29 EKİM'İ HATIRLAMAYAN TARAF'IN SÜRÜDEN AYRILAN YAZARI RESEPSİYONA GİDİNCE NELER YAŞADI?

"Gazetemdeki haber merkezi ve başlarındaki yöneticiler "uyurlarken!" sürüden ayrılan kuzu ben oldum."

Kezban Resepsiyonda!


"Gücü özgürlüğünde" sloganlı gazetenin, çiçeği burnunda taze yayın yönetmeni geçen gün köşesine konu bulamamış olacak ki, "29 Ekim´i hatırlamayan gazete hangisi" sorusunu soruyor ve "Vakit gazetesi değil, elbette Taraf" diye ilan ediyordu. Gazetemdeki haber merkezi ve başlarındaki yöneticiler "uyurlarken!" sürüden ayrılan kuzu ben oldum.
Dışarıdaki raprapların, coşkulu müziğin, smokinlerin cazibesine kapılıp gittim.
Allah´tan sürüden ayrılan tek ben değildim. Yanımda İslamcı bir televizyon kanalının kadın yönetmeni arkadaşım vardı.
Bunca yıldır cumhuriyetin iteklenmiş kadını olarak "öteki"leştirmeyi asgariye indirmek ve göze batmamak için azami gayret sarf ettim.
Elektrik ve su faturalarını ödeyeceğim muazzam parayla, en ünlü modacının mağazasındaki en kara elbiseyi, yürümesi en zor yüksek topuk ayakkabıları aldım. Benim için cumhuriyet kadını dendi mi Ruhat Mengi´yi tek geçerim. Dolayısıyla Her Açıdan programındaki mor kazaklarının renginden bir mor örtü seçtim başıma. Öyle ya nasılsa siyah elbiseli modern kadınların çoğunun saçları sarının ve kızılın tonları olacaktı.
Gelişmişliğin ve modernliğin bir ölçütü olarak...
Çocukluğumda nasıl da heves ederdim, şık giyimli kadın ve erkeklerin tebessüm dolu yüzleriyle dans ettikleri siyah beyaz resimlerde gördüğüm cumhuriyet balolarına. Hem bu resepsiyona katılacaktım hem de pusuda bekleyip de ellerindeki sapanla "bakın cumhuriyet kutlamalarını es geçtiler, oysa ramazan bayramını kutlamışlardı" taşlarını atacaklara karşı "olur mu azizim ben gittim" diyecek ve gazetemi muhtemel salvolardan koruyacaktım.
Büyük bir görev üstlendiğimin farkındaydım!
Nasıl da gururla kırmızı halıda yürüdüm, ertesi günkü muhtemel "haremlik selamlık" ya da "irtica sızdı" asparagas haberlerinin önünü almak adına, sayın vali ve kıymetli eşleri hanımefendiye tolaşmak için elimi ısrarla nasıl da uzattığımı görmeliydiniz...
Ömrümde hiç cumhuriyet balosuna katılmadığımdan, benden önceki siyah smokinli adamları ve şık elbiseli hanımefendileri takip ettim. Cool görülmenin on kuralını tam anlamıyla uyguladım. Sanki ömrüm balolarda, kutlamalarda geçmiş kadar buralıydım. (Ayrıkotuymuşum bakışları fırlatılmasına sebep olan şey sadece başımdaki mor örtüydü.)
Eline bir kadeh alan kutlama alanına doğru ilerliyordu. Gözüm boş bir kadeh ararken imdadıma portakal suları yetişti. Oh nihayet, elimde bir kadeh vardı ve kendime güvenim tamdı.
Ama o da ne!
Dolmabahçe Sarayı´nın Hasbahçe´si piknik alanı gibiydi.
Ellerine tabağı alıp da masa bulamayan baylar ve bayanlar çimlere uzanmışlar, kimileri de bahçe duvarlarına oturmuş cumhuriyetin nimetlerinden istifade ediyorlardı! (deniz kenarlarını istila etmiş "göbeğini kaşıyan" piknikçiler geldi aklıma) Kokteyl henüz tam havasında değildi. Etraftaki birkaç yüz buruşturan kadının ve smokinli hazımsız adamların laf sokuşturmalarına cevap vermeyi zül sayıp cahilliklerine vererek gecenin anlam ve önemini idrak etmeye çalıştım.
Denizdeki gösteri bittiğinde, arkadaşıma "rıhtımda biraz yürüyelim mi" dedim. Henüz birkaç adım atmıştık ki, ardımızdaki hazımsızlardan kurtulduk derken bu kez de "rahatsız komutan"a yakalandık.
Yanımıza gelen bir asker "burada yürümek yasak, hemen içeri girin" dedi, emredici bir ses tonuyla.
Darbe oldu sokağa çıkma yasağı hatırlatması yapılıyor sandıysam da kendimi toparlamam fazla saniye almadı.
Az ötede denizi seyreden smokinli adamları ve hanımefendileri gösterdim. Görevli asker bu kez, "Beni zorda bırakmayın, komutanım rahatsız oluyor" demez mi!..
Zaten akşamdan beri işittirilen sözlerden sabrım taşmıştı...
Hasbahçe´de semaya yükselen Onuncu Yıl Marşı´na, görevliyle yaptığımız tartışma sesleri eşlik ediyordu.
Görevli peşimizden ayrılmıyordu. Biz de bunu yanımıza verilmiş bir koruma gibi düşünerek ses çıkarmadan (bize "gösterilen kapıdan" değil kendi açtığımız yoldan) yürüdük.
Bu sırada herkes coşkuyla marşlar söylüyor, ellerindeki bayrakları sallıyordu. Vali Bey büyük bir coşkuyla biraz sonraki sürprizin anonsunu yapıyordu.
Ak Parti öncesi böyle coşkulu kutlamalar yapılıyor muydu, bilmiyorum.
Devasa bir pasta yaptırılmıştı. Pastanın içinden, el sallayan bir Atatürk çıkmasın mı!
Herkeste bir çılgın alkış...
Biz de tam gidiyorduk zaten...

Elif Çakır/Taraf