"1988 YILINDA GAZETECİLİK HAYATIMIN EN UTANÇ VERİCİ OLAYLARINDAN BİRİNİ YAŞADIM!.." ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN YAŞADIĞI UTANÇ VERİCİ OLAY NE?
Hürriyet´in Ankara temsilcisiydim. İstanbul´da yazı işleri manşet yapacak haber bulamıyordu.
Kesin bilgi mi, kesin inanç mı
1988 yılında gazetecilik hayatımın en utanç verici olaylarından birini yaşadım.
Hürriyet´in Ankara temsilcisiydim.
İstanbul´da yazı işleri manşet yapacak haber bulamıyordu.
Öğleden sonra saat 4 sularında, polise bakan arkadaşımız bir haber getirdi.
Biri kız, ikisi erkek üç İranlı öğrenci, Kuzey Kıbrıs´a gitmek isterken Esenboğa Havaalanı´nda yakalanmıştı.
Ellerinde, bomba düzenekli bir çanta vardı.
Haberi geçtik.
Çetin Emeç hemen manşete koydu. Bir de Denktaş fotoğrafı ve üzerine yuvarlak hedef deseni yerleştirildi.
Ertesi sabah müthiş bir "özel haber"le çıktık.
* * *
Öğle saatlerinde Cinnah Caddesi´ndeki büroya İranlı bir kadın geldi. Yakalanan çocuklardan birinin annesiymiş.
Bana şunu anlattı:
"Bizim çocuklarımızın Humeyni rejimi ile başı dertte. Öldürtülecekler diye korkuyoruz. Başlarına bir şey gelmesin diye yurtdışında okutmak istedik. Amerika, İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelere başvuruda geç kalmışız. Sonunda KKTC´deki bir üniversiteyi bulduk. Çocuklarımız oraya gidiyordu."
Bu sözleri dinledikten sonra şüphelenip, çantanın fotoğraflarına baktım.
Çantanın iç tarafında "Made in Singapur" yazıyordu.
İzmir Caddesi´nde deri işleri satan bir mağaza vardı, fotoğrafları oraya gönderdim.
Biraz sonra muhabirimiz arayıp, mağazanın sahibini verdi.
"Ertuğrul Bey, bu her yerde satılan, alarmlı bir çanta. Yani biri elinizden almaya kalkarsa, alarmı çalar."
Ya bomba düzeneği?
"Alakası yok" dedi.
Olayı yürüten DGM başsavcı yardımcısını arayıp, durumu anlattım.
Vicdan azabı çektiğimi söyledim.
Bana şu cevabı verdi:
"Ertuğrul Bey, böyle durumlarda ya adamları içeri alırsınız, ya sonradan ceset parçası toplarsınız."
Ben de "Sizin göreviniz ne suçsuz insanları içeri almak, ne de ceset toplattırmak" dedim.
O çocuklar için her yere başvurdum. Rahmetli Özal´a bile çıktım.
Özal, "Ben de Komünist Partisi´nin iki yöneticisini hapisten çıkartmaya uğraşıyorum. Dünyaya rezil oluyoruz ama muvaffak olamadım" dedi.
Çocuklar 3 aya yakın içerde kaldılar.
Bu olayı hayatım boyunca unutamadım.
* * *
Dün bazı gazetelerin manşetleri şöyleydi:
Sabah: "Dalan´ın müthiş cephaneliği"
Yeni Şafak: "İstek´e bağlı cephanelik"
Star: "Saygın şahsın, saygın vakfında, saygın silahlar"
Bugün: "Dalan´ın vakfında cephanelik çıktı"
Taraf: "Askeri bölgede Dalan cephaneliği"
Sabah toplantısında arkadaşlara sordum.
Bu mühimmatın oraya Dalan´ın gömdürdüğü konusunda kesin bir bilgi var mı?
Arkadaşların elinde, o mühimmatın oraya Dalan veya İstek Vakfı´nın bir üyesi tarafından gömüldüğüne dair herhangi somut bir bilgi yoktu.
Öyleyse kaynak ne?
"Polisten sızdırılan bilgiler."
Söyleyen kim?
Belli değil.
Buna karşılık İstek Vakfı, kurumsal olarak açıklama yapıyor ve "Bunlar bize ait değil" diyor.
Ben elbette Dalan´a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil.
Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını Ergenekon davası sürecinde epey gördük.
Ama bu manşetleri atan arkadaşlarımızın elinde, bizdekilerden daha kesin bilgiler ve kanıtlar varsa onu bilemem.
O kanıtlar açıklanıncaya kadar da şu soruyu sormaya devam edeceğim.
Bu kadar kesin manşetleri atmalarına izin veren şey nedir?
Kesin bilgi mi?
Yoksa kesin inanç mı?
Ertuğrul Özkök/Hürriyet
1988 yılında gazetecilik hayatımın en utanç verici olaylarından birini yaşadım.
Hürriyet´in Ankara temsilcisiydim.
İstanbul´da yazı işleri manşet yapacak haber bulamıyordu.
Öğleden sonra saat 4 sularında, polise bakan arkadaşımız bir haber getirdi.
Biri kız, ikisi erkek üç İranlı öğrenci, Kuzey Kıbrıs´a gitmek isterken Esenboğa Havaalanı´nda yakalanmıştı.
Ellerinde, bomba düzenekli bir çanta vardı.
Haberi geçtik.
Çetin Emeç hemen manşete koydu. Bir de Denktaş fotoğrafı ve üzerine yuvarlak hedef deseni yerleştirildi.
Ertesi sabah müthiş bir "özel haber"le çıktık.
* * *
Öğle saatlerinde Cinnah Caddesi´ndeki büroya İranlı bir kadın geldi. Yakalanan çocuklardan birinin annesiymiş.
Bana şunu anlattı:
"Bizim çocuklarımızın Humeyni rejimi ile başı dertte. Öldürtülecekler diye korkuyoruz. Başlarına bir şey gelmesin diye yurtdışında okutmak istedik. Amerika, İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelere başvuruda geç kalmışız. Sonunda KKTC´deki bir üniversiteyi bulduk. Çocuklarımız oraya gidiyordu."
Bu sözleri dinledikten sonra şüphelenip, çantanın fotoğraflarına baktım.
Çantanın iç tarafında "Made in Singapur" yazıyordu.
İzmir Caddesi´nde deri işleri satan bir mağaza vardı, fotoğrafları oraya gönderdim.
Biraz sonra muhabirimiz arayıp, mağazanın sahibini verdi.
"Ertuğrul Bey, bu her yerde satılan, alarmlı bir çanta. Yani biri elinizden almaya kalkarsa, alarmı çalar."
Ya bomba düzeneği?
"Alakası yok" dedi.
Olayı yürüten DGM başsavcı yardımcısını arayıp, durumu anlattım.
Vicdan azabı çektiğimi söyledim.
Bana şu cevabı verdi:
"Ertuğrul Bey, böyle durumlarda ya adamları içeri alırsınız, ya sonradan ceset parçası toplarsınız."
Ben de "Sizin göreviniz ne suçsuz insanları içeri almak, ne de ceset toplattırmak" dedim.
O çocuklar için her yere başvurdum. Rahmetli Özal´a bile çıktım.
Özal, "Ben de Komünist Partisi´nin iki yöneticisini hapisten çıkartmaya uğraşıyorum. Dünyaya rezil oluyoruz ama muvaffak olamadım" dedi.
Çocuklar 3 aya yakın içerde kaldılar.
Bu olayı hayatım boyunca unutamadım.
* * *
Dün bazı gazetelerin manşetleri şöyleydi:
Sabah: "Dalan´ın müthiş cephaneliği"
Yeni Şafak: "İstek´e bağlı cephanelik"
Star: "Saygın şahsın, saygın vakfında, saygın silahlar"
Bugün: "Dalan´ın vakfında cephanelik çıktı"
Taraf: "Askeri bölgede Dalan cephaneliği"
Sabah toplantısında arkadaşlara sordum.
Bu mühimmatın oraya Dalan´ın gömdürdüğü konusunda kesin bir bilgi var mı?
Arkadaşların elinde, o mühimmatın oraya Dalan veya İstek Vakfı´nın bir üyesi tarafından gömüldüğüne dair herhangi somut bir bilgi yoktu.
Öyleyse kaynak ne?
"Polisten sızdırılan bilgiler."
Söyleyen kim?
Belli değil.
Buna karşılık İstek Vakfı, kurumsal olarak açıklama yapıyor ve "Bunlar bize ait değil" diyor.
Ben elbette Dalan´a kefil falan değilim, ama elimizdeki bilgiler net değil.
Polisten sızdırılan haberlerle ne gazetecilik faciaları yaşandığını Ergenekon davası sürecinde epey gördük.
Ama bu manşetleri atan arkadaşlarımızın elinde, bizdekilerden daha kesin bilgiler ve kanıtlar varsa onu bilemem.
O kanıtlar açıklanıncaya kadar da şu soruyu sormaya devam edeceğim.
Bu kadar kesin manşetleri atmalarına izin veren şey nedir?
Kesin bilgi mi?
Yoksa kesin inanç mı?
Ertuğrul Özkök/Hürriyet