26 Tem 2011 08:22 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:36

ALLAHIM SEN BİZİ LAİKLERİN ZULMÜNDEN KORU!

'Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin tepesindeki yöneticiler sanırım nasıl bir futbol kulübünü yönettiklerini bilmiyorlar.

İşte Radikal yazarı Cüneyt Özdemir’in bugünkü köşe yazısı...

Fenerbahçe laiktir, laik kalacak


Fenerbahçeliler rahatsız. Haklı olarak mutsuz ve gerginler. Fenerbahçe Kulübü Başkanı’nın cezaevinde olmasından başlayıp her gün gazetelerde yayımlanan şike soruşturmasının detaylarına baktığımızda (biz) Fenerbahçeliler rahatsız olmasın da kim olsun! Ancak neden rahatsızlar, bunu tam olarak çözebilmiş değiller. Nitekim bu hafta sonu yapılan kongrede “Fenerbahçe Spor Kulübü Türkiye’nin en yaygın, en güçlü sivil toplum kuruluşudur; hiçbir tarikat, İslam örgütü zemininde bir yapılanmayı bu kulübün içinde yapamaz” sözlerinin gözyaşları ve alkışlarla karşılanması da bunu gösteriyor. Sevgili futbolseverler, anlayacağınız, eyvah Fenerbahçe yeni ‘umacılar’ tarafından ele geçiriliyor, haberiniz yok!

‘Futbol sadece futbol değildir’ derlerdi de inanmazdım. 23 milyon taraftarı olan bir kulüp (yöneticiler öyle diyor, bence daha bile fazladır) gerçekten bu kafayla yönetiliyorsa vay halimize... Fenerbahçe’nin başına gelen üzücü şeylerin saymakla bitmeyeceği şu zor günlerde Fenerbahçe’ye böyle bir bakış açısı ile sahip çıkmaktan daha büyük kötülük yapılamazdı. ‘Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin tepesindeki yöneticiler sanırım nasıl bir futbol kulübünü yönettiklerini bilmiyorlar. O kibirli komplo teorileri, Beyaz Türklerin zirvesinde ülke gerçeklerinden tamamen kopmuş marjinal kesimlerinde iş yapıyor olabilir, ama böylesine her kesimden insanı kapsayan bir camia için fazlası ile uçuk bir söylem. Bu öyle bir söylem ki Danıştay saldırısını da, Norveç’teki saldırıyı da ilk anda radikal dincilere bağlayıp sonrasında çuvallayanların ortak dili. İşte bu ezberi yıkmalıyız. Şike dahil her şeyi tarikatların ve İslamın kötü yüzüne bağlamak kötü bir Beyaz Türk hastalığı...

Şike soruşturması doğrudur-yanlıştır, bunu hep beraber izliyoruz, tartışıyoruz. Bu vesile ile Türkiye’nin büyük spor kulüplerini yönetenlerin kriz yönetimini ve gerçek kafa yapılarını da görme fırsatı yakalıyoruz. İnanın bu bile soruşturmanın ibret ile izlememiz gereken bir yanı. Bu vesile ile Fenerbahçe’nin, laik bir sivil toplum kuruluşu olarak görenler tarafından yönetildiğini anladık.
Allahım sen bizi laiklerin zulmünden koru!

O güzel devrim sürüyor!
Bodrum Gümüşlük’te sıcak bir öğleden sonrası Mimoza’da oturuyoruz. Mimoza’nın sahibi Fikret Alphan’ın dışında sadece bir masa var (onlar da arkadaşlarımız). Biz Türkler öğle yemeklerini restoranlarda yemiyoruz. Biraz ileride denizden bir dalgıç çıkıyor. Şaşkınlıkla bakıyoruz... Fikret (ki biz kısaca Fiko diyoruz) “Arkeologlar sualtında Myndos kentinin batıklarını arıyorlar” diyor. ‘Dalgıç arkeologlar’la ilk kez karşılaşmanın şaşkınlığı içindeyiz. Hatırlarsanız geçen gün Fikret’in 5 yaşın altındaki huysuz çucuklarına ilgisiz ana-babaları mekânına almadığını duyurmuştum. “Nasıl gidiyor yasaklar? “diyorum. “Tıkır tıkır işliyor valla” diyor. Geçen gün bir aile dışında çocuklarıyla gelen aile yokmuş... Yan masadaki arkadaşlarımız da tartışmaya katılıyor. İstanbul’un en ünlü ve pahalı gym havuzunda saat 16.00’dan sonra havuza çocuk alınmaması kararı üzerine başlayan tartışmadan bahsediyorlar. Ben Bodrum’da olduğum için takip edememiştim, olay mahkemelik olmuş. Bodrum’un en iyi beach işletmelerinden Xuma’nın da bu tür çocuklu ve sorumsuz ana-babalara karşı tepkili olduğunu (hak vererek) biliyorum. Anladığım kadarı ile sorumsuz ana-babalara dair tartışma büyüyor. Dün arkadaşlarımın 5 fırlama çocuğu ile şahane bir gün geçirdikten sonra benim de bu konuyla igili kafam biraz karışmadı değil. (Şu anda henüz çocuğum olmadığı için ‘en iyi çocuk, arkadaşının çocuğudur’ kıvamındayım.) Çocuğum olana kadar bu tartışmada çocuksuz işletmeler tarafındayım!
Yine de sizin tarafınız nedir, merak etmiyor değilim.

Su testisi kafasında kırılanlar Mesele Yonca Evcimik’in Amy Winehouse’un ölümü hakkında ne söyleyip söylemediği değil. Hatta mesele Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından yazdığı o unutulmaz hoyrat yazısı da değil. Mesele, bu insanların başkalarının ölümleri üzerine bu kadar umarsız yorum yapabilmeleri. Kötü insanlar oldukları için yapmıyorlar, toplumun masum önyargılarını ve korkunç ahlakçılığını dışa vuruyorlar, o kadar... O önyargı herkesin yaşamını aynı kalıp içine sokmaya çabalayan bir ahlakçılığın meyvesi... Su testisinin hangi yoldan gideceğini hep bu ahlakçı çizgi belirliyor. (Toplumsal mutabakat!) Peki, o çizginin kodları nelerdir? Hayatında mutlu bir evlilik yapamamış bir yazarın, evliliğin nasıl olması üzerine bir gazetenin yarım sayfasını bulan ahkâmları mı? Ya da Cem Yılmaz’ın deyişi ile, şöhreti Edirne sınırını aştığında pek de bir şey ifade etmeyen eski bir pop starın içten içe bir ölüme bile sevinen kıskançlığı mı? İsimsiz sıradan vasat ahlakçılıkları unutmayalım. Su testisi meselesini ben büyütmemiz ve tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Son yıllarda sıradan (faşizm denilince kızıyorlar) ahlakçılık ve vasatlık üzerine önemli bir gerçeğin kuyruğundan yakaladık. Gelin bırakmayalım. O su testisini bu gibi insanların kafasında kıralım.