullah Gül’ün son açıklamalarının ardından bir yazı kaleme alan Nagehan Alçı, çarpıcı iddialarda bulundu. “Ben Gül’ün kafasında 6’lı masanın ortak adayı olarak hala kendini tasavvur ettiğini düşünüyorum” diyen Alçı, Deva ve Gelecek diye iki ayrı parti olmasının temelinde de Gül’ün yattığını iddia etti.

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yüksek enflasyon ve ekonomideki gelişmelerle ilgili açıklamaları gündemdeki yerini korurken Habertürk yazarı Nagehan Alçı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

“Hükümet yok yere kendi kendini enflasyon bataklığının içine soktu. Şimdi de oradan çıkamıyor. Bunun üzerine de bir yazı yazmak istiyorum ancak bugün üzerinde duracağım mevzu başka…” diyen Alçı, devamında çarpıcı ifadeler kullandı.

“Abdullah Bey, enflasyon meselesinde ne kadar haklıysa kendisinin Tayyip Erdoğan tarafından siyasetten tasfiye edildiği döneme ve yaşadıklarına dair hiç açıklama yapmamakta da o kadar haksız bence” ifadelerini kullanan Habertürk yazarı, “Ben Gül’ün kafasında 6’lı masanın ortak adayı olarak hala kendini tasavvur ettiğini düşünüyorum. Kanaatimce hala bunu istiyor bence” değerlendirmesinde bulundu.

Diğer yandan Abdullah Gül’ün ‘bazı konularda hiç konuşmaması ve özeleştiri yapmamasının’ özellikle muhalefet tabanında Gül ismine dair soru işaretlerini büyüttüğünü dile getiren Nagehan Alçı, devamında ise DEVA ve GELECEK diye iki ayrı parti olmasının temelinde Gül’ün yattığını iddia etti.

“Ahmet Davutoğlu kesinlikle Ali Babacan ile aynı çatı altında tek parti içinde yer almak istiyordu. İki ayrı parti kurulmasını istemiyordu” diye yazan Alçı, “Abdullah Gül faktörü Babacan ve Davutoğlu’nu iki ayrı partiye itti” ifadelerini kullandı.

Nagehan Alçı’nın yazısından ilgili bölüm şöyle:

Abdullah Bey, 27 Ağustos 2014’te yapılan AK Parti kongresiyle yani Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkan ve Başbakan olduğu kongreyle beraber kendisinin haksız şekilde AK Parti’den tasfiye edildiğini düşünüyor.

Bu hadiseden de sadece Tayyip Bey’i sorumlu tutmuyor. Aynı zamanda Davutoğlu’na da kırgın ve hatta kızgın.

Bizzat siyasete soktuğu eski başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun 27 Ağustos 2014’te AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini kabul ederek kendisine vefasızlık ettiğini düşünüyor.

Abdullah Bey’in perspektifine göre Davutoğlu şöyle demeli ve AK Parti Genel Başkanlığı ile Başbakanlığı reddetmeliydi:

"Genel Başkanlık ve Başbakanlık benim hakkım değil. Parti teşkilatlarımızın temayülü yüzde 80 Abdullah Bey’den yana. Benim parti içinde desteğim çok az. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Gül olmalı."

Ancak bilindiği gibi Davutoğlu böyle yapmadı ve bu nedenle 27 Ağustos 2014’te Gül ve Davutoğlu arasında bir yarılma yaşandı.

Bugün DEVA ve GELECEK diye iki ayrı parti olmasının temel sebebi de bence bu.

Ahmet Davutoğlu kesinlikle Ali Babacan ile aynı çatı altında tek parti içinde yer almak istiyordu. İki ayrı parti kurulmasını istemiyordu.

Ali Babacan’a yakın kimi kaynaklar 2019-20 konjonktürü bağlamında Babacan’ın da "Zinhar Davutoğlu olmasın" demediğini söylüyor ama Abdullah Gül faktörü Babacan ve Davutoğlu’nu iki ayrı partiye itti.

Bugün ise özellikle DEVA kadroları kesinlikle Ahmet Davutoğlu ile aynıymış gibi anılmak istemiyor. Nihal Bengisu Karaca da bu konuda DEVA’nın bu tutumunu kibirli bulduğunu anlatan ilginç bir yazı yayınladı Habertürk’te.

Öte yandan Abdullah Bey kendi açısından bu çizgisinde tutarlı bence. Gerçekten de 2014 Temmuz-Ağustos itibariyle parti teşkilatları temayülü yüzde 80 Gül’den yanaydı.

Şu an Gül karşıtlığı ile bilinen kimi AK Partili siyasetçiler bile "Partinin başına Tayyip Erdoğan’dan sonra Gül gelsin" diyorlardı. Ben buna bizzat şahidim.

Abdullah Bey’in de yakın çevresine söylediği gibi Davutoğlu’nun teşkilatlarda karşılığı yok denecek kadar azdı.

Peki Recep Tayyip Erdoğan çok az desteği olmasına rağmen kafasına göre mi Davutoğlu’nu Başbakan yaptı?

Elbette hayır…

Teşkilatlar değil ama AK Parti entelijensiyası diyebileceğimiz tüm belli başlı köşe yazarları o konjonktürde Gül’den değil Davutoğlu’ndan yanaydı.

Tayyip Bey de bunu bilerek siyaseten çok zekice bir hamle yaptı.

2014 Ağustos dönemi hâlâ köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının önemini koruduğu bir dönemdi.

Hatta 17-25 Aralık darbe teşebbüsüne karşı mücadele bağlamında köşe yazarlığı ve televizyon yorumculuğu kurumu yeniden güçlenmişti.

2022 konjonktüründe köşe yazarlarının pek önemi yok ama o zaman farklıydı.

2014 Ağustos itibariyle AK Parti’yi destekleyen tanınmış medya aktörlerinin içinde sadece bir isim Abdullah Gül’ün arkasındaydı.

O da kendisinin 50 senelik dostu Fehmi Koru’ydu. İkinci bir isim yoktu. Koru hariç AK Parti’yi destekleyen tüm muhafazakar ve liberal aydınlar Davutoğlu’ndan yanaydı. Karar gazetesi yazarları da dahil.

Koru’nun dışında sadece Taha Akyol ve bir de Ruşen Çakır o zaman da Abdullah Gül’ü kuvvetle destekliyorlardı. Fakat 2013 Gezi olaylarından itibaren hem Akyol hem de Çakır hükümetin muhalifi pozisyonuna geçmişti.

Dolayısıyla artık iki Gülcü yazar da AK Parti cephesinden sayılacak durumda değildi 2014 Ağustos’unda.

Bugünlerde çok keskin Davutoğlu düşmanı olanlar dahil bütün aydınlar 2014 Ağustos itibariyle Davutoğlu dönemini coşkuyla alkışlıyorlardı. Ahmet Hoca’nın gazeteciler ve akademisyenler camiasında desteği çok sağlamdı.

O yüzden Erdoğan’ın Davutoğlu kararı hiç kimsede "Bu Davutoğlu da nereden çıktı" etkisi yaratmadı.

Tayyip Bey kıvrak ve yüksek siyasi zeka içeren bir hamle ile Gül’ü ekarte etmiş oldu.

Eğer Erdoğan, Davutoğlu dışındaki birini Başbakan ve Genel Başkan yapsaydı 2014 Ağustos konjonktüründe asla kabul görmezdi ve büyük problem çıkardı. Buna Binali Yıldırım da dahil.

İşte bu çerçevede 27 Ağustos 2014 operasyonu tereyağından kıl çeker gibi inanılmaz bir başarıyla gerçekleşti.

28 Ağustos 2014’te de Tayyip Bey seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak koltuğu Abdullah Gül’den devraldı ve Gül’ün AK Parti’ye dönme ihtimali böylece bitti.

Şimdi gelelim benim Abdullah Gül’e sormak istediğim soruya…

Tayyip Bey’in 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçilmesiyle 27 Ağustos 2014 arasında 17 gün var. Tam 17 gün.

Abdullah Gül hemen ertesi gün yani 11 Ağustos 2014’te, "Cumhurbaşkanlığım bittiğinde şüphesiz ki partime döneceğim. Partime dönmem benim için doğal olan şeydir" gibi demeçler vermek yerine istifa etseydi ve bir konvoyla AK Parti Genel Merkezi'ne yeniden üye olmak ve genel başkanlık adaylığı için gitseydi ne olurdu?

"17 gün daha beklemenin lüzumu yoktur arkadaşlar. Seçilmiş yeni Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’dir. Ben bugün istifa ediyorum ve partime geri dönüyorum. Genel Başkanlığa adayım" diye Abdullah Gül çıkış yapmış olsaydı geçtiğimiz 8 senede neler yaşanırdı?

Abdullah Gül neden bu çıkışı yapmadı? Bugün 2014’te bu çıkışı yapmadığına pişman mı? Bu sorunun cevabını çok merak ediyorum.

Sayın Gül bu cesur çıkışı yapsaydı şüphesiz medyada büyük bir meydan muharebesi başlardı ve şu an Abdullah Bey’i destekleyen Mehmet Ocaktan gibi yazarlar bile Gül’e şiddetle hücum ederlerdi ama teşkilatların Davutoğlu’na değil Gül’e desteği olduğu da yukarıda izah ettiğim gibi açıktı.

Şayet Abdullah Gül bu kavgaya girseydi netice ne olurdu, AK Parti Genel Başkanı olabilir miydi, bilmiyorum…

Ama şunu çok iyi biliyorum…

Yukarıda anlattığım pozisyonda Tayyip Erdoğan olsaydı kesinlikle sonuna kadar mücadele ederdi.

Kendisine meydan okuyacak medya ve yazarlarla savaşmayı göze alırdı.

Yine İsmet Özel’in “Kavganın göbeğidir benim yerim" dizesini söyler, kesinlikle hedefine ulaşmak için harp eder ve şansını zorlardı. Siyaseten yapılabilecek her şeyi yapardı.

Bugün Gül’ü, Babacan’ı ya da Davutoğlu’nu destekleyen ve Erdoğan muhalifi olan yazarların da bu teşhisime katıldıklarına inanıyorum. Hatta aralarında bizzat konuştuklarım var. Aynen bu yazdıklarıma iştirak ediyorlar.

Fakat durumun nezaketi gereği bunları yazmamayı tercih ediyorlar. Tıpkı iktidar ve muhalefet medyasında da birçok konunun yazılmaması tercih edildiği gibi.

Soruya yeniden dönelim… Abdullah Gül 11 Ağustos 2014’te neden böyle yapmadı?

2 sene önce de ifade etmiştim…

Belki de o yüzden Abdullah Gül, Abdullah Gül…

Recep Tayyip Erdoğan ise o sebeple Recep Tayyip Erdoğan…