23 YILINI HÜRRİYET GAZETESİ'NE VEREN HANGİ DENEYİMLİ İSİM AYRILDI?(MEDYARADAR/ÖZEL)
44 yıllık meslek hayatının 23 yılını Hürriyet Gazetesi'ne veren deneyimli isim ayrılırken duygu yüklü bir veda mektubu kalebe aldı.
Doğan Haber Ajansı Adana İstihbarat Şefi Yüksel Eker 23 yılını verdiği Hürriyet Gazetesi’nden ayrıldı.İşte Eker’in Medyaradar’a gönderdiği veda mektubu...
En zor yazılar veda etmek için yazılanlar olurmuş. Tabi veda yazısı yazmayınca nasıl bir duygu olduğu tam anlaşılmıyor. Bu konuda söylenenlerin gerçek olduğunu bu veda yazımı yazarken anladım. 38’inci Altın Kelebek Ödül Töreni’nin açış konuşmasını yapan Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Vuslat Doğan Sabancı, Hürriyet Pazar’da okuduğu, kendisini çok etkileyen bir haberden söz etmişti. 12 Haziran’da yayınlanan, kanserle mücadele eden İzmir Ticaret Borsası Başkanı Işınsu Kestelli ile ilgili bir haberdi. Bu haberi ben de okumuş, etkilenmiş, duygulanmıştım, seçim günü farklı bir atmosfere kapılmıştım. Bu haberden alıntı yapan Sn. Vuslat Doğan Sabancı’nın sözleri şöyleydi:
".... Kendisi kanser hastası. Kemoterapi oluyor. Tedavisi bitiyor ve bunu kutlamak için bir parti organize ediyor. Resimlerine baktım; bandanasını atmış, elinde kadehiyle ve gerçekten neşe dolu, hayat dolu. Şimdi bana diyeceksiniz ki; (bu güzel gecede bu güzel heyecanla başladın, kanseri niye anlatıyorsun bize?) Aslında ben o resimlerde keder ve hüzün görmedim; umut ve hayat gördüm. Hatta daha fazlası, o resimlerde kedere meydan okumak vardı. Hayat varsa, ona da meydan okumalıyız ve kutlamalıyız diye düşünüyorum. Buradan kendisine kocaman bir merhaba diyorum. O’nun bir sözü daha beni çok etkiledi. Diyor ki; (Bana çatlak diyebilirler. Derler de. Ancak karanlık hayatımızı aydınlatmak için mutlaka oradan ışık sızan çatlaklara ihtiyacımız vardır). Bu söz beni müthiş iyi hissettirdi. Gerçekten hepimizin hayatında kapkaranlık bölgeler var. Bir sürü sevimsiz, tatsız haberle ve olayla karşılaşıyoruz. Ve bu çatlakları yaratabildiğimiz ölçüde hayatı yaşamaya değer kılıyoruz..."
Ortaokul yıllarımda hediye edilen fotoğraf makinesi, güzel fotoğraflar çekmem, bu konuda yapılan güzel eleştiriler ve yazma merakımdan olsa gerek gazetecilik yapmak istiyordum. Lise son sınıfta, ardından üniversitede okurken Adana’da yerel bir gazetede part-time çalışıp, gazete dağıtıyordum. Fotoğraf ve yazı merakımı bilen patronumun, Adana’ya gelen, dönemin Devlet Bakanı Tınaz Titiz’i takip etmede beni görevlendirmesi belki mesleğe ilk adımım oldu. Çok güzel fotoğraflar çekmiş, küçük hatalar olsa da, haberimi de yazmıştım. Patronum da gayet memnun kalmış, benim haber çalışmalarını sürdürebileceğimi söylemişti. Bu beni teşvik etti. Benzer çalışmalarımı sürdürdüm.
Hürriyet Ailesi ile ilk tanışmam ise 1987’de oldu. Üniversite öğrencisiydim, Fransız Dili ve Edebiyatı 2’nci sınıftaydım. Bilgisayarın hayatımıza yeni girdiği dönemde katıldığım ve birincilikle bitirdiğim bilgisayar programcılık kursu sertifikamla Hürriyet Gazetesi’nin Adana’daki tesislerine gitmiştim. İş başvurusunda bulundum, "Bizde bilgisayar yok" cevabı ile geri çevrildim.
Bu görüşmeden bir yıl sonra Hürriyet Gazetesi’ndeki ’Muhabirler aranıyor’ ilanı ile bir kez daha tesislere gittim. Bu kez, gece muhabirliği için başvurdum. Hürriyet Haber Ajansı’nın o zaman yeni göreve başlayan büro şefi Sn. Ceyhun Özgönül ile görüştüm. Tecrübemi sordu, bana trafik kazası ve cinayet haberi yazdırdı, taşradan gelen bir haberi redakte ettirdi. Yazılarımı okudu, sonra, "Gece muhabiri aldık. Ancak, eğer düşünürsen gündüz taşra masasında seni görevlendirebiliriz. Burada, taşra masasına bakan ağabeyin ile birlikte işi, işleyişi daha iyi öğrenirsin, işine asılırsan iyi bir gazeteci olabilirsin"dedi. Dünyalar benim olmuştu. Kabul ettim, ertesi gün işbaşı yaptım. Böylece Eylül-1988’de Hürriyet Ailesi’ne katıldım. Hürriyet’in 63’üncü yaşının kutlandığı 2 Mayıs 2011’deki törende 20 yıl rozeti aldım. Çalıştığım 23 yıllık süreçte ’Kalemimi asla satmadım’. Son 10 yıldır Adana Bürosu İstihbarat Şefliğim döneminde bürodaki muhabir arkadaşlarımla çok başarılı ve takdir edilen, sadece şahsımın değil, ekibimizdeki tüm arkadaşlarımın özverili, başarılı çalışmalarıyla, , onlarca habere imza atmanın mutluluğunu yaşadım.
20 yıl rozeti almamın üzerinden ortalama 2 ay geçmişti ki bu kez başka bir olayla karşı karşıya bırakıldım. Geldiğim noktada, ben istemesem de, Hürriyet Ailesi ile yollarımın ayrılması gibi acı bir durumla yüz yüze bırakıldım. Aileden ayrılışımla ilgili kimseyi sorgulamadım, suçlamadım, şikayette bulunmadım. Rahmetli babam, "Şikayet güçsüzün işidir. Sen işini yap" derdi. Ben de hep öyle yaptım. Ancak, ben gıda zehirlenmesi yaşayan hasta eşini gecenin bir yarısı acil servise bırakıp, 2 çocuğuyla büroya geçerek ani olaya müdahale eden, ardından koltukta uyuyan çocuklarını alarak bürodan ayrılıp, serumu biten eşini de hastaneden alarak eve giden biri olarak, maalesef güçsüzlerin şikayeti ile güçsüz duruma düşürülen onlarca kişiden biri olarak görevimi bıraktım, işime nokta konuldu.
Ayrılırken tek dileğim, bu Hürriyet Ailesi’nin basın dünyasına örnek bir kurum olmasından hareketle, gazeteci ağabeylerimizin, özellikle her kademedeki yönetici büyüklerimizin personelin motivasyonunu artırıcı çabalar göstermesi, personelin şevkini kırmaktan kaçınmasıdır. Unutulmamalıdır ki, ailedeki bir bireyin mutsuzluğu, ailenin diğer bireylerinin mutluluğunu gölgeler, tüm ailenin mutsuz olmasına neden olabilir. Kendi ailemizden bile daha fazla iç içe olduğumuz, birlikte çalıştığımız mesai arkadaşlarımızın mutluluğu, şevkinin kırılmaması, işin işleyişi açısından da önemlidir.
Bizim mesleğimiz motivasyon gerektirir. Kesinlikle çalışan personelin motivasyonunu düşürücü, onu küçültücü, özgüvenini sarsıcı hareketlerde lütfen bulunmayın. Yanınıza gelen misafirinizin, muhabirinizin de haber kaynağı olabileceğini unutmayın. Misafirinizin yanında muhabirinize bağırmayın, haber kaynağının gözünden düşmesine ve üzülüp, ağlamasına neden olmayın. Derdini, şikayetini anlatmak için büronuza gelen vatandaşın muhabirle görüşmesini bölmeyin. Gelen misafiri yüksek sesle konuştuğunu gerekçe göstererek, yavaş konuşması, başka zaman gelmesi gibi gerekçelerle, hele hele sert üslupla azarlamayın. Bu hareketinizin, derdini anlatmak için size gelen, gazetenize sığınan o kişinin kurumunuza, muhabirinize, size, saygısını, sempatisini yitirmesine, daha da önemlisi elinizden çok güzel, önemli bir haberin, önemli bir istihbaratın kaçmasına neden olabileceğini unutmayın. Birkaç gündür sahada koşturan, çok güzel işler çıkaran muhabiri, büronuzun kapısından içeri girdiği anda, bir soluklanma fırsatı bile vermeden, hata bile sayılmayacak küçük bir şey için fırçalamayın, onu yerin dibine sokmayın, büroya geldiğine pişman etmeyin. Mutlaka bunu yapma gereğini kendinizde hissediyorsanız, hiç olmazsa önce soluklanmasına müsaade edin, ardından yaptıkları için teşekkür edin, onun büyük işler çıkardığını göz ardı etmeyin, her şeye rağmen bağırmak, yıkıcı şekilde eleştirmek, onu üzmek istiyorsanız onu yine yapın, ancak, bir kenara çekerek bunu yapın, onlarca kişinin önünde yapmayın. Basit nedenlerle kavga ettiğiniz, alt kadrolardaki kişilerle, tartışma boyutunun arttığını gerekçe göstererek, görüşmelerin telefonla değil, msn’den yazışarak veya e-posta ile yapılmasını istemeyin. Bizim kavgamızın haber için, işimizin ise zamanla, hatta saniyelerle yarışılan bir iş olduğunu unutmayın. DHA’nın sloganında olduğu gibi, "Haber. Tam zamanında"
Gazeteci olmaya aday veya mesleğe yeni atılan arkadaşlarıma da şunu öneriyorum. İşiniz ve mesleğinizle ile ilgili yapılan yapıcı eleştirileri mutlaka dikkate alın, büyüklerinizin tecrübelerinden azami ölçüde yararlanın. Ancak, bu eleştirilerin sizin özgüveninizi yitirmesine neden olacak boyuta gelmesi durumunda tepkinizi koyun ve ’Hayır’ demesini bilin. Kendinize özgüveninizi yitirdiğiniz takdirde bu mesleği yapmanız zaten mümkün olmayacaktır. Bu durum, sizin, bir toplantıya gittiğinizde soru sorma cesaretinizi kaybetmenize de neden olabilir. Soru soramayan, sorgulamayan, araştırmayan, okumayan, gerektiği yerde ‘Hayır’ diyemeyen bir kişinin gazeteciliği tartışma konusu bile olamaz.
Sonuç olarak;
44 yıllık hayatımın 23 yılını birlikte geçirdiğim Hürriyet Ailesi’nden 15 Temmuz 2011 tarihi itibariyle ayrıldım. Doğan Haber Ajansı Adana Bürosu İstihbarat Şefliği görevim sona erdi. Bu tarihten sonra 23 yıllık maratonun sonunda soluklanmak için kısa bir tatil yaptım. Ardından bu veda yazımı kaleme aldım. Şu an yaşadığım duyguları, yıllardır çalıştığım, birlikte omuz omuza verdiğim mesai arkadaşlarımın asla hissetmemesini, bu duyguları kendi istekleri ile ayrılma, yine kendi istekleriyle emekliye ayrılma haricinde hiçbir zaman yaşamamalarını diliyorum.
Bir eleştiri ile teşekkürlerime geçmek istiyorum. Gazeteci yetişmesi için çaba göstermeyen kişinin “Artık gazeteci yetişmiyor” şeklindeki yakınma hakkı yoktur.
Bugüne kadar birlikte çalıştığım, benim iş yaşamıma katkıda bulunan, yetişmemde emeği olan herkese, ‘Hürriyet Haber Ajansı’ döneminde özellikle askere giderken beni motive eden, vatani görevim sırasında her aradığımda ilgisini esirgemeyen, teskeremi aldıktan sonra ise tereddütsüz bana yeniden iş imkanı sağlayan ve her fırsatta bana olan güvenini dile getiren, benim de güvenine layık olmaya çalıştığım Sn. Uğur Cebeci’ye, yine Hürriyet Haber Ajansı döneminde başlayıp, Doğan Haber Ajansı döneminde devam eden, polis-adliye muhabiri olarak çalışırken bana inanan, güvenen ve bu nedenle büro şefimden önemli her dış görevde beni görevlendirmesini isteyen, son olarak Adana Büro Şefi Orhan Apaydın ile birlikte önce muhabir, ardından yaklaşık 10 yıldır İstihbarat Şefi olarak çalıştığım süreçte, haberdeki ustalıklarıyla, bilgi-birikimi ve tecrübeleriyle benim mesleki olarak gelişmeme, yetişmeme yardımcı olan, bana yön gösteren Sn. Mustafa Eşmen’e, yine Sn. Ahmet Ayhan Al’a, 23 yıl boyunca çalıştığım hha ve dha merkezimizdeki tüm aile fertlerine, görüntülü haber, görüntülü haber alanında her türlü desteği ile gerek benim, gerekse Adana ve diğer tüm bürolarımızdaki arkadaşlarımızın bilgi ve ekipman gelişmesine katkı veren Sn. Kemal Gülmüş’e ve görüntülü merkezimizdeki arkadaşlarıma, ailede yıllardır ‘ağabey’ olarak saydığım, gerçekten de her zaman ağabey olarak desteğini gördüğüm, saydığım Sn. Sinan Tanyıldız’a ve Adana matbaasındaki ağabeylerime ve arkadaşlarıma, aynı zamanda nikah şahidim olan, sohbeti sırasında kadife gibi sesi bile insanı rahatlatan, tecrübelerini herkesle paylaşan, gazeteci yetiştiren duayen ağabeyim Sn. Muzaffer Bal’a, benim Hürriyet Ailesi’ne katılmamı sağlayan birlikte çalıştığım eski büro şefim Sn. Ceyhun Özgönül’e, son 10 yıllık dönemimde İstihbarat Şefliğim sırasında desteklerini esirgemeyen Adana Bürosu’ndaki meslektaşlarıma, muhabir arkadaşlarıma, 23 yıllık süreçte adlarını saymakla bitiremeyeceğim tüm büyüklerime teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. Yine geçmişte birlikte çalıştığım, şu anda aramızda olmayan büyüklerimi ve arkadaşlarımı da rahmetle anıyorum. Benden sonra görevi sürdürecek arkadaşıma da başarı diliyorum. Beni ve mesai arkadaşlarımı demoralize eden, çalışanların motivasyonlarının bozulmasına, şevklerinin kırılmasına neden olan yöneticiye ise yüz yüze görüşmelerimde de söylediğim, özellikle son yıllarda bir kardeş gibi yaptığım tavsiyemi tekrarlıyor, bu davranışlarından vazgeçmesini, kendisine göre doğru gözüken hareketlerini bir kez daha gözden geçirmesini ve hatasını fark edip davranışını değiştirmesini diliyorum. Çünkü, hepimiz bir gün gideceğiz, ama, Hürriyet Ailesi ve DHA kalıcıdır. Çalışanlar fani, kurumlar bakidir.
Yine Sn. Vuslat Doğan Sabancı’nın sözlerine bağlayarak veda yazımı bitirmek istiyorum. Hayatımda hiç tükenmişlik yaşadığımı, karanlık günlerimin olduğunu hatırlamıyorum, böyle bir günüm olduğunu da sanmıyorum. Buna rağmen, bu ayrılığı, Sn.Işınsu Kestelli’nin de söylediği gibi, belki fark edemediğim karanlık dünyanın aydınlanmasını sağlayacak bir çatlaklık olarak değerlendiriyorum. Belki bir gün yine yollarımızın buluşabileceği düşüncesiyle ’hoşçakalın’, sağlıkla kalın.
Yazımı mübarek Ramazan Bayramı’nızı kutlayarak tamamlıyorum. Sağlık, mutluluk, huzur, başarı dileklerimle.
Hakkınızı helal edin.
Saygılarımla
Yüksel EKER
MEDYARADAR/ÖZEL
En zor yazılar veda etmek için yazılanlar olurmuş. Tabi veda yazısı yazmayınca nasıl bir duygu olduğu tam anlaşılmıyor. Bu konuda söylenenlerin gerçek olduğunu bu veda yazımı yazarken anladım. 38’inci Altın Kelebek Ödül Töreni’nin açış konuşmasını yapan Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Vuslat Doğan Sabancı, Hürriyet Pazar’da okuduğu, kendisini çok etkileyen bir haberden söz etmişti. 12 Haziran’da yayınlanan, kanserle mücadele eden İzmir Ticaret Borsası Başkanı Işınsu Kestelli ile ilgili bir haberdi. Bu haberi ben de okumuş, etkilenmiş, duygulanmıştım, seçim günü farklı bir atmosfere kapılmıştım. Bu haberden alıntı yapan Sn. Vuslat Doğan Sabancı’nın sözleri şöyleydi:
".... Kendisi kanser hastası. Kemoterapi oluyor. Tedavisi bitiyor ve bunu kutlamak için bir parti organize ediyor. Resimlerine baktım; bandanasını atmış, elinde kadehiyle ve gerçekten neşe dolu, hayat dolu. Şimdi bana diyeceksiniz ki; (bu güzel gecede bu güzel heyecanla başladın, kanseri niye anlatıyorsun bize?) Aslında ben o resimlerde keder ve hüzün görmedim; umut ve hayat gördüm. Hatta daha fazlası, o resimlerde kedere meydan okumak vardı. Hayat varsa, ona da meydan okumalıyız ve kutlamalıyız diye düşünüyorum. Buradan kendisine kocaman bir merhaba diyorum. O’nun bir sözü daha beni çok etkiledi. Diyor ki; (Bana çatlak diyebilirler. Derler de. Ancak karanlık hayatımızı aydınlatmak için mutlaka oradan ışık sızan çatlaklara ihtiyacımız vardır). Bu söz beni müthiş iyi hissettirdi. Gerçekten hepimizin hayatında kapkaranlık bölgeler var. Bir sürü sevimsiz, tatsız haberle ve olayla karşılaşıyoruz. Ve bu çatlakları yaratabildiğimiz ölçüde hayatı yaşamaya değer kılıyoruz..."
Ortaokul yıllarımda hediye edilen fotoğraf makinesi, güzel fotoğraflar çekmem, bu konuda yapılan güzel eleştiriler ve yazma merakımdan olsa gerek gazetecilik yapmak istiyordum. Lise son sınıfta, ardından üniversitede okurken Adana’da yerel bir gazetede part-time çalışıp, gazete dağıtıyordum. Fotoğraf ve yazı merakımı bilen patronumun, Adana’ya gelen, dönemin Devlet Bakanı Tınaz Titiz’i takip etmede beni görevlendirmesi belki mesleğe ilk adımım oldu. Çok güzel fotoğraflar çekmiş, küçük hatalar olsa da, haberimi de yazmıştım. Patronum da gayet memnun kalmış, benim haber çalışmalarını sürdürebileceğimi söylemişti. Bu beni teşvik etti. Benzer çalışmalarımı sürdürdüm.
Hürriyet Ailesi ile ilk tanışmam ise 1987’de oldu. Üniversite öğrencisiydim, Fransız Dili ve Edebiyatı 2’nci sınıftaydım. Bilgisayarın hayatımıza yeni girdiği dönemde katıldığım ve birincilikle bitirdiğim bilgisayar programcılık kursu sertifikamla Hürriyet Gazetesi’nin Adana’daki tesislerine gitmiştim. İş başvurusunda bulundum, "Bizde bilgisayar yok" cevabı ile geri çevrildim.
Bu görüşmeden bir yıl sonra Hürriyet Gazetesi’ndeki ’Muhabirler aranıyor’ ilanı ile bir kez daha tesislere gittim. Bu kez, gece muhabirliği için başvurdum. Hürriyet Haber Ajansı’nın o zaman yeni göreve başlayan büro şefi Sn. Ceyhun Özgönül ile görüştüm. Tecrübemi sordu, bana trafik kazası ve cinayet haberi yazdırdı, taşradan gelen bir haberi redakte ettirdi. Yazılarımı okudu, sonra, "Gece muhabiri aldık. Ancak, eğer düşünürsen gündüz taşra masasında seni görevlendirebiliriz. Burada, taşra masasına bakan ağabeyin ile birlikte işi, işleyişi daha iyi öğrenirsin, işine asılırsan iyi bir gazeteci olabilirsin"dedi. Dünyalar benim olmuştu. Kabul ettim, ertesi gün işbaşı yaptım. Böylece Eylül-1988’de Hürriyet Ailesi’ne katıldım. Hürriyet’in 63’üncü yaşının kutlandığı 2 Mayıs 2011’deki törende 20 yıl rozeti aldım. Çalıştığım 23 yıllık süreçte ’Kalemimi asla satmadım’. Son 10 yıldır Adana Bürosu İstihbarat Şefliğim döneminde bürodaki muhabir arkadaşlarımla çok başarılı ve takdir edilen, sadece şahsımın değil, ekibimizdeki tüm arkadaşlarımın özverili, başarılı çalışmalarıyla, , onlarca habere imza atmanın mutluluğunu yaşadım.
20 yıl rozeti almamın üzerinden ortalama 2 ay geçmişti ki bu kez başka bir olayla karşı karşıya bırakıldım. Geldiğim noktada, ben istemesem de, Hürriyet Ailesi ile yollarımın ayrılması gibi acı bir durumla yüz yüze bırakıldım. Aileden ayrılışımla ilgili kimseyi sorgulamadım, suçlamadım, şikayette bulunmadım. Rahmetli babam, "Şikayet güçsüzün işidir. Sen işini yap" derdi. Ben de hep öyle yaptım. Ancak, ben gıda zehirlenmesi yaşayan hasta eşini gecenin bir yarısı acil servise bırakıp, 2 çocuğuyla büroya geçerek ani olaya müdahale eden, ardından koltukta uyuyan çocuklarını alarak bürodan ayrılıp, serumu biten eşini de hastaneden alarak eve giden biri olarak, maalesef güçsüzlerin şikayeti ile güçsüz duruma düşürülen onlarca kişiden biri olarak görevimi bıraktım, işime nokta konuldu.
Ayrılırken tek dileğim, bu Hürriyet Ailesi’nin basın dünyasına örnek bir kurum olmasından hareketle, gazeteci ağabeylerimizin, özellikle her kademedeki yönetici büyüklerimizin personelin motivasyonunu artırıcı çabalar göstermesi, personelin şevkini kırmaktan kaçınmasıdır. Unutulmamalıdır ki, ailedeki bir bireyin mutsuzluğu, ailenin diğer bireylerinin mutluluğunu gölgeler, tüm ailenin mutsuz olmasına neden olabilir. Kendi ailemizden bile daha fazla iç içe olduğumuz, birlikte çalıştığımız mesai arkadaşlarımızın mutluluğu, şevkinin kırılmaması, işin işleyişi açısından da önemlidir.
Bizim mesleğimiz motivasyon gerektirir. Kesinlikle çalışan personelin motivasyonunu düşürücü, onu küçültücü, özgüvenini sarsıcı hareketlerde lütfen bulunmayın. Yanınıza gelen misafirinizin, muhabirinizin de haber kaynağı olabileceğini unutmayın. Misafirinizin yanında muhabirinize bağırmayın, haber kaynağının gözünden düşmesine ve üzülüp, ağlamasına neden olmayın. Derdini, şikayetini anlatmak için büronuza gelen vatandaşın muhabirle görüşmesini bölmeyin. Gelen misafiri yüksek sesle konuştuğunu gerekçe göstererek, yavaş konuşması, başka zaman gelmesi gibi gerekçelerle, hele hele sert üslupla azarlamayın. Bu hareketinizin, derdini anlatmak için size gelen, gazetenize sığınan o kişinin kurumunuza, muhabirinize, size, saygısını, sempatisini yitirmesine, daha da önemlisi elinizden çok güzel, önemli bir haberin, önemli bir istihbaratın kaçmasına neden olabileceğini unutmayın. Birkaç gündür sahada koşturan, çok güzel işler çıkaran muhabiri, büronuzun kapısından içeri girdiği anda, bir soluklanma fırsatı bile vermeden, hata bile sayılmayacak küçük bir şey için fırçalamayın, onu yerin dibine sokmayın, büroya geldiğine pişman etmeyin. Mutlaka bunu yapma gereğini kendinizde hissediyorsanız, hiç olmazsa önce soluklanmasına müsaade edin, ardından yaptıkları için teşekkür edin, onun büyük işler çıkardığını göz ardı etmeyin, her şeye rağmen bağırmak, yıkıcı şekilde eleştirmek, onu üzmek istiyorsanız onu yine yapın, ancak, bir kenara çekerek bunu yapın, onlarca kişinin önünde yapmayın. Basit nedenlerle kavga ettiğiniz, alt kadrolardaki kişilerle, tartışma boyutunun arttığını gerekçe göstererek, görüşmelerin telefonla değil, msn’den yazışarak veya e-posta ile yapılmasını istemeyin. Bizim kavgamızın haber için, işimizin ise zamanla, hatta saniyelerle yarışılan bir iş olduğunu unutmayın. DHA’nın sloganında olduğu gibi, "Haber. Tam zamanında"
Gazeteci olmaya aday veya mesleğe yeni atılan arkadaşlarıma da şunu öneriyorum. İşiniz ve mesleğinizle ile ilgili yapılan yapıcı eleştirileri mutlaka dikkate alın, büyüklerinizin tecrübelerinden azami ölçüde yararlanın. Ancak, bu eleştirilerin sizin özgüveninizi yitirmesine neden olacak boyuta gelmesi durumunda tepkinizi koyun ve ’Hayır’ demesini bilin. Kendinize özgüveninizi yitirdiğiniz takdirde bu mesleği yapmanız zaten mümkün olmayacaktır. Bu durum, sizin, bir toplantıya gittiğinizde soru sorma cesaretinizi kaybetmenize de neden olabilir. Soru soramayan, sorgulamayan, araştırmayan, okumayan, gerektiği yerde ‘Hayır’ diyemeyen bir kişinin gazeteciliği tartışma konusu bile olamaz.
Sonuç olarak;
44 yıllık hayatımın 23 yılını birlikte geçirdiğim Hürriyet Ailesi’nden 15 Temmuz 2011 tarihi itibariyle ayrıldım. Doğan Haber Ajansı Adana Bürosu İstihbarat Şefliği görevim sona erdi. Bu tarihten sonra 23 yıllık maratonun sonunda soluklanmak için kısa bir tatil yaptım. Ardından bu veda yazımı kaleme aldım. Şu an yaşadığım duyguları, yıllardır çalıştığım, birlikte omuz omuza verdiğim mesai arkadaşlarımın asla hissetmemesini, bu duyguları kendi istekleri ile ayrılma, yine kendi istekleriyle emekliye ayrılma haricinde hiçbir zaman yaşamamalarını diliyorum.
Bir eleştiri ile teşekkürlerime geçmek istiyorum. Gazeteci yetişmesi için çaba göstermeyen kişinin “Artık gazeteci yetişmiyor” şeklindeki yakınma hakkı yoktur.
Bugüne kadar birlikte çalıştığım, benim iş yaşamıma katkıda bulunan, yetişmemde emeği olan herkese, ‘Hürriyet Haber Ajansı’ döneminde özellikle askere giderken beni motive eden, vatani görevim sırasında her aradığımda ilgisini esirgemeyen, teskeremi aldıktan sonra ise tereddütsüz bana yeniden iş imkanı sağlayan ve her fırsatta bana olan güvenini dile getiren, benim de güvenine layık olmaya çalıştığım Sn. Uğur Cebeci’ye, yine Hürriyet Haber Ajansı döneminde başlayıp, Doğan Haber Ajansı döneminde devam eden, polis-adliye muhabiri olarak çalışırken bana inanan, güvenen ve bu nedenle büro şefimden önemli her dış görevde beni görevlendirmesini isteyen, son olarak Adana Büro Şefi Orhan Apaydın ile birlikte önce muhabir, ardından yaklaşık 10 yıldır İstihbarat Şefi olarak çalıştığım süreçte, haberdeki ustalıklarıyla, bilgi-birikimi ve tecrübeleriyle benim mesleki olarak gelişmeme, yetişmeme yardımcı olan, bana yön gösteren Sn. Mustafa Eşmen’e, yine Sn. Ahmet Ayhan Al’a, 23 yıl boyunca çalıştığım hha ve dha merkezimizdeki tüm aile fertlerine, görüntülü haber, görüntülü haber alanında her türlü desteği ile gerek benim, gerekse Adana ve diğer tüm bürolarımızdaki arkadaşlarımızın bilgi ve ekipman gelişmesine katkı veren Sn. Kemal Gülmüş’e ve görüntülü merkezimizdeki arkadaşlarıma, ailede yıllardır ‘ağabey’ olarak saydığım, gerçekten de her zaman ağabey olarak desteğini gördüğüm, saydığım Sn. Sinan Tanyıldız’a ve Adana matbaasındaki ağabeylerime ve arkadaşlarıma, aynı zamanda nikah şahidim olan, sohbeti sırasında kadife gibi sesi bile insanı rahatlatan, tecrübelerini herkesle paylaşan, gazeteci yetiştiren duayen ağabeyim Sn. Muzaffer Bal’a, benim Hürriyet Ailesi’ne katılmamı sağlayan birlikte çalıştığım eski büro şefim Sn. Ceyhun Özgönül’e, son 10 yıllık dönemimde İstihbarat Şefliğim sırasında desteklerini esirgemeyen Adana Bürosu’ndaki meslektaşlarıma, muhabir arkadaşlarıma, 23 yıllık süreçte adlarını saymakla bitiremeyeceğim tüm büyüklerime teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. Yine geçmişte birlikte çalıştığım, şu anda aramızda olmayan büyüklerimi ve arkadaşlarımı da rahmetle anıyorum. Benden sonra görevi sürdürecek arkadaşıma da başarı diliyorum. Beni ve mesai arkadaşlarımı demoralize eden, çalışanların motivasyonlarının bozulmasına, şevklerinin kırılmasına neden olan yöneticiye ise yüz yüze görüşmelerimde de söylediğim, özellikle son yıllarda bir kardeş gibi yaptığım tavsiyemi tekrarlıyor, bu davranışlarından vazgeçmesini, kendisine göre doğru gözüken hareketlerini bir kez daha gözden geçirmesini ve hatasını fark edip davranışını değiştirmesini diliyorum. Çünkü, hepimiz bir gün gideceğiz, ama, Hürriyet Ailesi ve DHA kalıcıdır. Çalışanlar fani, kurumlar bakidir.
Yine Sn. Vuslat Doğan Sabancı’nın sözlerine bağlayarak veda yazımı bitirmek istiyorum. Hayatımda hiç tükenmişlik yaşadığımı, karanlık günlerimin olduğunu hatırlamıyorum, böyle bir günüm olduğunu da sanmıyorum. Buna rağmen, bu ayrılığı, Sn.Işınsu Kestelli’nin de söylediği gibi, belki fark edemediğim karanlık dünyanın aydınlanmasını sağlayacak bir çatlaklık olarak değerlendiriyorum. Belki bir gün yine yollarımızın buluşabileceği düşüncesiyle ’hoşçakalın’, sağlıkla kalın.
Yazımı mübarek Ramazan Bayramı’nızı kutlayarak tamamlıyorum. Sağlık, mutluluk, huzur, başarı dileklerimle.
Hakkınızı helal edin.
Saygılarımla
Yüksel EKER
MEDYARADAR/ÖZEL