“REKLAMIN BİR ÇİFT GÖĞSÜN YANINDA GÖRÜNSÜN İSTİYORSAN…”
sabah.com.tr genel yayın yönetmeni Özgür Yici internet gazeteciliğini ve dergiciliğin son durumunu Mediacat'e anlattı.
Sabah.com.tr’nin başına geçtiğimiz Şubat ayında Özgür Yici geçti. Yici geldiğinden beridir de Sabah.com.tr’de bir hareketliliktir gidiyor. Ethicist uygulaması geldi, ismi ünlü kişilerin ölüm yıldönümlerine özel anma köşeleri, Haşmet Babaoğlu’nun yazıları derken Sabah hep hareketli, hep haber dolu… Artık Sabah Online’de olup bitenleri de haber sitelerinden takip etmek gerekiyor. Biz de Özgür Yici’nin kapısını çaldık ve MediaCat Eylül sayısı için bir söyleşi yaptık.
İnternet gazeteciliğinin sorunları neler? Yazılı basın unsurlarının da benzer sorunları var gerçi. Başta da sarı basın kartı sahibi olmak…
Olacak. İnternet gazetecilerinin de çok geçmeden sarı basın kartı olur. Birkaç zamana kadar olmak zorunda… Patronlar yaparsa çok da gecikmeden olur zaten. Burada çok değişik bir durum var. İşin tabiatına aykırı zaten sarı basın kartı olmaması… Ben bundan önce dergiler, ekler filan yaptım ve benim sarı basın kartım var. Ama şimdi burada çalışan internet sitesinin falanca ekonomi editörü, yarın gazetenin ekonomi editörü olur. Bu ne demek biliyor musun? Bir üst kata çıkıp başka bir masası olması. Yarın tak bilmem nereye geçer o, takvime iner mesela. Oradan tak gene internete geçer. Bu şu demek: Aslından biz, bu dünyanın içinde dolaşan adamlarız. Bir departmana sarı basın kartı denk gelmiş, bir departmana gelmemiş gibi bir durum. Bu zaten mümkün değil. Bu konuyla ilgili yasal düzenlemeler, çalışmalar yapılıyor. Bayağı ciddi dosyalar hazırlandı. Bir problem de akreditasyon örneğin. Cumhurbaşkanlığı resepsiyonunda neden internet gazetecileri davetli değil? Olacak, olmalı.
Siz yeterli buluyor musunuz düzenlemeleri?
Sarı basın kartı çıkarsa ve akreditasyon çıkarsa en önemli kilit iki problem aşılacak. Onun dışında da destek görmesi gereken yerel unsurlar ve internet siteleri de var. Bunların dışında bir de yerel gazetecilik yapanlar var. Bunların içinde çok düzgün ve bizlerden daha çok gazeteci adamlar da var. Ama bu adamın o siteyi böylesine bir yapı karşısında hayatta tutma şansı o kadar zor ki maddi olarak. Bu insanlara Basın İlan Kurumunun destek çıkması gerekiyor. Basın İlan Kurumu internet medyasına da mutlaka bir paye ayırmalı. Basın İlan Kurumu’nun da bu konuda çalışmalar yaptığını ve internet gazeteciliğinin payını artırmaya çalıştığını biliyorum.
“Reklamın bir çift göğsün yanında görünsün istiyorsan…”
Geçtiğimiz yıllarda büyük gazete ve televizyon kanallarının internet siteleri fotogaleriler yüzünden filtrelere takılıyordu. İçerikler de her geçen gün biraz daha pornografik bir hal alıyordu. Kaldı ki çok da ciddi bir gelişme yok. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Normalde biz zaten o kadar kullanamıyoruz o galerileri, kullanmıyoruz da. Gerek yayın politikası gereği kullanmıyoruz, gerek oradan gelen kullanıcının ya da sayfa gösteriminin paraya dönmesi açısından bir faydası olmadığından. Hatta biz bunu bir ‘pazarlama tool’u olarak kullanıyor ve diyoruz ki “Sen eğer reklamın bir çift göğsün yayında görünsün istiyorsan, gidebileceğin siteler var ama bizimki aslında olman gereken yerdir.” Benim bakışımın temeli ne, dersen, internet özgürdür ve öyle olmalıdır. İnternet her türlü içeriğin olduğu bir yerdir. Dünyada da böyledir bu. Sadece o zaman kendine haber sitesi demezsin o kadar.
Peki, içerik belirleme anlamında… Tıklandığı için tüm siteyi 3. sayfa haberi ve magazinle doldurmak doğru mu?
Haberden ne anladığına göre değişir o da. Siyasi haber yapan insanı, magazin haberine yollamaya kalktığında “Benim doğrularım var, ben siyasi haberler yaparım,” gibi bir tepki alabilirsin. Haber ayırt ettiğin noktada farklılaşıyor durum. Haber sitesi dediğin şey eğer siyasi ve ciddi işlerin olduğu, “ekonomide borsa patladı, yabancıya ev satışına izin verilmeli bu ülkede, kentsel dönüşüm projeleri ne olacak, Başbakan şu açıklamayı yaptı, Heronlar ne oldu, Balyozda son dalga” gibi haberlerse… Evet, bu bir haber türü… Ama Tarkan’ın son albümü ve onun kapak görselinin Metin Arolat’ınkiyle ne kadar benzediğiyse… Evet, bu da haber ve hepsi bir haber sitesinde yer almalı. Bu senin tamamen stratejine, bakışına göre değişir.
Bu anlamda bir denge gerekmez mi?
Bir haber sitesinde balans ayarı olmalı. “Bir insanın hayatında ne, ne kadar yer tutuyorsa,” demiş ya bizim eleman (Hakan Turpçu’dan bahsediyor) bu genel olarak bir gazete için değil, her şey için olması gereken bir denge.
Sabah.com.tr bu anlamda nasıl bir yol tutuyor?
Zaten Sabah.com.tr öyle... Siteyi açıp sana rastgele söyleyeyim. Şu anda bir tane siyaset haberi var, bir dünyadan, bir ekonomi, bir tane 3. sayfa haberi var, bir tane MİT’le ilgili bir yazı dosyası var. Can Yücel’in ölüm yıldönümü bugün… Son röportajı ben yapmıştım onunla mesela, o var.
Kemal Sunal’ın da son röportajı sizinle, değil mi?
Evet. Bu yüzden de kestim ben röportaj yapmayı. Can Yücel’le yaptım öldü, Kemal Sunal’la yaptım öldü. Devam edeyim; oruç hakkında bir haber var ve bir de magazin var mesela. Etik Servisi diye bizim başlattığımız bir yazar var. Spor da yan tarafta. Balans ayarı olmak zorunda… Çünkü orada herkes aradığı bir şeyi bulmalı. Her şeyi görmelisin sitede.
“Aç kalanın hırsızlık yapması etik mi?”
Etik servisi uygulaması New York Times’ten Randy Cohen’in Ethicist bölümünün benzeri. O bölümü gazetenin yazı işleri müdürü Barış Soydan hazırlıyor. Nasıl yürüyor orası? Mesela orada şöyle bir soru görmüştüm ben. İş yerindeki yazıcıyı şahsi işler için kullanmak doğru mu? Bu sorunun yanıtı nedir sizce?
Kullanılabilir! O adamın buradan çıkıp da o çıkışları almaya gitmesi gibi bir işgücü kaybına da motivasyon kaybına da o adamı böyle bir şey için kasmaya da gerek yok. Ama bu benim şahsi görüşüm. Ethicist de çok uzun yıllardır yapılan bir bölüm. Daha zamanında Haftalık dergisi çıkacağı zaman Ercan Arıklı bana söz etmişti Ethicist’ten. O zaman biz bunu yapamamıştık. Aradan yıllar geçti. Bunu yapmak için talip olacak biri de gerekiyordu. Barış geldi, “Böyle bir bölüm var, biliyorsunuz değil mi,” dedi. Ben de biliyorum ya “Sen nereden biliyorsun,” dedim, “Ben buna başlamak istiyorum,” dedi ve ben de “Tamam o zaman, on yıl gecikmeyle de olsa başlayalım,” dedim. Öyle başlamış oldu. Bayağı da iyi gidiyor. Biz manşette çok tutuyoruz onu, çok tıklanıyor, okunuyor ve soru geliyor.
Ne tip sorular geliyor mesela?
Mesela en son gelen soruları okuyorum: “Aç kalan insanın hırsızlık yapması etik mi? Doktorun gönderdiği hasta başına para alması etik mi,” gibi… Bunlar okuyucu soruları…
Ercan Arıklının ölüm yıldönümünde siz bir fotogaleri hazırladınız ve internet mecrasında çok olumlu karşılandı. Hatta sizden de “Ercan Arıklı’nın prensi” diye söz ediyorlardı.
Evet, öyle bir şey atıldı ortaya.
Bu size ne hissettiriyor, onu sormak istiyorum.
Allah rahmet eylesin, tabii ben çok severdim Ercan bey’i. Çok şey öğrendim ben ondan dergicilik için. Hatta dergicilik için bir tek ondan öğrendim, bildiğim ne varsa. Gazetecilikle ilgili başka güzel abiler de var tabii ama dergicilik başka. Habere bakış üzerine, nasıl sunulması gerektiği üzerine çok şey öğrendim.
Türkiye medyasında Ercan Arıklı’nın boşluğu doldu mu sizce?
Öyle bir aday yoktu zaten. O boşluk da dolmadı. Dolması da gerekmiyordu belki ama dergi piyasasının ufalması kötü. Demek ki Ercan Arıklı’nın orada yarattığı ivmeyi düşmeden tutacak bir mekanizma gelmemiş tekrar. Şu an dergiler ya patır patır kapanıyor ya da reklam gelirleri düştükçe düşüyor.
“Dergicilik edebiyatçılık gerektiriyor”
İnternet haberciliğinin ivme kazandığı şu günlerde dergiciliğin internet haberciliğiyle yarışması zor, değil mi?
Ama orası başka… Fotoğrafları en güzel basabileceğin mecra… Özel dosyaları en iyi ele alabileceğin yer. Dergilere böyle iyi dosyalar, iyi işler yapman gerekiyor. Bu işleri yapacak adamlar da çok kaliteli, kalibreli adamlar olması gerekiyor. Buraya ‘çat’ diye bastığın bir mal değil o, bayağı edebiyatçılık gerekiyor, süper kalem gerekiyor. Öyle adamlara da düzgün para vermen gerekiyor. Düzgün para vermek için bütçen düzgün olmalı. Bütçenin düzgün olması için düzgün reklam alıyor olman lazım. Düzgün reklam alıyor olman için düzgün satman lazım. Düzgün satamıyorsan reklam alamıyorsun, adamı barındıramıyorsun, doğru yazıyı yayınlayamıyorsun. Öyle sürüp gidiyor.
Ercan Arıklı için soruyorum. Boynuz kulağı geçti mi?
Mümkün mü? Asla geçmedi.
Özeleştiri alalım o zaman sizden.
Eleştiriye gerek yok. Boynuz falan olmak şahane bir durummuş Ercan Bey’in kulağının yanında. Asla geçmediği gibi herhangi bir boynuz da gelmedi. Boynuz kulağı sence geçti mi? Yani ben şimdi “Geçti,” dersem, sen inanacak mısın? Ercan Bey’in yaptığı gibi 40 tane dergi çıkartıyım ben, onun yaptığı gibi Can Dündar’ı alayım köşe yazarı olsun, Ayşe Armanı alayım röportajcı olsun, Ali Kırca’yı çağırayım anchorman yapayım gibi bir durum yok ortada.
Sweetheart başladı ve bitti
Hıncal Uluç’un Sweetheart hadisesi… Bu fikir nereden çıktı? Çok sansasyoneldi ve çok konuşuldu.
Hıncal Abi Sevgililer Gününü Türkiye’ye getirdiğini söyleyen adam. Gene Sevgililer Günü yaklaşırken günlerden bir gün bana bu konudaki fikirlerini söyledi. Ben de düşündüm ettim, “Abi biz mi seçsek,” dedim. Hıncal Abi de kabul etti. Ama ben bu muhabbeti açtığımda, “Olur” diyeceğini hissediyordum. Başladık, yaptık bir tane. İşte o Ece Gürselli kapak… Haftalık dergisine kapak oldu, ondan sonra Boxer’da da Hıncal Abi onunla bir röportaj yaptı. Yayımlandı. Aynı ay orada çıktı fotoğraflar ve söyleşi. Medya da konu bekliyordu, onlara da konu oldu. Hıncal abi de çok güzel fotoğraflar çekti, etti. Sonra o durdu ama biliyorsun.
Biliyorum, evet. Hıncal Uluç geçtiğimiz Şubatta sizden söz ediyor tekrar seçeceğinizi söylüyor. Ama siz farklı bir gruba geçtiğiniz için yapamamışsınız. Kendisi de bu yıl Sinem Kobal ve Arda Turan çiftini seçmiş. Tekrar seçecek misiniz Türkiye’nin sweetheartını?
Yok, belki Aktüel seçer. (gülüyor)
Karikatürle uğraşıyor musunuz siz?
Doğrudur 8-9 sene çizdim ben. Çiziyorum kendi kendime hâlâ.
Ben Dıgıl dergisinde 1989’da çizdiğiniz bir karikatürü görmüşüm ve onu da not almışım mesela.
Dıgıl, Gırgır, Fırt, Hıbır hepsinde vardı.
(Söyleşinin devamına MediaCat Eylül sayısından ulaşabilirsiniz.)
Söyleşi: Fatma Akman
İnternet gazeteciliğinin sorunları neler? Yazılı basın unsurlarının da benzer sorunları var gerçi. Başta da sarı basın kartı sahibi olmak…
Olacak. İnternet gazetecilerinin de çok geçmeden sarı basın kartı olur. Birkaç zamana kadar olmak zorunda… Patronlar yaparsa çok da gecikmeden olur zaten. Burada çok değişik bir durum var. İşin tabiatına aykırı zaten sarı basın kartı olmaması… Ben bundan önce dergiler, ekler filan yaptım ve benim sarı basın kartım var. Ama şimdi burada çalışan internet sitesinin falanca ekonomi editörü, yarın gazetenin ekonomi editörü olur. Bu ne demek biliyor musun? Bir üst kata çıkıp başka bir masası olması. Yarın tak bilmem nereye geçer o, takvime iner mesela. Oradan tak gene internete geçer. Bu şu demek: Aslından biz, bu dünyanın içinde dolaşan adamlarız. Bir departmana sarı basın kartı denk gelmiş, bir departmana gelmemiş gibi bir durum. Bu zaten mümkün değil. Bu konuyla ilgili yasal düzenlemeler, çalışmalar yapılıyor. Bayağı ciddi dosyalar hazırlandı. Bir problem de akreditasyon örneğin. Cumhurbaşkanlığı resepsiyonunda neden internet gazetecileri davetli değil? Olacak, olmalı.
Siz yeterli buluyor musunuz düzenlemeleri?
Sarı basın kartı çıkarsa ve akreditasyon çıkarsa en önemli kilit iki problem aşılacak. Onun dışında da destek görmesi gereken yerel unsurlar ve internet siteleri de var. Bunların dışında bir de yerel gazetecilik yapanlar var. Bunların içinde çok düzgün ve bizlerden daha çok gazeteci adamlar da var. Ama bu adamın o siteyi böylesine bir yapı karşısında hayatta tutma şansı o kadar zor ki maddi olarak. Bu insanlara Basın İlan Kurumunun destek çıkması gerekiyor. Basın İlan Kurumu internet medyasına da mutlaka bir paye ayırmalı. Basın İlan Kurumu’nun da bu konuda çalışmalar yaptığını ve internet gazeteciliğinin payını artırmaya çalıştığını biliyorum.
“Reklamın bir çift göğsün yanında görünsün istiyorsan…”
Geçtiğimiz yıllarda büyük gazete ve televizyon kanallarının internet siteleri fotogaleriler yüzünden filtrelere takılıyordu. İçerikler de her geçen gün biraz daha pornografik bir hal alıyordu. Kaldı ki çok da ciddi bir gelişme yok. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Normalde biz zaten o kadar kullanamıyoruz o galerileri, kullanmıyoruz da. Gerek yayın politikası gereği kullanmıyoruz, gerek oradan gelen kullanıcının ya da sayfa gösteriminin paraya dönmesi açısından bir faydası olmadığından. Hatta biz bunu bir ‘pazarlama tool’u olarak kullanıyor ve diyoruz ki “Sen eğer reklamın bir çift göğsün yayında görünsün istiyorsan, gidebileceğin siteler var ama bizimki aslında olman gereken yerdir.” Benim bakışımın temeli ne, dersen, internet özgürdür ve öyle olmalıdır. İnternet her türlü içeriğin olduğu bir yerdir. Dünyada da böyledir bu. Sadece o zaman kendine haber sitesi demezsin o kadar.
Peki, içerik belirleme anlamında… Tıklandığı için tüm siteyi 3. sayfa haberi ve magazinle doldurmak doğru mu?
Haberden ne anladığına göre değişir o da. Siyasi haber yapan insanı, magazin haberine yollamaya kalktığında “Benim doğrularım var, ben siyasi haberler yaparım,” gibi bir tepki alabilirsin. Haber ayırt ettiğin noktada farklılaşıyor durum. Haber sitesi dediğin şey eğer siyasi ve ciddi işlerin olduğu, “ekonomide borsa patladı, yabancıya ev satışına izin verilmeli bu ülkede, kentsel dönüşüm projeleri ne olacak, Başbakan şu açıklamayı yaptı, Heronlar ne oldu, Balyozda son dalga” gibi haberlerse… Evet, bu bir haber türü… Ama Tarkan’ın son albümü ve onun kapak görselinin Metin Arolat’ınkiyle ne kadar benzediğiyse… Evet, bu da haber ve hepsi bir haber sitesinde yer almalı. Bu senin tamamen stratejine, bakışına göre değişir.
Bu anlamda bir denge gerekmez mi?
Bir haber sitesinde balans ayarı olmalı. “Bir insanın hayatında ne, ne kadar yer tutuyorsa,” demiş ya bizim eleman (Hakan Turpçu’dan bahsediyor) bu genel olarak bir gazete için değil, her şey için olması gereken bir denge.
Sabah.com.tr bu anlamda nasıl bir yol tutuyor?
Zaten Sabah.com.tr öyle... Siteyi açıp sana rastgele söyleyeyim. Şu anda bir tane siyaset haberi var, bir dünyadan, bir ekonomi, bir tane 3. sayfa haberi var, bir tane MİT’le ilgili bir yazı dosyası var. Can Yücel’in ölüm yıldönümü bugün… Son röportajı ben yapmıştım onunla mesela, o var.
Kemal Sunal’ın da son röportajı sizinle, değil mi?
Evet. Bu yüzden de kestim ben röportaj yapmayı. Can Yücel’le yaptım öldü, Kemal Sunal’la yaptım öldü. Devam edeyim; oruç hakkında bir haber var ve bir de magazin var mesela. Etik Servisi diye bizim başlattığımız bir yazar var. Spor da yan tarafta. Balans ayarı olmak zorunda… Çünkü orada herkes aradığı bir şeyi bulmalı. Her şeyi görmelisin sitede.
“Aç kalanın hırsızlık yapması etik mi?”
Etik servisi uygulaması New York Times’ten Randy Cohen’in Ethicist bölümünün benzeri. O bölümü gazetenin yazı işleri müdürü Barış Soydan hazırlıyor. Nasıl yürüyor orası? Mesela orada şöyle bir soru görmüştüm ben. İş yerindeki yazıcıyı şahsi işler için kullanmak doğru mu? Bu sorunun yanıtı nedir sizce?
Kullanılabilir! O adamın buradan çıkıp da o çıkışları almaya gitmesi gibi bir işgücü kaybına da motivasyon kaybına da o adamı böyle bir şey için kasmaya da gerek yok. Ama bu benim şahsi görüşüm. Ethicist de çok uzun yıllardır yapılan bir bölüm. Daha zamanında Haftalık dergisi çıkacağı zaman Ercan Arıklı bana söz etmişti Ethicist’ten. O zaman biz bunu yapamamıştık. Aradan yıllar geçti. Bunu yapmak için talip olacak biri de gerekiyordu. Barış geldi, “Böyle bir bölüm var, biliyorsunuz değil mi,” dedi. Ben de biliyorum ya “Sen nereden biliyorsun,” dedim, “Ben buna başlamak istiyorum,” dedi ve ben de “Tamam o zaman, on yıl gecikmeyle de olsa başlayalım,” dedim. Öyle başlamış oldu. Bayağı da iyi gidiyor. Biz manşette çok tutuyoruz onu, çok tıklanıyor, okunuyor ve soru geliyor.
Ne tip sorular geliyor mesela?
Mesela en son gelen soruları okuyorum: “Aç kalan insanın hırsızlık yapması etik mi? Doktorun gönderdiği hasta başına para alması etik mi,” gibi… Bunlar okuyucu soruları…
Ercan Arıklının ölüm yıldönümünde siz bir fotogaleri hazırladınız ve internet mecrasında çok olumlu karşılandı. Hatta sizden de “Ercan Arıklı’nın prensi” diye söz ediyorlardı.
Evet, öyle bir şey atıldı ortaya.
Bu size ne hissettiriyor, onu sormak istiyorum.
Allah rahmet eylesin, tabii ben çok severdim Ercan bey’i. Çok şey öğrendim ben ondan dergicilik için. Hatta dergicilik için bir tek ondan öğrendim, bildiğim ne varsa. Gazetecilikle ilgili başka güzel abiler de var tabii ama dergicilik başka. Habere bakış üzerine, nasıl sunulması gerektiği üzerine çok şey öğrendim.
Türkiye medyasında Ercan Arıklı’nın boşluğu doldu mu sizce?
Öyle bir aday yoktu zaten. O boşluk da dolmadı. Dolması da gerekmiyordu belki ama dergi piyasasının ufalması kötü. Demek ki Ercan Arıklı’nın orada yarattığı ivmeyi düşmeden tutacak bir mekanizma gelmemiş tekrar. Şu an dergiler ya patır patır kapanıyor ya da reklam gelirleri düştükçe düşüyor.
“Dergicilik edebiyatçılık gerektiriyor”
İnternet haberciliğinin ivme kazandığı şu günlerde dergiciliğin internet haberciliğiyle yarışması zor, değil mi?
Ama orası başka… Fotoğrafları en güzel basabileceğin mecra… Özel dosyaları en iyi ele alabileceğin yer. Dergilere böyle iyi dosyalar, iyi işler yapman gerekiyor. Bu işleri yapacak adamlar da çok kaliteli, kalibreli adamlar olması gerekiyor. Buraya ‘çat’ diye bastığın bir mal değil o, bayağı edebiyatçılık gerekiyor, süper kalem gerekiyor. Öyle adamlara da düzgün para vermen gerekiyor. Düzgün para vermek için bütçen düzgün olmalı. Bütçenin düzgün olması için düzgün reklam alıyor olman lazım. Düzgün reklam alıyor olman için düzgün satman lazım. Düzgün satamıyorsan reklam alamıyorsun, adamı barındıramıyorsun, doğru yazıyı yayınlayamıyorsun. Öyle sürüp gidiyor.
Ercan Arıklı için soruyorum. Boynuz kulağı geçti mi?
Mümkün mü? Asla geçmedi.
Özeleştiri alalım o zaman sizden.
Eleştiriye gerek yok. Boynuz falan olmak şahane bir durummuş Ercan Bey’in kulağının yanında. Asla geçmediği gibi herhangi bir boynuz da gelmedi. Boynuz kulağı sence geçti mi? Yani ben şimdi “Geçti,” dersem, sen inanacak mısın? Ercan Bey’in yaptığı gibi 40 tane dergi çıkartıyım ben, onun yaptığı gibi Can Dündar’ı alayım köşe yazarı olsun, Ayşe Armanı alayım röportajcı olsun, Ali Kırca’yı çağırayım anchorman yapayım gibi bir durum yok ortada.
Sweetheart başladı ve bitti
Hıncal Uluç’un Sweetheart hadisesi… Bu fikir nereden çıktı? Çok sansasyoneldi ve çok konuşuldu.
Hıncal Abi Sevgililer Gününü Türkiye’ye getirdiğini söyleyen adam. Gene Sevgililer Günü yaklaşırken günlerden bir gün bana bu konudaki fikirlerini söyledi. Ben de düşündüm ettim, “Abi biz mi seçsek,” dedim. Hıncal Abi de kabul etti. Ama ben bu muhabbeti açtığımda, “Olur” diyeceğini hissediyordum. Başladık, yaptık bir tane. İşte o Ece Gürselli kapak… Haftalık dergisine kapak oldu, ondan sonra Boxer’da da Hıncal Abi onunla bir röportaj yaptı. Yayımlandı. Aynı ay orada çıktı fotoğraflar ve söyleşi. Medya da konu bekliyordu, onlara da konu oldu. Hıncal abi de çok güzel fotoğraflar çekti, etti. Sonra o durdu ama biliyorsun.
Biliyorum, evet. Hıncal Uluç geçtiğimiz Şubatta sizden söz ediyor tekrar seçeceğinizi söylüyor. Ama siz farklı bir gruba geçtiğiniz için yapamamışsınız. Kendisi de bu yıl Sinem Kobal ve Arda Turan çiftini seçmiş. Tekrar seçecek misiniz Türkiye’nin sweetheartını?
Yok, belki Aktüel seçer. (gülüyor)
Karikatürle uğraşıyor musunuz siz?
Doğrudur 8-9 sene çizdim ben. Çiziyorum kendi kendime hâlâ.
Ben Dıgıl dergisinde 1989’da çizdiğiniz bir karikatürü görmüşüm ve onu da not almışım mesela.
Dıgıl, Gırgır, Fırt, Hıbır hepsinde vardı.
(Söyleşinin devamına MediaCat Eylül sayısından ulaşabilirsiniz.)
Söyleşi: Fatma Akman