17 AĞUSTOS DEPREMİ SONRASI ÇOCUKLARINI ANNESİNİN YANINA BIRAKIP HABERE KOŞAN GAZETECİ KİM?

Gürültüyle sarsıldım, olduğum yere çöktüm... Çocuklarımın çığlıklarını duydum...

Haber testeredir

Habercilik zordur...

Hayat haberdir ama...

Habercilik de hayatı ikiye bölen bir testeredir belki de...

17 Ağustos depremini yaşadığım gece hissetiğim buydu...

Ve hâlâ da aynını hissediyorum...

Kafamda soru işaretleri var ama asla gerçek cevapları bulamıyorum...

Sanırım ömrüm boyunca da bulamayacağım...

Apartmanın deliler gibi sallandığı saatte mutfakta dolma yiyordum...

Gürültüyle sarsıldım, olduğum yere çöktüm... Çocuklarımın çığlıklarını duydum...

Evden çıktığımızda o anın dehşetinden çok ne yapmam gerektiği konusundaki belirsizlik en büyük problemimdi...

Ben Yenibosna'da'ydım, çocuklarım yanımdaydı ve korku içindeydi...

Annem ise tek başına yaşadığı Beylikdüzü'ndeydi...

Ayakları tutmuyordu, zor yürüyordu...

Ve gecenin o saatinde o ne yapıyordu?...

Dahası bir de yöneticisi olduğum haber ajansı vardı...

Birçok arkadaşım biliyordum ki evlerinden atlayıp araçlara o saatte işe koşmuşlardı...

Ben ne yapacaktım?... Çocuklarımla mı kalacak? Anneme mi koşacak?...

Yoksa fedakarca çalışan haberci arkadaşlarımın yanında mı olacaktım?...

İşte testere beni kesmeye başlamıştı....

Yıldırım hızıyla yola koyuldum...

Tüm telefonlar kesikti.

Arabamda uydu telefonu vardı ve çalışıyordu...

Beylikdüzü'ne giderken Avcılar'dan geçmek zorundaydım...

Ve geçerken dona kaldım...

Yol boyunca yıkılan apartmanları sayıyordum...

Bir-iki-üç diye...

Henüz sıcağı sıcağınaydı...

Tamamen çökmüş apartmanlar...

Çatılar yerle birleşmiş... Üzerlerinde insanlar "Anne-baba" diye feryat ediyor...

Altından "Kurtarın" diye çığlıklar yükseliyor...

Ve bir apartman ayakta kalmış ama cayır cayır yanıyor...

Çocuklarım dehşet içinde seyrediyor...

Telefona sarıldım, çalıştığım kurumun radyosu canlı yayındaydı...

Marmara bölgesinde hayat durmuştu...

Dünya ile ilişki bitmişti...

İstanbul'da herkes sokaklarda ve merak içindeydi...

Böyle bir sallantıda mutlaka yıkılan binalar olmuştur ama hangi semtte diye...

Televizyonlar da off olmuştu...

Olmasa da farketmezdi... Kimse içeri girip tv seyredemezdi...

Herkes arabaların radyosunu açmış oturduğu yerde dinliyordu...

Yakınlarını merak ediyor, bilgi istiyordu...

İştre böyle bir ortamda uydu telefonuyla radyoya canlı yayına bağlandım...

Avcılar'daki dehşeti, çöken apartmanları ilk kez tüm Türkiye'ye duyurdum...

Bir yandan anlatıyor, bir yandan çocuklarımın yanaklarını okşuyor, bir yandan da araba kullanıyordum...

Henüz üç dakika olmamıştı ki, spiker Özge Özsağman "Teşekkürler Bekir Hazar" diyerek yayınımı kesti...

Çıldırdım...

O saatte bağlanacabilekleri, bilgi alabilecekleri tek kimse yok...

Bir tek kimse...

Ben onları uydu telefonundan aramışım ve bağlanmışım...

Canlı yayın yapıyor, Avcılar'daki vahameti tüm Türkiye'ye duyuruyorum ama...

Beni tak diye kestiler...

Delirdim, direksiyonu yumruklaya yumruklaya Beylikdüzü'ne gittim...

Canım annem gecenin karanlığında sokakta çimenlerin üzerinde oturuyordu tek başına...

Hâlâ titreyen dehşet içindeki çocukları yanına bıraktım...

Derhal işyerime koştum...

Haber testeresi beni biçmişti...

Ruhum çocuklarımın ve annemin yanındaydı ama bedenim habere koşuyordu...

Ertesi akşam geç saatlere kadar ailelerini terkedip işyerine koşan arkadaşlarımla çalıştım...

Ve çocuklarım sokaktaydı...

Dehşeti yaşayarak...

Testerenin dili yok ki söylesin....

Sahi doğru olan neydi?

Bekir Hazar/Yeni Şafak