50. ALTIN PORTAKAL: FESTİVAL FİLMLERİNİN CENAZE TÖRENİ...

TV dizilerinden bile daha kötü sinema filmlerinin yarıştığı 50. Altın Portakal "Festival filmi" anlayışının tükenişine sahne oldu. Murat Tolga Şen yazıyor.

Evet, siz evlerinizde 68 filmin başvurduğu (6’sı Koza’nın yarışma seçkisine girdiği için elendi) ve 10 filmin yarıştığı bir ödül töreni izlediniz ancak bana göre aslında bu “festival filmleri” için düzenlenmiş bir cenaze merasimiydi.

Soru şu: Bu filmlere festival yapılır mı?

Cevap: Asla! Kusursuzlar ve Cennetten Kovulmak’ı hariç tutarsam ki onlar bile tam “olmuş” değildi, bu filmler, festivalde görülmelerini bir kenara bırakın, cep telefonundan izlenecek kadar bile önem arz etmiyorlar.

Peki, bunu kim yaptı? Bir “ön jüri sabotajı” ile karşı karşıya mıyız? İyi filmler dışarıda bırakılıp eş dost kontenjanından filmler mi sokuldu ulusal yarışmaya?

Cevap: Kulislerde hep konuşulan; jürinin aslında yarışmaya değer 5 film bulabildiği, organizasyonun ricası üzerine bu sayıyı 10’a tamamladığı… Bu durumda ön jüri masum görünüyor, suçlu taraf sinema yapanlar kısmı!

Ortada gerçekten çok acıklı bir durum var! Seyrettiğimiz 10 “en iyi” film böyleyse geri kalan 52 filmin hali nicedir? Üzgünüm ama Samanyolu TV’de bile çok daha kaliteli filmler izlemek mümkün! (Zaten en iyi erkek oyuncu ödülü de tam böyle bir TV performansına gitti.)

İşte bu da beni yıllardır, “yapmayın, etmeyin” diye uyardığım noktaya tekrar getirdi. 10 yıldan bu yana Altın Koza, Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali’nde kötü filmler ödüllendiriliyor. Bahanesi de hazır “Türk sinemasını ve özellikle genç yönetmenleri desteklemek”.

Bunun faydadan daha büyük bir yan etki ile felakete dönüşeceğini aklı başında her sinema değerlendiricisi gördü. Kimi yazdı, kimi ağabeylerinden korkup sustu ve bugüne geldik.

Bu saçma tutum şuna yol açtı; kötü filmlerin yarışıp ödül alabildiğini görenler her yıl daha da yetersiz filmler çekmeye ve tam bir hadsizlik örneği sergileyerek bunları festivallere göndermeye başladılar. Ön jürilerin Yeşilçam’dan nefret eden ruh hali yüzünden gişe sineması örnekleri iyice dışarıda kaldı. Seyirci kaygısından uzak saf sinemaya ulaşmak isterken Nuri Bilge Ceylan aromalı festival çöplerine kucak açıldı. Daha en baştan sorgulanması gereken şeyler yıllarca halının altına süpürüldü. Ciddi sinema yapmayı çok yanlış anlayan bir yönetmen kuşağı yetişti ve öyle ki, mizah temalı ama hepsi birbirinden somurtuk filmlerin yarıştığı yıllar oldu.

Dahası da var, jürilerin yeni yönetmenlere olan gereksiz destekleyici tavrı ustaları festivallere küstürdü ve festivaller iyice daralmış, silinmiş, korkak bir sinema anlayışının eserleriyle doldu. Herkes şunu bilsin ki bundan sonra festivallerde Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Ümit Ünal filmlerini ancak özel gösterimlerde izlenebilecek. Korktuklarından değil, isim sahibi hiçbir yönetmen bu kadar hatalı bir tartıya çıkmaz!

Görünen o ki, artık “festival filmi” yapmanın formülü tüketilmiş halde. İnsanlar 900 TL’ye film çekmekle övünüyor, kendini yönetmen sanıyor ama o iş öyle değil! 900 TL’ye herkes çöp çeker, iş iyi film çekmekte…

Hiç kimsenin başına hiçbir şeyin gelmediği filmin “en iyi senaryo”, beter oyunculukların “en iyi kadın/erkek/yardımcı erkek” ödüllerini aldığı, bazı eleştirmenlerin arkadaşlarının filmini övebilmek için kendilerini yırttığı ve jürinin bu yıl her zamankinden fazla saçmaladığı bir festival deneyimi yaşadık. Ulusal yarışma kısmında “boş zamanın olursa seyret” diyebileceğim kadar bile iyi bir film yoktu. Evde oturup dizi seyretmek inanın daha zevkli!

Uzun lafın kısası; Türkiye’nin en köklü film festivalinin 50. yılında, tarihindeki en kötü filmler izleyicinin ve bizlerin karşısına çıktı. AKM’nin önündeki kötü film izlemekten bitap düşmüş, birbirinden ağrı kesici dilenen eleştirmenlerin hali görülmeye değerdi ama asıl mesele bundan sonra ne olacağı?

51. Altın Portakal’ı yapacak olanların şimdiden düşünmesi gereken bir soru bu… Yoksa bu filmlere festival falan olmaz, harcanan emeğe, paraya yazık.

MURAT TOLGA ŞEN /