“BAŞÖRTÜLÜ GAZETECİ”YE DOĞUM GÜNÜ KUTLAMAK YASAK MI?
Medyaradar medya analisti Atilla Akar Star yazarı Elif Çakır'ın “Teknede Doğum Günü Partisi” düzenlemesi dolayısıyla halen süren tartışmalara karşı bir yazı kaleme aldı&...
Ben bu konu kapandı sanıyordum. Ancak anlaşılan birileri halen sürdürmekten yana görünüyor. Neymiş efendim? Nasıl olurda bir başörtülü hanım gazeteci doğum günü kutlarmış? Üstelik erkek meslektaşlarıyla hem de bir teknede? Bu “bir lokma bir hırka” felsefesine aykırı ve “kapitalizmin tüketim oyunu moda”ya kapılmak değil miymiş? Bu minvalde daha bir sürü sorular…
Ne olmuş yani? Ne var bunda? Başörtülü biri doğum gününü kutlayamaz mı? Doğum günü kutlamak sadece laiklerin “ayrıcalığı”nda özel bir “hak” mı? İnsanların özel hayatına da “devlet protokolü” mü uygulanacak? Hani insanların yaşam tarzına, giyimine kuşamına karışılmasından yana değildik? Her kim olursa olsun bu yönde müdahalelere karşıydık? (Yoksa değil miydik aslında?) İsteyen başörtüsüyle isteyen seksapel elbiseleriyle doğum günü kutlayamaz mıydı? Bunun kadının sosyal hayata katılmayıp eve hapsolmasını isteyen “koyu şeriatçı” kafadan ne farkı vardı? Üstelik ortada mesleği gereği zaten “sosyalleşmiş” gazeteci bir kadın var…
Evet, Star Gazetesi yazarı Elif Çakır’ın Boğaz’da bir teknede kutladığı ve “olay” olan ( Bunda “olay”lık ne var bilemiyorum. Son derece “normal” bir kutlama bence.) doğum günü partisinden söz ediyorum. Hani şu Star’ın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, aynı gazetenin köşe yazarı Fehmi Koru, Hürriyet’ten Fatih Çekirge, televizyoncu Rıdvan Memi, Erhan Köknar, Nursel Tozkoparan, reklamcı Nail Keçili’nin de davetli olduğu buluşmadan.
Öyle ki kimi yayın organlarınca sanki çok “acayip” bir şey imişçesine “Muhafazakar medya boğazda tekne turunda doğum biraraya geldi” , “Tesettürlü yazar için düzenlenen doğum günü” gibi manşetlerle verilen. Kendi aralarında eğlenmişler. Pasta kesmişler. Hatta şarkılar söylemişler. Bu konuda Fehmi Koru ve Mustafa Karaalioğlu da başı çekmiş. Yani bir doğum gününde ne yapılıyorsa onu yapmışlar…
Ancak bu tartışma daha sonra Fatih Çekirge’nin “28 Şubat sabıkası”na ve bir miktarda Nail Keçili’nin Egebank’ın batırılmasındaki “rol”üne kaydı. (Liberal yazarların niye katılmadığı da soruldu ayrıca.) Onlara da ayrı bir “kontenjan”dan “çakıldı” yani!
Olabilir. İşin bu yönleri de enteresan tabii. Fakat bu yanıyla ilgilenmiyorum. Hesabını tutan tutsun. İşin doğrusu ben daha ziyade bir miktar alaycı, hafif aşağılayıcı “yadırgama” boyutuna taktım. İslamcı/Muhafazakâr kesime, kadına eğlenmeyi çok gören, yakıştıramayan üstelik bunu adeta bir “kabahat”miş gibi sunan bir “zihniyet” söz konusuydu. Fakat bilhassa bunun “laiklik” adına savunulması, bu insanların “laiklik” adına “hedef tahtası"na oturtulması tuhaftı bana göre. O “laiklik” ki insanların giyim-kuşam, eğlence, özel hayatlarına karışılmamasının teminatıdır öncelikle. Dahası bu ülkenin “ortak nimetleri”nden (Nimet denince sadece ekonomik nimetleri anlamıyorum. Aynı zamanda kültür, eğlenme, her tür sosyal paylaşım olanaklarını da kastediyorum.) sadece bir “kesim” mi yararlanacaktı? “Diğerleri” bu konuda biraz “geri kalmış” (?) görünseler ya da aynı anlayışı paylaşmıyor olsalar bile “ötekiler” muamelesi mi çekilecekti?
Ben herkesin eğlenme, hayata katılma, hayatın renkli yanlarından faydalanma haklarını savunurum. Özellikle de kadınların –başörtülü veya başörtüsüz- sosyal hayattan uzak tutulmalarına, izole edilmelerine karşı çıkarım. Her şey “edebince” yapıldığı sürece sorun yoktur bence. İslamcılara/muhafazakârlara “kapalı” kalmalarını (Buradaki “kapalılık” giyim manasında değildir. Sosyal kapalılık manasındadır.) öneren, bekleyen, yakıştıran bir anlayışın savunduğu “modernite” ile de gerçekte çeliştiğini düşünürüm.
Başörtülü bir bayanın doğum günü kutlaması beni ne sevindirir ne de üzer. Üzerinde bile durmam. Gazeteci olarak ise “haber değeri” bile bulmam. (Belki biraz magazinel, o da “cemiyet haberleri” babında!) Çünkü şu veya bu yönde durduğum an olayda “acayip”, “yakışıksız”, “ters” bir yan görüyorum demektir. Oysa her şey kendi akışı içinde biraz “post-modern” görünse de normaldir. Bunun reddi veya savunusu (hangi kesimce olsun) davranışları tekel altına almaktır bana göre.Tersinden baktığımızda eminim “İslamcı kesim”de de çok kızan veya yadırgayan çıkabilir herhalde. Oysa her ikisi de aynı “sınırlayıcı” bakış. Biri “din adına” öteki “modernite adına” sınırlıyor. İnsanın özgürlüğü nerede burada?
Dahası bu tarz bir “laikliği” savunanın “laik”de olmadığını, laikliği de koruyamayacağını, zapt-u rapt altına almaya çalışacağını düşünürüm. Bu anlayış –çok karşı çıktığı halde- ne AKP’nin iktidar olmasını engelleyebilmiş ne de bu insanları kendi “formatladıkları” sisteme katabilmiştir. Tam tersine uzaklaştırarak, soğutarak, “yabancı” gördürerek bugünkü sonuca ulaşılmasına katkıda bulunmuştur.
Elif Çakır’ın doğum gününü –gecikerek de olsa- kutluyorum…
Atilla AKAR / 20.11.2011
Ne olmuş yani? Ne var bunda? Başörtülü biri doğum gününü kutlayamaz mı? Doğum günü kutlamak sadece laiklerin “ayrıcalığı”nda özel bir “hak” mı? İnsanların özel hayatına da “devlet protokolü” mü uygulanacak? Hani insanların yaşam tarzına, giyimine kuşamına karışılmasından yana değildik? Her kim olursa olsun bu yönde müdahalelere karşıydık? (Yoksa değil miydik aslında?) İsteyen başörtüsüyle isteyen seksapel elbiseleriyle doğum günü kutlayamaz mıydı? Bunun kadının sosyal hayata katılmayıp eve hapsolmasını isteyen “koyu şeriatçı” kafadan ne farkı vardı? Üstelik ortada mesleği gereği zaten “sosyalleşmiş” gazeteci bir kadın var…
Evet, Star Gazetesi yazarı Elif Çakır’ın Boğaz’da bir teknede kutladığı ve “olay” olan ( Bunda “olay”lık ne var bilemiyorum. Son derece “normal” bir kutlama bence.) doğum günü partisinden söz ediyorum. Hani şu Star’ın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, aynı gazetenin köşe yazarı Fehmi Koru, Hürriyet’ten Fatih Çekirge, televizyoncu Rıdvan Memi, Erhan Köknar, Nursel Tozkoparan, reklamcı Nail Keçili’nin de davetli olduğu buluşmadan.
Öyle ki kimi yayın organlarınca sanki çok “acayip” bir şey imişçesine “Muhafazakar medya boğazda tekne turunda doğum biraraya geldi” , “Tesettürlü yazar için düzenlenen doğum günü” gibi manşetlerle verilen. Kendi aralarında eğlenmişler. Pasta kesmişler. Hatta şarkılar söylemişler. Bu konuda Fehmi Koru ve Mustafa Karaalioğlu da başı çekmiş. Yani bir doğum gününde ne yapılıyorsa onu yapmışlar…
Ancak bu tartışma daha sonra Fatih Çekirge’nin “28 Şubat sabıkası”na ve bir miktarda Nail Keçili’nin Egebank’ın batırılmasındaki “rol”üne kaydı. (Liberal yazarların niye katılmadığı da soruldu ayrıca.) Onlara da ayrı bir “kontenjan”dan “çakıldı” yani!
Olabilir. İşin bu yönleri de enteresan tabii. Fakat bu yanıyla ilgilenmiyorum. Hesabını tutan tutsun. İşin doğrusu ben daha ziyade bir miktar alaycı, hafif aşağılayıcı “yadırgama” boyutuna taktım. İslamcı/Muhafazakâr kesime, kadına eğlenmeyi çok gören, yakıştıramayan üstelik bunu adeta bir “kabahat”miş gibi sunan bir “zihniyet” söz konusuydu. Fakat bilhassa bunun “laiklik” adına savunulması, bu insanların “laiklik” adına “hedef tahtası"na oturtulması tuhaftı bana göre. O “laiklik” ki insanların giyim-kuşam, eğlence, özel hayatlarına karışılmamasının teminatıdır öncelikle. Dahası bu ülkenin “ortak nimetleri”nden (Nimet denince sadece ekonomik nimetleri anlamıyorum. Aynı zamanda kültür, eğlenme, her tür sosyal paylaşım olanaklarını da kastediyorum.) sadece bir “kesim” mi yararlanacaktı? “Diğerleri” bu konuda biraz “geri kalmış” (?) görünseler ya da aynı anlayışı paylaşmıyor olsalar bile “ötekiler” muamelesi mi çekilecekti?
Ben herkesin eğlenme, hayata katılma, hayatın renkli yanlarından faydalanma haklarını savunurum. Özellikle de kadınların –başörtülü veya başörtüsüz- sosyal hayattan uzak tutulmalarına, izole edilmelerine karşı çıkarım. Her şey “edebince” yapıldığı sürece sorun yoktur bence. İslamcılara/muhafazakârlara “kapalı” kalmalarını (Buradaki “kapalılık” giyim manasında değildir. Sosyal kapalılık manasındadır.) öneren, bekleyen, yakıştıran bir anlayışın savunduğu “modernite” ile de gerçekte çeliştiğini düşünürüm.
Başörtülü bir bayanın doğum günü kutlaması beni ne sevindirir ne de üzer. Üzerinde bile durmam. Gazeteci olarak ise “haber değeri” bile bulmam. (Belki biraz magazinel, o da “cemiyet haberleri” babında!) Çünkü şu veya bu yönde durduğum an olayda “acayip”, “yakışıksız”, “ters” bir yan görüyorum demektir. Oysa her şey kendi akışı içinde biraz “post-modern” görünse de normaldir. Bunun reddi veya savunusu (hangi kesimce olsun) davranışları tekel altına almaktır bana göre.Tersinden baktığımızda eminim “İslamcı kesim”de de çok kızan veya yadırgayan çıkabilir herhalde. Oysa her ikisi de aynı “sınırlayıcı” bakış. Biri “din adına” öteki “modernite adına” sınırlıyor. İnsanın özgürlüğü nerede burada?
Dahası bu tarz bir “laikliği” savunanın “laik”de olmadığını, laikliği de koruyamayacağını, zapt-u rapt altına almaya çalışacağını düşünürüm. Bu anlayış –çok karşı çıktığı halde- ne AKP’nin iktidar olmasını engelleyebilmiş ne de bu insanları kendi “formatladıkları” sisteme katabilmiştir. Tam tersine uzaklaştırarak, soğutarak, “yabancı” gördürerek bugünkü sonuca ulaşılmasına katkıda bulunmuştur.
Elif Çakır’ın doğum gününü –gecikerek de olsa- kutluyorum…
Atilla AKAR / 20.11.2011