"20 YAŞINDAN BERİ İÇKİ İÇEN BİR MÜSLÜMAN OLARAK BURADA NE YAPMALIYIM?" ERTUĞRUL ÖZKÖK 'TARTIŞILAN AYETİN KIBLESİ'NDE NELER DÜŞÜNDÜ?

Şarabın, içkinin, milyonlarca insanın keyfinin yasaklandığı yer.Yani beni saf müminlerin arasından alıp, başka yerlerde iskâna götüren karar burada alınmış.

İçki,işte bu duvarın arkasında yasaklandı


Sabah kafamdaki ilk soru şu: İnsan, kutsal bir ziyareti, hayatının en büyük keyiflerinden vazgeçmeden yaşayabilir mi?


Yok, öyle "büyük günahları" kastetmiyorum.
Daha küçükleri...
Mesela sabah kahvesini...
Benim sabah ayinim bu.
Şu an, Peygamber Camii´nin karşısındaki odamda, camiyi seyrederek sabah kahvemi içmek istiyorum.


En sevdiklerimi hatırlayarak, yaşadığıma, yaşadıklarıma şükrederek, hâlâ yaşama umutlarım için ellerimi açarak güne başlamak istiyorum.
Ama ramazan...
Kaldığım otelde, bunu istemeye bile cesaretim yok.
Pencereden bakıyorum.
Günüm, hayata, elimde kahveyle yapacağım şükür duasıyla başlamalıydı.


Ayetin indiği yerdeyim

Medine´de dört tarafı çevrilmiş arsanın kapısının önündeyim. İçeride Suudi Mezarlığı var... Rehberimiz, "İçkinin yasaklandığı ayet işte bu arsada indi" diyor.


BU DÖRT DUVARIN İÇİNDE BİR TARİH YAZILDI

Kuba Mescidi´nden yola devam ederken rehberimiz bize ileride bir noktayı işaret ederek, "Türk hacılar pek bilmez" diyor.
Burası, içkiyi yasaklayan ayetin Peygamber´e indiği yer.
Gösterdiği yere bakıyorum:
Dört duvarla çevrilmiş alelade bir arsa.
Düşünebiliyor musunuz, burası, bütün İslam´ın en önemli yasağının indiği yer.
Şarabın, içkinin, milyonlarca insanın keyfinin yasaklandığı yer.
Yani beni saf müminlerin arasından alıp, başka yerlerde iskâna götüren karar burada alınmış.
Anadolu´da kapanan Tekel bayilerinin kaderi de burada yazılmış.
Hemen arabadan inip önünde fotoğraf çektiriyorum.
Bugüne kadar kimse bize bu tarihi anın gerçekleştirildiği yeri göstermemişti.
Türkiye´de en çok tartıştığımız, bizi en çok birbirimize düşüren ayetin kıblesi burası.
20 yaşından beri içki içen bir Müslüman olarak burada ne yapmalıyım?
Bu dört duvarın etrafını tavaf mı etmeliyim, yoksa bir an önce kaçıp, bu fotoğrafı atmalı, bu mahalle arsasını hayatımdan silmeli miyim?
Sebati, kamerasının objektifini, kilitli anahtarın deliğinden sokup "İçeride ne var" diye bakıyor.
Sıradan bir Suudi mezarlığı...

İLK DEFA BİR SUUDİ DEFİN TÖRENİNİ İZLİYORUZ

Şimdi sıra Cennet-i Baki´de...
Yani "Sonsuz Cennet"e gidiyoruz.
Burası, Peygamber Camii´nin hemen bitişiğindeki Medine Mezarlığı...
14 asırdır Medine´de cenazeler buraya defnediliyor.
Hazreti Ayşe burada yatıyor.
Peki nerede?
Bilmek mümkün değil.
Çünkü Suudiler cenazeleri anonim gömüyorlar. Kimin nerede yattığı bilinmiyor.
Yıllardır Suudilerin gömme âdetlerini merak ederdim.
Biz tam oradayken bir defin törenine rastlıyoruz.
Merakım böylece gideriliyor.
Defin törenine sadece erkekler katılabiliyor. Uzun bir kuyruk yapılıyor ve elden ele bir şeyler veriliyor.
Bomboş bir arazi... Üzerinde sadece taş parçaları var. Hiçbir taşın üzerinde isim yok.
Bir parselden gömmeye başlıyorlar. O parsel dolunca yandakine geçiyorlar.
Böylece 5 yıl sonra yine aynı parsele geliniyor.
Bu anonim, isimsiz mezarlık, tarih bilinci gelişmiş bizlere ne kadar yabancı.
Acaba, ölüleri ölülere bırakmak daha iyi bir şey mi?
Kız kardeşim Sema´nın kocası Cemal Aksoy´un babası, muhterem bir insandı.
Kâbe´de ölmek istiyordu.
Yıllarca Hacca gitti.
Sonunda muradına erdi ve üç yıl önce Hac ziyareti sırasında kutsal topraklarda öldü.
Cenazesi orada kaldı.
Hiçbirimiz nereye gömüldüğünü bilmiyoruz.
"Ebedi Cennet"in içine bakarken, onun için de dua ediyorum.

SELAM KAPISI´NDAN PEYGAMBER´İN HUZURUNA ÇIKIYORUZ

Artık sıra Peygamber Camii´ne geldi.
Umrede son durağımız burası.
Büyük kapıdan girerken avluda ilk dikkatimi çeken şey, avludaki dev şemsiyeler oluyor.
Otomatik olarak açılan ve avluyu bir anda, çölün dev bedevi coğrafyasına benzeten bu çadırlar bana yine Star Wars filmini hatırlatıyor.
Ayakkabılarımızı çıkarıp "Selamlama Kapısı"ndan giriyoruz.
Camiye girmeden önce, Hz. Muhammed´in yattığı yerin kapısının önünden geçip, O´nu selamlayacağız.
Burada saflar daha sıkı. Kâbe´den de daha sıkı.
Tam bir sessizlik hâkim. Trans halinde bir insan kalabalığı Peygamber´in huzuruna doğru ağır ağır ilerliyor.
Sadece ismi uğruna canlar verilip canlar alınan, her gün milyarlarca insanın adını defalarca andığı, dua ettiği Peygamber, Hz. Muhammed işte burada, bu kapının arkasında yatıyor.
Manevi ile maddi, fani ve ölümsüz, cismani ve ruhani işte bu kapının önünde buluşuyor.
Durup düşünmeye vaktiniz yok.
Sakin bir kalabalık, ölü bir dev dalga gibi sizi yürümeye davet ediyor.
İnanmışların girdabı sizi içine alıyor.
Oysa orada durup, uzun uzun durup bir hayat bilançosu çıkarmak istiyorsunuz.
Hayat nedir? Ölüm nedir?
Geriye ne kalır? Ne kalmaz?
İnanç nedir, inançsızlık ne?
Biat nedir? İtiraz ne?
Vakit yok. Tavaf sonsuz bir harekettir demişlerdi.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE´DE SON DUAMI YAPIYORUM

Kalabalık, sizi camiin öteki taraflarına taşıyor.
Ve o geniş mekânlarda, hayatınızın en muazzam mabedini görüyorsunuz.
Her taraftan Kuran sesleri geliyor.
Fark ediyorsunuz ki, herkes kendi Kuran´ını okuyor.
Peygamber´in huzuruna geldiğiniz bu mabette, artık yaratanla baş başasınız.
Tek başına...
Safların en sıkıştığı, kitlenin bütün gücüyle insanı eritmeye çalıştığı o anda, tek başına Kuran okuyan insan Tek´leşiyor.
İşte orada umutlanıyorsunuz ve siz de kendinizle konuşmaya başlıyorsunuz:
Medine-i Münevvere... Aydınlanmış şehir...
Senin kucağından ayrılırken son duamı yapıyorum:
"Allah´ım. İslam´ı karartmak isteyenlere, teröre bulaştırmak isteyenlere, istismar edenlere, fanatizmin girdabına sokmak isteyenlere mani ol. İslam´ın aydınlık, barışçı ve çağdaş yüzünü hâkim kıl..."

Kubbenin altındaki küçük deliğin sırrı

BUGÜN rehberimiz Mustafa Nalbant.
Akhisarlı bir hemşerim...
O da El Ezher´de okumuş.
Medine, İslam´a güzel bakışı ve barışçı yorumlarıyla daha da güzelleşti.
İlk durağımız Kuba Mescidi.
Mescit, bizde caminin küçüğü, orada ise kendisi.
Kuba Mescidi, Hz. Muhammed´in Medine´ye geldikten sonra ilk namaz kıldığı yerde yapılmış.
İslam´ın en kutsal mekânlarından biri sayılıyor.
Camiye giriyoruz ve Ahmet Hakan, kıdemli bir hacı olarak hemen yerini alıyor.
"Burası Hz. Muhammed´in tam namaza durduğu yer" diyor.
"Nereden biliyorsun?"
Mustafa Nalbant, yukarıda bir yeri işaret ediyor. Bakıyorum, kubbenin altında bir delik var.
Bu camiyi Türk işçiler restore etmiş.
Restorasyonda Hz. Muhammed´in namaza durduğu yerin tam üstüne bir delik açmışlar. Sırf orayı göstermek için. İlahi bir nirengi noktası olarak...

Peygamber´in naaşı bu kuyudan giden suyla yıkandı

İSLAM arkeolojisinin kazılarına devam ediyoruz.
Yolumuz Medine´nin kenar semtlerinden birine düşüyor.
Orada da basit bir yapı var.
Yuvarlak yapının ortasında bir delik görüyoruz.
Rehberimiz anlatmaya başlıyor:
"Burası Hz. Peygamberimizin ölümünden sonra, cesedini yıkamak için su alınan kuyu".
Hz. Muhammed vasiyet etmiş.
"Öldüğümde, beni bu kuyudan getirilen suyla yıkayın" demiş.
Dayısı gelip o kuyudan 7 kırba su almış.
O kuyu, şimdi Medine´nin bir kenar mahallesinde öyle duruyor.
Başımızı delikten sokup bakıyoruz.
Genişçe bir kuyu...

Su kuyusunun önemi

Medine´nin kenar semtlerinde bir yapı... Burası eski bir su kuyusu... Ancak önemi büyük... Çünkü Hz. Muhammed´in naaşı, vasiyet üzerine bu kuyudan getirilen suyla yıkandı...

Kuba Mescidi´nde namaz

Kuba Mescidi, Hz. Muhammed´in Medine´de namaz kıldığı ilk yerde yapılmış. Caminin restorasyonunda çalışan Türk işçiler, Hz. Muhammed´in namaz kıldığı yere bir işaret koymuşlar. Ahmet Hakan´la burada iki rekat namaz kıldık. Başında namaz takkesi olan benim, olmayan Ahmet Hakan.

YARIN:
"Peygamber´in İzinde" yazı dizisi bitti. Peki, umre bende neyi değiştirdi?
İçkiyi bırakacak mıyım?
Beş vakit namaz kılıp oruç tutacak mıyım?
Kurban kesecek miyim?
Başka neler değişti?

Ertuğrul Özkök/Hürriyet


Her kesimden din zabitlerine yanıtlar

MEĞER memleketimizde ne de çok "din zabiti" var imiş...

Meğer dört bir tarafımız hem dindar kesimden, hem de ladini kesimden azılı zabitlerle çevriliymiş...


Mesela...
Ladini zabit, "Tanrı ile kul arasında kalması gerekenleri ifşa ediyorsunuz..." diye haykırıyor...
Seyşel Adaları´na tatile gidip, yiyip içtiklerimizi yazsak...
Bu zabit türünün hiç sesi çıkmaz...
Ama işin içine "din" girdi mi, bu zabitin kafası atar...
Hemen o klişe devreye girer:
"Tanrı ile kul arasında gizli kalması gereken..."
Niye gizli kalacakmış kardeşim?
Niye?
Hem biz kendimizi "Tanrı´nın en iyi kulları" diye mi sunduk burada?
Bütün vazifelerimizi eksiksiz yaptık mı dedik?
Sevabımızı da yazdık, günahımızı da...
Sadece sevap ve günahtan mı söz ettik?
Gazeteciliğin en eski tarzı olan "izlenimcilik"in küçük bir denemesini yapmadık mı?


Dini zabit ise bir başka âlem...
"İhram giymemişler... Namaz kılmamışlar..." falan diye sataşıyor...
Bizim niyetimize dair ahkâmlar kesiyor...
Sana ne be kardeşim?
İster ihram giyerim, ister giymem...
Namaz kılıyorsam, senin rızan için mi kılıyorum?
Oruç tutuyorsam, senin rızan için mi tutuyorum?
Hem sen hangi hakla devreye giriyorsun ki?
Çekilsene aradan...
Sen bizim "pastaran"ımız mısın?

Bu geziden benim çıkardığım sonuçlar


47 derece sıcakta bile insanların dayanma gücü olabilirmiş...
Kâbe´de bulunan İslam ümmetinin Ertuğrul Özkök´e en azından özel bir gıcığı yokmuş...
Daha önce Mekke ile Medine´ye giden biri, yanında hiç gitmemişler ile ikinci kez gittiğinde, bir ev sahibi tedirginliğiyle "Acaba nasıl bulacaklar?" diye endişeye gark olurmuş.
Memleketimizin yüzünü Batı´ya çevirmiş aydınları, kutsal topraklara acayip yabancı imiş...
Kutsal topraklardaki organizasyon bozukluklarının çözüm kuralı, "sorun çıktıkça çöz" şeklindeymiş...
Suudi Arabistan´da Türkler pek bir itibarlı oldukları halde bunun havasını atmayacak kadar da cool imişler...
Hurma ağacı ile insanın yaratılışı arasında kuvvetli bağlar varmış, hurma ağacı bitkiden çok insana benziyormuş.
Mekke ve Medine´ye gidip gelenler, olaya hep aynı pencereden bakıyormuş. Bu yüzden bu iki kente başka pencerelerden bakanların da gitmesi fevkalade önemli imiş.
Türklerin kutsal topraklardaki etkinliği ve nüfusu acayip artmış.
Suudi Yönetimi´nin tarihe dair ne varsa her şeyi dümdüz etme alışkanlığı, artık kanıksanmış...

Peygamber istatistiği

MEDİNE´de İslam Araştırmaları Müzesi´nin duvarında Arapça bir istatistik tablosu yer alıyor.
Müzeyi bize gezdiren görevliye soruyoruz:
"Bu nedir?"
Cevap veriyor:
"Hz. Peygamber´le ilgili bir istatistik".
Yani Hz. Muhammed´in hayatında nelerin, ne oranda yer tuttuğunu gösteren bir istatistik...
Bu sonuçlara göre Hz. Muhammed´in siyasi ve manevi yönünün oranı hayli yüksekken, "askeri yönü" sadece yüzde 5 olarak kalmış.
Askeri yönün bu derece düşük gösterilmesinde, sanırım Hz. Muhammed´e "Savaş Peygamberi" yakıştırması yapanlara bir yanıt verme çabası var.

Hz. Muhammed´in askeri yönü yüzde beş

Medine İslam Araştırmaları Merkezi´ndeki istatistik tablosu... Hz. Muhammed´in askeri yönü yüzde 5 olarak veriliyor... Müzedeki maketlerden birinde de Uhud Savaşı canlandırılıyor.

TEŞEKKÜR

BU yazı dizisinin hazırlanışında bize çok büyük yardımları olan İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu´na ve bize orada unutamayacağımız bir iftar veren eşi Füsun İhsanoğlu´na çok teşekkür ediyoruz.
Ayrıca daha ziyaret başlamadan yardımımıza koşan ve dönüşte uçağa bindiğimiz ana kadar yardımını esirgemeyen İKÖ medya danışmanı meslektaşımız Fatih Öke´ye de teşekkür borçluyuz.
Gezimizi mükemmel şekilde organize eden Nüanstur´un, onun Medine yetkilisi Yakup Bozdoğan ile rehberlerimiz Osman Korkmaz ve Mustafa Nalbant´ın yardımlarını da unutmayacağız.

ERTUĞRUL ÖZKÖK - AHMET HAKAN


Nasıl bir arada yaşayacağız

HZ. PEYGAMBER, Medine´ye girerken, kimsenin kalbini kırmamak, özellikle şehrin hâkim zümresinin davetine icabet etmemek üzere devesini serbest bıraktı. Deve, Eba Eyüp el Ensari´nin evinin önünde çökünce, o da kendisine bir ev ve mescid yapılıncaya kadar bu evde misafir olarak kaldı. İlk iş mescid inşasına başlandı.


Peygamber´in gündeminde birkaç önemli başlık vardı:

1- Mekkeli muhacirleri yeni mekâna ısındırmak, fiziki ve sosyal uyumu sağlamak. Bunun için "Mekkeli Muhacirler" ile "Medineli Ensar" arasında "kardeşlik sözleşmesi" tesis etti. Her Medineli aile, Mekkeli bir aileyi himaye edecek, eşleri hariç her konuda kendine ortak edecekti. Bu proje başarıyla uygulandı... Kısa zamanda Mekkeliler şehre intibak ettiler...

2- Medine´de 120 sene devam eden kanlı savaşlar söz konusuydu. Araplar ile Yahudiler, Araplar kendi aralarında ve Yahudiler de kendi aralarında savaşıyorlardı... Şehir yorgun düşmüştü... Bir türlü merkezi otorite kurulamıyor, farklı dini ve etnik gruplar arasında barış sağlanamıyordu. Öncelikle bu savaşları sona erdirmek, Medine´yi kamu düzeninin geçerli olduğu bir site-devlet haline getirmek gerekiyordu...

İLK TOPLUMSAL SÖZLEŞME: MEDİNE VESİKASI

Bu amaçla, Hz. Peygamber adına "Medine Vesikası" adı verilen 52 maddelik bir sözleşmenin aktedilmesine önayak oldu. Önce Mekkeli ve Medineli Müslümanların kabile isimlerini tek tek zikrederek aralarındaki ilişkilerin esasını belirledi... Bunun amacı etnik veya kabile kimliğinin tanınmasını sağlamaktı... Arkasından Yahudiler ve henüz İslamiyet´e girmeyen müşrik Araplar arasında anlaşma imzalanması sağlandı... Sözleşmeye taraf olan Müslümanlar, Yahudiler ve dolaylı temsil yoluyla müşrik Araplar, "diğer insanlardan ayrı ümmet", yani siyasi birliğin üyeleri olarak tanımlandı.

Her iki süreç karşılıklı müzakere yoluyla gerçekleşti. Ortak paydalar bir tür "anayasa" hükmü yerine geçti. Medine merkezi nokta tayin edildi, siyasi birliğin sınırları belirlendi, nüfus sayımı yapıldı ?Müslümanların oranı yüzde 15 çıktı- ve Medine´nin hem ortak ve bölünemez ihtiyaçları hem savunması için mali kaynak ve sorumluluk sistemi getirildi. Kabile bireyleri tarafından işlenen suçlar ve cezalar bireyselleştirildi, suçluların hiçbir şekilde korunmayacağı hükme bağlandı. İçinden çıkılamayan grup içi ve gruplar arası ihtilaflar için Hz. Peygamber hakem tayin edildi. Herkesin dinini özgür yaşaması ilkesi getirildi.

NASIL BAŞARILI OLDU

Bu yepyeni bir şeydi...
Bu imkânı Hz. Peygamber´e sağlayan şey, a) 120 senedir süren iç savaşta onun taraf olmaması, dışarıdan gelmesi b) Adil davranması, herkesi kendi doğruluğuna, güvenilirliğine ve adaletine inandırması c) Krizin içinden çıkılmasını sağlayan tatminkâr bir çözüm yolunu ve yöntemini göstermesiydi.
Bunlar zaten peygamberliğin olmazsa olmaz sıfatlarındandı.
Hz. Peygamber´in (s.a.) peygamberlikten önce birkaç erdemli insanla katıldığı Erdemliler İttifakı metni bunlardan biriydi.
Metin kısaydı: "Biz, Abdullah b. Cud´a´nın evinde bir araya gelenler, deniz suyu yünü ıslatmaya, Sebir Dağı ve Mağara yerlerinde durmaya devam ettiği sürece şu kararları almış bulunuyoruz: Hakları verilinceye kadar zalime karşı mazlumun yanında yer alacağız ve hayatın çeşitli zorluklarına karşı dayanışma içinde olacağız. Bu konuda Allah´a söz veriyoruz."

PEYGAMBER NE VAAD ETTİ

İkinci Akabe Biatı´na katılanlar da "Allah´a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, kimseye iftira etmemek, iyi ve güzel konularda Allah´a isyan etmemek üzere peygambere biat edecekler" idi.
Metin şu anlamlı cümlelerle bitiyordu:
"Eğer bunlara uyarsanız cennet sizindir. Bunlardan bir kısmını saklarsanız işiniz Allah´a kalmıştır. O, dilerse sizi bağışlar, dilerse azaplandırır."
Hz. Peygamber´in davası şahsi değildi... Kendi ailesini, kabilesini veya soydaşlarını kollamıyordu... Akabe Biatı imzalanacakken, biri çıkıp şunu sordu: "Medineliler, Muhammed´e biat ediyorsunuz. Ne yaptığınızın farkında mısınız? Siyahı ve beyazı karşınıza alıyorsunuz. Bunun karşılığında o size ne vaat ediyor?"
Bir anda zihinler karıştı ve biri çıkıp Hz. Peygamber´e sordu:
"Evet, bunca risk karşısında bize ne vaat ediyorsun?"
Bıçak sırtı bir andı. O, askeri zafer, siyasi güç, dünyevi iktidar, refah, servet demedi. Şunları söyledi:
"Allah´ın hoşnutluğunu ve cenneti!"
Onlar da bunu kabul edip imzayı attılar.

DÜZELTME VE ÖZÜR

Ali Bulaç´ın dünkü yazısında, "Ur" şehri yerine, sehven "Urfa" yazılmıştır. Düzeltir, özür dileriz.

Ali Bulaç/Hürriyet