24 Nis 2011 09:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:16

ALTAN ÖYMEN'İN KALEMİNDEN MİLLİYET'İN 61 YILLIK MÜTHİŞ ÖYKÜSÜ!

Radikal yazarı Altan Öymen, DK Grubuna satılan Milliyet'in 61 yıllık öyküsünü yazı dizisi haline getirdi..

En kıdemli üç gazetemizden biri

1924’te yayına başlayan 87 yıllık Cumhuriyet’ten ve 1948’de çıkan 63 yıllık Hürriyet’ten sonra, yayın hayatını aralıksız olarak sürdüren üçüncü gazete Milliyet. Üç kıdemli gazetenin de ’doğum günleri’ mayısın ilk haftasında...

Basınımızın 61 yıldır aralıksız yayımlanan saygın gazetesi Milliyet’in ve yayın hayatına 2003 yılında giren genç ve atak gazetesi Vatan’ın imtiyaz sahipleri değişiyor.

Doğan Gazetecilik Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner, bunu Çarşamba günü açıkladı. “Doğan Yayın Holding’in yeniden yapılanması çerçevesinde Milliyet ve Vatan gazetelerinin satışına karar verildiği”ni ve bunun gerçekleştiğini belirtti.
Gazeteleri alan iki aile grubunun şirketinin adı ‘DK Yayıncılık’. Açılımı: Demirören-Karacan... Buna göre, iki gazetenin yeni sahipleri, Erdoğan Demirören ile Ali Karacan ve Ömer Karacan olacak.

Karacan kardeşler, Milliyet’in kurucusu Ali Naci Karacan’ın torunları. Karacan’ın -1955’teki ölümünden sonra sahipliği üstlenen Ercüment Karacan’ın çocukları... Erdoğan Demirören de Milliyet’in eski hissedarlarından... Yani, iki grup da gazetenin yabancısı değiller... Bunu, CNBC-e’ye verdiği demeçte Hanzade Doğan Boyner de belirtti. Alıcıların Milliyet’le daha önceki yakınlıklarının, Doğan Grubu’nun aldığı kararda payı olduğunu belirtti. Dedi ki:

“Ali Karacan uzun süredir ‘bu projeyi nasıl yapabilirim’ diye çalışıyordu. Süreç daha sonra Demirören ailesinin katılmasıyla hızlandı. (...) Duygusal olarak gazetenin kurucularına geçmesi kararımızda etkili oldu. Duygusal olarak bizi pozitif yönde etkiledi.”
Bu ‘devir-teslim’, basınımızın şu sıradaki en güncel konularından biri... Çeşitli açılardan değerlendiriliyor. Ben de o değişikliğin, gerek Milliyet’in 32 yıldan beri sahiplik ve sorumluluğunu üstlenen Aydın Doğan ve ailesi için, gerek o sorumluluğu devralan Erdoğan Demirören, Ali Karacan ve Ömer Karacan için, gerekse basınımızın ayrılmaz parçası olan milyonlarca gazete okuru için, hayırlı olmasını diliyorum.
Bugün burada yapacağım şey, bu sayfaların işlevine uygun olarak, 60 küsur yıl öncesinden başlayıp Milliyet’in kısa tarihini hatırlatmak...

Karacan ve Milliyet
Milliyet’le benim ‘basın hayatı’mız yaşıt. Milliyet’in basında yer alış yılı 1950. Benimki de öyle... O benden biraz daha kıdemli. İlk sayısı, o yılın 3 Mayıs’ında çıktı. Benim gazeteciliğe başlayışım yılın sonuna doğru. Ama onun ilk sayılarını gazete okuru olarak hatırlıyorum.
Kurucusunun adını o zaman da biliyordum: Ali Naci Karacan. Tanınmış bir gazeteciydi. Daha önce çeşitli gazetelerde yöneticilik-yazarlık yapmıştı. Akşam gazetesinin kuruluşunda üç ortaktan biri olarak bulunmuş, sonra ayrılmıştı. İsviçre’de basın ataşeliği yapmıştı. Ama aklından çıkmayan amacı, tek başına bir gazete kurmaktı.
Bunu, kendisi gibi o zamanın -50 yaşlarındaki- gazetecilerinden Sedat Simavi, iki yıl önce başarmıştı. 1948’de kurduğu Hürriyet’i kısa zamanda Babıali’nin en büyük gazetesi haline getirmişti.
Karacan’ın da hedefi oydu. Gerçi sermaye oluşturma olanağı Simavi’ninkinden de azdı. Ama ne olursa olsun, o işe başlamaya kararlıydı.
Evet, Milliyet’in ilk sayıları... Doğrusu, bunları ben okur olarak, fazla başarılı bulmamıştım.
Bu yazıyı yazarken arşivden o ilk sayılara baktım. Görüşüm değişmedi.
Gazetenin başlığı, Almanların eski Gotik harflerini andıran harflerle yazılmış. Baskı kalitesi yüksek değil. Mizanpaj da estetik açıdan zayıf...
Gerçi, o zaman da fark etmiştim, gazetede içerik açısından yoğun bir gazetecilik gayreti kendini gösteriyordu. Haberler –tabii, o dönemin anlayışına göre- en fazla ilgi çekecek şekilde değerlendiriliyordu. (Aşağıda görüldüğü gibi, Soğuk Savaş döneminin anti-komünist jargonuna uymakta da kusur edilmiyordu.)
O zamanın televizyonsuz dünyasının, ‘tiraj arttırma’ yollarından biri olan polis ve aşk romanlarının iyileri aranıp bulunuyordu.
Yazarlar da iyiydi. Ali Naci Karacan, tabii, başyazıları kendi yazıyordu. O zamanın çoğu gazetesinin durumu öyleydi. Gazete sahiplerinin büyük bir kısmı aynı zamanda gazetelerinin başyazarıydı. Daha doğrusu, gazeteleri çıkaranların çoğu, başyazarlık yapmak isteyen gazeteci-yazarlardı.
Yani, başyazarlık yapmanın en kestirme (ve kimsenin itiraz edemeyeceği) yolu, ne yapıp edip bir gazete çıkarmak ve onun sahibi olmaktı. Tabii, bunun için biraz sermaye bulmak gerekirdi ama, o günün koşullarında bunun bugünkü gibi astronomik rakamlara ulaşması gerekmezdi.

Hem sahip hem başyazar
1950’lerin başlarında, o iki unvanın birleştiği gazeteler ile o gazetelerin ‘sahip-başyazarları’nı hatırlayalım:
HÜRRİYET: Sedat Simavi, CUMHURİYET: Nadir Nadi, VATAN: Ahmet Emin Yalman, SON POSTA: Selim Ragıp Emeç, SON TELGRAF: Ethem İzzet Benice, VAKİT: Asım Us, AKŞAM: Necmettin Sadak... Hepsi ‘hem sahip hem başyazar’dı.

Gerçi bu manzara, işadamı Habip Edip Törehan’ın Yeni İstanbul’u kurması ve Safa Kılıçlıoğlu’nun Yeni Sabah’ı satın almasıyla biraz değişmişti. İki yeni gazete sahibi de başyazıları başka yazarlara yazdırmaya başlamıştı.

Bu, ileride daha da gelişecek ve o eski usul, tamamen ortadan kalkacaktı. Ama 1950’de Milliyet’in yayın hayatına girmesinde, o usule devam edilmişti., Ali Naci Karacan da, diğer birçok meslektaşı gibi, kurduğu gazetede o iki işi birlikte yapmaktaydı. Hatta, üç işi birlikte... Deneyimli bir gazeteci-yazar olarak, gazetenin yazı işlerinin ilgili yönetimiyle de bizzat meşgul oluyordu.
Devamlı yazarlardan biri, o zamanın genç ve yetenekli yazarı Bedii Faik’ti. Hem siyasi olayları yorumluyordu hem Be.Fa imzasıyla küçük fıkralar yazıyordu hem de ‘tefrika’ olarak ‘Demokrasi Gülleri’ adı altında bir siyasi roman yazıyordu.
Tefrika romanlardan biri ‘tarihî’ydi. Fatih Sultan Mehmet’i anlatıyordu.
Gazete aynı zamanda spora da geniş yer ayırmayı ilke haline getirmişti. Spor sayfası da özenle hazırlanıyordu.
Fakat bütün bu olumlu yanlarına rağmen, gazete, aylar ve yıllar boyunca yeteri kadar ilgi bulamadı.
Bunda baskı imkânlarının zayıflığının yanında, başta Hürriyet olmak üzere diğer gazetelerin rekabet gücünün de etkisi vardı.

İktidar ve Milliyet
Gazetenin çıktığı 3 Mayıs 1950 gününden 11 gün sonra Türkiye’de seçim vardı. 27 yıldır iktidarda bulunan CHP’nin yenilgiye uğradığı, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği seçim...
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı artık İsmet İnönü değildi, Celal Bayar’dı. Başbakanı da, Şemsettin Günaltay’ın yerine yeni bir hükümet kuran Adnan Menderes...
Ali Naci Karacan, başyazılarıyla ve gazetesinin yayınlarıyla, yeni iktidarın eskiden beri tanıdığı ve yakınlık duyduğu liderlerini destekliyordu. Bu da gazetenin tirajını arttıracak bir etken değildi. Tam tersine, iktidarı destekleyen gazete sayısı kısa zamanda hızla artmıştı. İktidar yandaşı okurlar bile, gazetelerinden artık daha tarafsız olmaların bekliyorlardı.
Ali Naci Karacan’ın asıl sorunu, tabii, gazeteyi, yeni matbaa tesislerine de kavuşturup, daha fazla gazetecilik yaparak yüksek bir tiraja ulaştırmaktı. Gazetedeki en yakın yardımcısı, oğlu Ercüment Karacan’dı. Onunla birlikte, gazetenin yazıişleri kadrosunu da geliştirmek istiyordu. 1954 yılı başında, o günlerin genç gazetecisi Abdi İpekçi’yi (o yıl 25 yaşındaydı) gazetesine davet etti.
Abdi İpekçi, Yeni Sabah ve Yeni İstanbul gazetelerinde spor muhabiri ve sayfa sekreteri olarak çalıştıktan sonra, Mithat Perin’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesinde yazıişleri müdürlüğü görevini üstlenmişti. O görevinde çok başarılı olduğu görülüyordu.
İpekçi yapılan yöneticilik teklifini kabul etti. O yıl, Karacan’ın Mollafenari Sokak’ta daha önce inşaatını başlattığı yeni Milliyet binası da tamamlanmıştı. Matbaa makineleri ve büro malzemeleri yerlerine yerleştirilmişti. Gazetenin hem yazıişleri, hem de baskı servisleri artık, eskisine göre daha çağdaş imkânlara kavuşmuştu. Gazetede, o imkânları en iyi şekilde kullanmak için yoğun bir faaliyet başladı.

1954 atılımı
Planlanan şey, Milliyet’i, birinci sayfadaki logosundan, son sayfasının son sütununa kadar yenilemekti. Bu, hem içerik, hem mizanpaj açısından yapılacaktı. Kadro buna göre genişletilmişti.
1954 yazındaki çalışmaların sonunda, 1 Ekim günü geniş bir reklam kampanyasının da eşliğiyle, yeni Milliyet yayını başladı ve kısa zamanda yükselen bir başarı grafiğine erişti.
Getirdiği yenilikler arasında, arka sayfadaki spor sayfasının, öteki gazetelere göre çok daha cazip ve işlevsel olmasıydı. Sayfa, Galatasaraylı Gündüz Kılıç gibi, bir zamanların büyük futbolcularının maç yorumlarıyla birlikte, maçlarda atılan gollerin nasıl atıldığını da işaretli fotoğraflar ve krokilerle anlatıyordu.
Zamanın Türkiyesi’nin ‘televizyonsuz’ olduğunu gene hatırlayalım. O işaretli fotoğraflar ve krokiler, maça gidememiş olan futbolseverlerin gollerin nasıl atıldığını ayrıntılı olarak ‘görebilme’sini sağlıyordu.
Milliyet, bir süre sonra, ‘yılın sporcusu’nu, okurlarına seçtirmek gibi ‘inter aktif’ metotlarla, spor sayfasına olan ilgiyi daha da çoğalttı.
Sporun diğer branşlarına da yer verdi. Sayfa sayısını, son sayfadan içeriye doğru arttırdı.
Sporun dışındaki diğer alanlarda da özgün düzenlemeler yaptı. Siyaset alanında, yeni yayın dönemiyle birlikte tarafsızlığını ilan eti. Milliyet, siyasette, siyasi partilerden değil, ‘halk’tan yana olacaktı.
1 Ekim 1954 günkü ‘Bu Gazete’ başlıklı başyazısında, Ali Naci Karwacan, bunu şöyle ifade ediyordu:
“-İktidara dalkavukluk edecek misiniz?
-Hayır.
-Halk Partisi’ni tutacak mısınız?
-Hayır.
-Millet Partisi’ni?
-Hayır.
-O halde kimin gazetesi olacaksınız?
-Halkın gazetesi.
-Halkın gazetesi ne demek?
Halkın gazetesi şu demek: Mürekkebi elinizi kirletmeyen, harfleri okunabilen, halkın duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, hiddetlerini olduğu gibi aksettiren gazete. ”
Daha sonraki aylarda Milliyet, o ilkenin gereği olarak, gerek siyasi partiler sözcülerine, gerek toplumdaki çeşitli akımların temsilcilerine, ayırım gözetmeksizin sayfalarını açtı. ‘Düşünenlerin Düşüncesi’ köşesinde çeşitli görüşlere yer verdi. O görüşleri savunanlarla söyleşiler ve açık oturumlar yaptı. (Gene o zamanki ‘televizyonsuzluğumuz’u hatırlayalım ve bunun ne kadar önemli olduğunu görelim.)

Başlıktaki meşale
Gazetenin logosunda yanacak bir de meşale vardı. Karacan, bunu başyazısında şöyle anlatıyordu:
“Öküz devrinden traktör devrine geçmekte olan memleketin sür’atle kalkındığı bu devirde, gazetemizin başına koyduğumuz meşale, ileri görüş ve inkılâp sembolü olarak, başlı başına bir programdır.
Halkın sevgi ve inancı, tutacağımız doğru yolda, hiç şüphe edilmesin, muhakkak ki desteğimiz olacaktır.”
O meşale, Milliyet’in daha sonraki yaşamında da hep yerinde kaldı. 1979 sonunda Aydın Doğan’ın gazete sahipliği sırasında o kompozisyona Milliyet’in en önemli niteliklerinden biri daha eklendi:
“Milliyet Basında Güven”.
Ona da ‘Milliyet’in hikâyesi’nin 1970’ler ve 80’lerdeki bölümlerini anlatırken değineceğim.

YARIN: ERCÜMENT KARACAN NİÇİN ‘VEDA’ ETTİ

ALTAN ÖYMEN / RADİKAL