Alt tarafı "asparagas" denilip geçilemez! Yılan mı tilkiyi yedi, yoksa biz mi kafayı yedik?..
Medyaradar medya analisti Atilla Akar “Yılan tilkiyi yedi” haberi üzerine bu tarz haberlere yaklaşırkenki medyadaki “zihniyet sorunu”nu ele aldı…
Efendim; bence son günlerin en ilginç haberi “Yılan tilkiyi yedi”
haberiydi. Sonradan “asparagas” olduğu anlaşılan bu haberin
yarattığı etki enteresandı. Hem medya hem de kitle psikolojisi
açısından ilginç bir durumdu. Ve aslında yılanın tilkiyi yemesinden
çok bizim önümüze konulan her haberi “yemeye” ne kadar açık
olduğumuzu gösterdi bence.
Olay şu açıdan önemli; öncelikle medyanın ne kadar “denetim ve
mantık özürlü” ve hatta bir yerde her düzeydeki “cehaletini”
gösteriyor. Her ne kadar sonunda iş “muhabirin kişisel hatası”na
bağlansa da (“Kötü niyet” faktörü var mı yok mu bilemem ama ben pek
benzetemedim) aslında mekanizmanın ne kadar “sağlıksız” olduğunu
işaret ediyor. Medya önce kendi inanıyor sonra toplumu inandırıyor.
Medya önce kendini gaza getiriyor sonra da başka insanları. Soru
soran, şüphe duyan hele de bilgi sahibi olan pek yok. Zaten tüm
sorun buralardan kaynaklanıyor.
ALT TARAFI “ASPARAGAS” DENİLİP GEÇİLEMEZ!
O yüzden bu olaya “ne var yani alt tarafı asparagas bir haber”
denilip geçilemez. Çünkü bir yaklaşımı ele veriyor. (Kaldı ki
“Asparagas” olup olmadığı da tartışılır. Çünkü asparagas haber masa
başında bilinçli olarak “uydurulan” bir haberdir. Yapan onun
saçmalığını ya da yalan olduğunu zaten bilir. Oysa burada bir başka
ve galiba yerel bir siteden “doğru” zannedilip alınan bir sözüm ona
“yanlış haber” var galiba. Bu anlamda muhabir arkadaş da aslında
“yanıltılmış” oluyor herhalde. Asparagas varsa da o site yapmış
oluyor bu durumda!) Önce muhabir o “haber”i yiyor. Sonra ajansın
editörleri muhabirin haberini yiyor. Servis edildikten sonra
neredeyse tüm medya bunu yiyor. Tabii ki sonuçta okur da “mecburen”
yiyor. Bir tür zincirleme kaza gibi yani. Bugün “yılan haberi”
yarın daha büyük ve daha tehlikeli konularda olabilir yani. Problem
burada!
Hele bu haberi “yiyen” onlarca yayın organı, siteye ne demeli?
Ajans haberi bile olsa her haber sorgulanmadan lap diye yayına
konur mu? Herkes birbirini bu kadar mı kopyalar? Bir kişi dahi
“Hop, durun bakalım Türkiye’de böyle bir yılan türü yok galiba”
demez mi? “Acaba?” oluşmaz mı? Sezileri ve deneyimi olan biri
çıkmaz mı? (Çok genç, hayli acemi herkesi hemen, “ucuz emek”
adına “editör” yaparsanız sonuçta ortalık “Kim 500 milyar
ister” yarışmacı profiline döner tabii ki!) Kes, kopyala, yapıştır.
Sayfa dolsun yeter sonuçta!
Bende iki gün önce habere ilk baktığımda “Bu işte bir tuhaflık var.
Bildiğim kadarıyla Anadolu coğrafyasında bu tarz cüsseli bir yılan
türü yok. Bizdeki yılanlar çoğunlukla küçük ve zehirsizdir. Hele
böyle boğanı pek çıkmaz. Çıksa çıksa en fazla fare boğarlar. Bu
fotoğraflar başka bir memlekette çekilmiş olmalı” dedim.
Dolayısıyla habere kuşkuyla baktım. (Benim ayrıca ancak konusunun
uzmanlarının okuyacağı kitapları okuma gibi bir huyum vardır. Bir
ara TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkma, 2005 tarihli, İbrahim Baran’ın
“Türkiye Amfibi ve Sürüngenleri” başlıklı kitabını okumuştum.
Oradan böyle bir yılan türümüz olduğunu hatırlamıyorum. Kitabı
kütüphanemde aradım ama hemen bulamadım.) Nitekim çok geçmeden bu
şüphem doğrulandı. Sazana düşenler düşünsün. Burada bir “tuhaflık”
olduğunu fark edecek ilaçlık bir kişi bile yok mu aranızda
kardeşim? İlla “yılan uzmanı” olmanız gerekmez, biraz mantık yeter.
Yoksa belki tilkiyi yılana değil ama bize kafayı yedirirsiniz!
Durum bir yanıyla komik de tabii. Çünkü Denizli / Honaz mahreçli
verilen haberin aslının ABD / Florida olduğu ve fotoğrafı çekenin
de eşi ve kızıyla Florida’da parkta gezen “George” isimli biri
olduğu anlaşılmış. Ne diyeyim; Denizli Florida eyaletine bağlandı
da bizim haberimiz mi olmadı? Neyse bir ABD Haber Ajansı’da bir gün
“Denizli Horozu”nu “Florida Horozu” diye haber yaparsa ödeşiriz
belki. Ya da umarım bu durum ABD ile aramızda bir diplomatik nota
skandalına yol açmaz. Hani “Bizim Floridalı yılan ve tilkimizi
nasıl Denizli’nin hemşerisi yaparsınız?” cinsinden!
OLAYDAKİ TUHAFLIĞI FARKEDECEK AKLI BAŞINDA BİR KİŞİ BİLE
YOK MU?
Sonuçta kabak gene her zaman olduğu gibi tek başına muhabirin
başında patlıyor. Tüm ara mekanizmalar kendi refleksizliklerini
atlayıp, suçu gene muhabirin üzerine yıkmışlar. Nitekim İHA yaptığı
açıklamada “Muhabirimiz yerel web sitesinden alıp, temel
gazetecilik kurallarını hiçe sayarak, gerekli araştırma ve inceleme
yapmadan web sitesinin asparagas haberini doğru kabul edip İHA’ya
göndermesi asla kabul edilecek bir hata değildir.” diyerek durumu
özetlemiş. Sonunda muhabir bu “hata”sının bedelini işinden
olarak ödemiş. Bu anlamda İHA tasarruf hakkını kullanmış.
Lakin sorarım; İHA’nın kendi eleme mekanizmasında buradaki
anormalliği fark edecek kimse yok muydu? Bir “hata” varsa biraz da
kolektif değil mi? Neyse; onlarda üzülmüşler belli ki. Muhabire de
– Bir “tilkilik” ve kötü niyet yoksa ki yok gözüküyor- yazık
olmuş…
Öyle veya böyle; her haberin üzerine “balıklama” atlamamakta yarar
var. Her haberi servise vermeden ya da basmadan önce sorgulamak
uygun olur. Tereddüt varsa çek etmekte, giderilmemişse basmamakta,
yaymamakta fayda var. (Tabii önce onu fark edecek “göz” lâzım!)
Yoksa solucana fili bile yedirirsiniz!..
26.05.2016
[email protected]