2017’ye dair medya beklentilerim ve “Karamsar” ruh halim!..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar, 2017’de medyanın muhtemel durumunu kendi penceresinden değerlendirdi…

Efendim; bu başlıktaki yazılarım her sene mecburen “geleneksel” hale gelecek herhalde. Neden mi? Çünkü 2015 sonunda bu sütunlarda 2016 için “Yeni yılda medya temennileri” başlıklı bir yazı yazmıştım. Orada geçmekte olduğumuz yıla dair tam 21 maddede beklentilerimi hasbelkader sıralamaya çalışmıştım. Lütfen o maddelere bir daha göz atınız. Ne kadar hatırlatsak az…

Aradan bir yıl geçti. Görüyorum ki söz konusu 21 maddeden bir tanesi bile gerçekleşmemiş. “Tam bir hayal kırıklığı” diyeceğim ama maalesef diyemiyorum. Çünkü aslında bunların gerçekleşebileceğine dair zaten fazla bir ümidim yoktu. Mevcut şartlar altında “Asıl gerçekleşseydi şaşardım” diyebilirim ancak. Bu anlamda aynı temennilerim gerçekte 2017 yılı içinde halen geçerlidir. Bu yıl gerçekleşir mi bilmiyorum!

Bakıyorum da geçtiğimiz yıl medyanın içinde bulunduğu marazi ortama “olumlu” en ufak bir katkı dahi olmamış. Tam tersine –bakış açınıza bağlı da olarak- işler giderek daha bir negatiflik kazanmış. Yani ki benim gözlem ve kanaatlerimi değiştirmem için bir zemin ve neden oluşmamış. Didişmeler, kavgalar, karşılıklı nefretler, suçlamalarda en ufak bir azalma, yumuşama dahi sağlanmamış. (Şimdilerde gazete köşelerini fikir alalım diye değil kim kime ne demiş diye okur olduk!) Tam tersine gittikçe urlaşan bir militan ve partizan tutum medyaya giderek daha çok yerleşmiş. (Üstelik buna aynı kesim içindeki kapışmalarda eklendi!) Artık makul, itidalli, içi dolu yaklaşımlar arada bulasın!

O zamanda söyledim şimdide söylüyorum; medyadaki “kıyıcılıklar”, ölçüsüzlükler, canavarlaşmış zehirli dil, patolojik düşmanlık hali, tetikçilik, karalamalar, fişlemeler, kemaliyet yoksunluğu, kibir, ego patlaması, vasatizm, bağnazlık, yönlendirme ve propaganda amaçlı habercilik, algı operasyonları, trolleşme, çapsızlığın teşviki, kendinden olanı yanlış bile yapsa kollamacılık, nabza göre şerbet vermeler, farklı düşüncelere tahammülsüzlükler, niteliksizliğe prim vermeler, vb bugünde geçerli. Kimse yaşananlardan ders çıkarmaya niyetli görünmüyor. Ben bir kere daha hatırlatayım dedim o kadar. Medyanın “ölümcül günahları” bitmek bilmiyor!..

KÖRLEMESİNE TARAFGİRLİK MEDYANIN BAŞINA BELA!..

Niye oluyor peki bütün bunlar? Çünkü herkes körlemesine bir “Tarafgirlik” in (“Mutlak tarafsızlık” beklemiyorum ama el insaf!) girdabına kapılmışken kimse dönüp kendisini veya bağlı bulunduğu cenahı sorgulamıyor. Kimse sadece siyasete, bugüne, filanca partiye, inanışa olan sorumluluğundan, bağlılığından ötede bu ülkeye ve yarınına karşı sorumlu olduğunu hatırlamak dahi istemiyor. Bu harap edici çatışmadan her ne pahasına olursa olsun“zafer”le çıkma adına neleri feda ettiklerini anlamak dahi istemiyor. Kimse “Beş, on yıl sonra birbirimizin yüzüne nasıl bakarız?”, “Tükürdüklerimizi yalamak zorunda kalır mıyız?” (Şimdilerde bazı konularda olduğu gibi!) diye düşünmüyor. Suçlamalar suçlamaları kovalıyor!

Bütün bunlar aslında siyasette bir türlü “normalleşme” sağlanamamasının bir sonucu. İnsan ister istemez soruyor: acaba “”normalleşme” denen gerçekte istenmeyen bir durum mu? Böyle giderse sittin sene de sağlanacağa benzemiyor. Neyin “normal” neyin “anormal” olduğunun sınırları silikleşiyor. Siyasetin geçirmekte olduğu evreler medyayı en sert şekilde şekillendiriyor. Siyasi depremler ve depremcikler medyaya bir tsunami olarak yansıyor…

VİCDAN MUHASEBESİ YOKSA LAFZİ MUHASEBENİN ANLAMI YOKTUR!..

Lakin şuna inanıyorum; Her medya mensubu –savunduğu kesime bakmaksızın- kendisine mutlaka “Ben ne yapıyorum?”, “Ben iyiye hizmet ettiğimi zannetmeme rağmen kötü bir sonuca yol açıyor olabilir miyim?”, “Benim gerçekte arzuladığım manzara bu mu?”, “Ben kazandığımı zannederken ülke neler kaybediyor?” diye sorması gerekiyor. Çıkarları göbekten bağımlı ya da iflah olmaz, gerçekten fanatik bir avuç kişi dışında kalan ana gövdenin bu sorulara kasti yanlış cevap vereceğini sanmıyorum. Lafta yapılan bütün muhasebeler boştur. Esas olan vicdan muhasebesidir. 2017’nin vicdanların canlanmasına vesile olmasını diliyorum.

Maalesef 2017’de bu trendler altında çok olumlu bir gidişat vaat etmiyor. Türkiye’de siyasetin yeniden sert bir iklime girme işaretleri gösterdiğini varsayarsak bunun medyaya yansımaları da sert olacaktır. Yeni tasfiyeler, yeni dışlanmalar, hatta yeni tutuklamalar adeta kaçınılmaz görünüyor. Bütün bunların muhtemel “yıpratıcı” sonuçları olacaktır.

Siyasetin ve medyanın kendi iç bünyesinde bir “Zihniyet revizyonu” yaşamadan önümüzdeki sürecin daha sağlıklı gelişmesi, tartışmaların daha makul yaşanması mümkün görünmüyor. Üzücü ama böyle. Korkarım ki –böyle giderse- 2018‘deki yazıya da –çok istememe rağmen- kanaatlerimi değiştirmem için elimde gene fazla bir nedenim olmayacak!..

Tabii birileri çıkıp bana “Çok karamsarsın” diyebilirler. Olabilir. O halde bende onlara “Madem öyle benim bu kanaatimi değiştirecek bir şeyler yapında ruh halimiz şenlensin…” diyeceğim!..

KONU DIŞI ÖNEMLİ NOT: Bu sütunlarda yazdığım bazı yazılarımın birileri tarafından alınıp ufak bir revizyon ve takla attırma yöntemi ile -neredeyse bire bir- kendi yazısı imiş gibi yayınlandığını saptamış bulunuyorum. En son olarak medyada bilinen bir isim “Düşen uçak üzerinden Rusya’ya hangi mesajlar verildi?” yazımı almış ve kendi adına rötuşlayarak yayınlamış bulunuyor. Çok daha öncede gene medyada tanınmış kimi isimler başka yazılarıma (Biri kitaptan) aynı şeyi yaptılar. (Onlar kendilerini bilirler!) Buradan ilk ve son defa uyarıyorum; şayet aynı şeyi tekrar yaparlarsa onları bu sütundan kanıtlarıyla deşifre etmek zorunda kalacağım. Ayıp diye bir şey var…

30. 12. 2016.

atillaakar@gmail.com