09 Kas 2012 09:14 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:21

ALPER GÖRMÜŞ ARTIK TARAF'I ELEŞTİRMEYECEK! BU KARARI NEDEN ALDI?

Taraf yazarı Alper Görmüş, bir süredir gazetesine yönelik eleştirilerini bitirme kararı aldı..

Artık Taraf’ı eleştirmeye elim varmıyor

Dostlarımızın acılarını dinlemek, hiç düşündünüz mü, neden dostlarımızın mutluluklarını dinlemekten daha kolay gelir bize?

“Bu ne biçim soru” diyorsunuz, değil mi, çünkü siz tersinin geçerli olduğunu düşünmüştünüz...

Haklısınız; sevimsiz, sinir bozucu bir soru soruyorum... Fakat lütfen samimi olun, nasıl olsa başkaları duymayacak! Kabul edin ki doğru bir soru bu.

Cevabı da kolay aslında: Öyledir, çünkü acılarını bizimle paylaşan dostumuz bize muhtaçtır, onu kaybetmekten korkmaksızın anlattıklarını can kulağıyla dinleriz.

Oysa mutluluğunu paylaşan dostumuz bizi ürkütür: Çünkü bu aynı zamanda dostumuzun bizimle paylaştıklarının bir bölümünü başkalarına transfer edeceğinin de habercisidir.

Ben, bu neredeyse doğal “insanlık hâli”ni aşabilmiş, onu terse çevirmiş çok az insan tanıdım...

Dostlarımızı kaybetmek korkusundan kaynaklanan bir başka “insanlık hâli” daha var... Aynı kalıbı kullanarak soracağım:

Hasımlarımızı eleştirmek, hiç düşündünüz mü, neden dostlarımızı eleştirmekten daha kolay gelir bize?

Cevap yine aynı: Çünkü hasımlarımızı eleştirirken kaybedecek bir şeyimiz yoktur, oysa dostlarımızı eleştirmek risklerle doludur.

Ben, inandıkları doğrultusunda hasımlarını kıyasıya ve “cesaretle” eleştiren birçok kişi tanıdım. Fakat aynı şeyi dostları ve doğal çevresi sözkonusu olduğunda da yapabilen çok az insan biliyorum...

Buraya kadar okuduklarınız, Aktüel’in son sayısı için kaleme aldığım, gazetemiz yazarlarından Hidayet Şefkatli Tuksal’ın portresinin de giriş bölümünü oluşturuyordu...

Bu satırlar, Tuksal’ın portresine şöyle bağlanıyordu:

“Bana, ‘peki, bunlar arasında seni en çok etkileyeni, en cesuru hangisi’ diye sorsanız, cevabım ‘tabii ki Hidayet Şefkatli Tuksal’ olur.”

Levent Yılmaz’ın filozofça yazısı...

Aslında, dostlarımızı eleştirmekle hasımlarımızı eleştirmek arasındaki zorluk farkı üzerinde daha önce hiç düşünmemiştim... Beni buna sevk eden şey, Levent Yılmaz’ın Taraf’taki tartışma üzerine kaleme aldığı “Taraf’ta ‘kriz’ var. Taraf’ta ‘kritik’ var, ama kritik bir durum yok” başlıklı yazıdaki şu satırlar oldu:

“(...) Münevverin ikinci görevi, siyasi açıdan, partisinin düşmanlarına saldırmak değil, kendi partisindeki yandaşlarına karşı durabilmektir. Çünkü düşmanlara karşı konuşmak kolaydır, herhangi bir yerde bunu yapabilirsiniz, ama dostlara, yandaşlara karşı gelmek, onlara karşı durmak, onları eleştirmek zordur. Ama bu önemlidir. Bu durumda, kendi tarafını sürekli sorgular, bu yakada kriz yaratır.”

Levent Yılmaz’ın filozofça yazısı şu iyimser satırlarla bitiyordu:

“Kriz çıkarmak lazım; ama krizin çözümüne de katkıda bulunmak gerekir. Taraf’taki kriz, sağlıklıdır. İyi krizdir. Durum kritik değildir.”

Eleştiriyi “düşmanlık” sayanların müdahalesi

Ben, dostlarımı (da) eleştirebilme cesaretine sahip olmadan önce, korkakça davrandığım pek çok tecrübe yaşadım. Fakat, hayatımın en tatsız pişmanlıklarının bir bölümünün, zamanı gelmiş bazı eleştirileri “dostluklar bozulmasın” diye dostlarımdan esirgemekle ilgili olduğunu idrak ettiğimden beri bunu yapmamaya gayret ediyorum. Sadece kişisel ve duygusal tecrübelerden söz etmiyorum; düşünce, ideoloji, siyaset alanlarında da böyle yapmaya, “onlar” kadar “bizimkiler” karşısında da eleştirel olmaya gayret ediyorum. Ne zaman “biz”le ilgili bir eleştiriye girişecek olsam eski “korkaklık” günlerimi hatırlıyor, ardından kendimi çimdikliyor ve gereğini yerine getiriyorum.

Fakat Taraf’la ilgili “ağır” diyebileceğim eleştirilere girişmeden önce hiç böyle bir endişe duymadım. Çünkü başta Ahmet Altan ve Yasemin Çongar olmak üzere, bu gazeteyi yönetenlerin, eleştirinin samimi olduğuna kanaat getirmeleri durumunda, velev ki haksız olduğunu düşünsünler, eleştirinin sahibine karşı duygularının ve davranışlarının değişmeyeceğine inanıyordum... Yani bu defa, eleştirinin “dostlukları zedelemek”, “dostları kaybetmek” gibi bir riski yoktu yani...

Nitekim her şey tam düşündüğüm gibi oldu: Orada burada benim “Taraf’a savaş açtığım”, “Taraf’ın bitişini ilan ettiğim”, “Ahmet Altan’ın yerine göz diktiğim” türünden zırvaların dolaştığı günlerde, telefonda Ahmet Altan’la ancak kardeşler arasında cereyan edebilecek sıcaklıkta telefon görüşmeleri yapıyorduk.

Eleştiriyi “düşmanlık” sayan bir rejimin zihniyet kalıplarıyla büyümüş ve farkında olmadan onu tevarüs etmiş “sağcı”, “solcu”, “muhafazakâr” vb. zevatın asla algılayamayacağı bir hâl...

“Belge, bilgi” yayımladık ama “pay” istemiyoruz

Aslında, doğru bildiğim gazetecilik bakış açısından Taraf’ı eleştirmeye çok daha önceden niyetlenmiştim... Ne var ki, “dostları kaybetmek”, “yalnız kalmak” gibi endişeler karşısında çoktandır “şerbetli” olsam da; ilaveten yukarıda dediğim gibi bu defa böyle bir “risk” algılamasam da Taraf’a karşı özellikle “yeni (paralel) merkez medya”dan kaynaklanan kampanya beni bundan sürekli olarak alıkoyuyordu... Eleştirilerimin bunlarla karıştırılmasından, Taraf’ı yıpratma kampanyasının bir parçası olarak kullanılmasından korkuyordum...

Yaz aylarının ortasında, bu kampanyanın elini en serbest tutanlarından birinin yazdığı satırlar korkumu daha da büyüttü. Bu kişiye göre, Taraf’ın iktidara yönelik eleştirilerinin nedeni, “eski Türkiye”yle hesaplaşmada önemli bir rol oynamasına rağmen “yeni Türkiye”den umduğu payı alamamış olmasıydı:

“Erdoğan, iktidarı Ankara’nın elinden alırken olup bitene alkış tutan ‘solcular, liberaller, sosyalistler’ şimdi onun bu yeni devleti idare etmesini ve kullanım hakkını kıskanıyorlar.

(...)

“Birilerinin onlara gazeteler marifetiyle devlet yönetilemeyeceğini, o dönemin geride kaldığını nazikçe anlatması gerekiyor. Belge, bilgi yayınladı diye kimsenin Yeni Türkiye’den pay talep edemeyeceğini de elbette...” (Mustafa Karaalioğlu, Star, 25 temmuz).

Açık söylüyorum; bu yazıyı okuyunca, kelimenin bildiğiniz anlamıyla korktum. Taraf’a böyle bir suçlamada bulunabilecek bir kendinden geçmişlik, eleştirilerimi bu kampanyanın bir parçası kılabilir, beni de yaptığıma pişman edebilirdi.

Bir ara, “eski Türkiye” ile hesaplaşmada karınca kararınca bazı “belge ve bilgi” yayımlamış bir gazeteci olarak Karaalioğlu’na hitaben, “Yeni Türkiye’den biz sadece özgürlük ve adalet istiyoruz, onun dışındaki bütün ‘pay’lar sizin olsun” diye yazasım geldi ama, elim ona da gitmedi...

Neticede o yazı, girişmeyi düşündüğüm “gazeteme eleştiriler”i birkaç ay daha ertelememden başka bir sonuca yol açmadı.

Şemdin Sakık’ın andıcından sonra elim varmıyor

Sonrasını biliyorsunuz: Bu yöndeki kararlılığım, 7 ekim tarihli Taraf’taki “Hür Ordu’ya jandarma servisi” haberine kadar sürdü. Çünkü bu manşet, doğruluğuna inandığım gazetecilik ölçülerine göre, bir gazetenin haberciliği için “alarm verici” nitelikteydi.

Nitekim, taşıdığım “eleştirilerimin Taraf’a zarar verecek biçimde kullanılması” korkusuna rağmen, o manşete itiraz ettim ve böylece başlattığım “gazeteme eleştiriler”i bugüne kadar getirdim.

Tartışmayı içimizde sürdürmeyi tercih edebilir, “kamusal alan”a taşımayabilirdim... Nitekim bazı okurlarımızdan bu yönde eleştiriler de aldım. Fakat ben, bu zemini kullanarak, sadece “biz”i değil bütün meslektaşlarımızı ilgilendirdiğini düşündüğüm için “açık” bir tartışma yürütmeyi, sakıncalarına rağmen daha doğru buldum.

Bugün bu sayfada, haftalardır sürdürdüğüm “genel çerçeve” parantezini kapatacak, “somut örnekler üzerinden Taraf eleştirisi” bölümünün ilk yazısına yer verecektim.

Üç yazıdan oluşacak bu son bölümün iki yazısını yazıp bitirmiştim zaten... Fakat başlıkta da dediğim gibi artık bu köşeye Taraf eleştirisi koymaya elim varmıyor.

Hayır, eleştirimi kendi kötücül amaçları için kullanmaya kalkanların varlığı değil asıl neden; onları zaten baştan beri öngörmüştüm.

Asıl neden, Şemdin Sakık’ın Ergenekon mahkemesindeki tanıklığını, Ahmet Altan gibi benim de, devlet içinde birilerinin Taraf’a yönelik operasyonunun bir parçası olarak yorumlamam...

Ben, Sakık’ın PKK’nın iki numaralı adamıyken şahit olduklarına dair tanıklığını önemsemeye devam ediyorum... Fakat şahit olmadığı şeylerle ilgili yorumlarının, onunla temas kuranların “teşvik”lerinin bir ürünü olduğuna inanıyorum.

Vicdanım, devlet içindeki esrarengiz kanatlardan, belki hükümetten birilerinin de bilgisiyle Taraf’a karşı açık bir operasyonun sürdürüldüğü koşullarda, bu diziyi burada kesmem gerektiğini söylüyor bana.

Bitmiş iki yazıyı, bana gelen okur eleştirileriyle birlikte genel yayın yönetmenimiz Ahmet Altan’a ileteceğim, üçüncü bölümde yazmayı düşündüklerimi ise ona doğrudan anlatacağım.

Alper GÖRMÜŞ / TARAF