Ali Bulaç'tan bomba cemaat iddiası!
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Meclis'ten çıkan son yasayla tüm cemaatlerin varlığının tehdit altına girdiğini iddia etti.
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, mal varlığına el koymayı
kolaylaştıran yasının tüm cemaatlerin varlığını tehdit ettiğini öne
sürdü.
Meclis'ten geçen yeni yargı paketiyle ‘taşınmazlara, hak ve
alacaklara el koyma’nın kapsamı genişletildi. Bu kapsamda daha çok
soyut bir iddia olarak görülen ‘anayasal düzene ve devlete karşı
işlenen suçlarda’ da mal varlığına el koyma kararı
verilebilecek.
Yasayı değerlendiren Ali Bulaç, "Tam bu çerçevede müşterek bir
tanım üzerinden cezalandırma yoluna gidilecekse –ki başka hukukî
seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu olarak muhaliflerin mal
varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten geçen son yasa bu yönde
işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün cemaatler ve sivil dinî
hareketler müsaderenin hedefi haline gelecek; şahıs ve derneklerin,
vakıf ve kuruluşların mal varlığına el konulabilecektir" iddiasını
ortaya attı.
Ali Bulaç'ın 'Müsadere' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
FATİH ZAMANINDA BAŞLADI
Osmanlılarda devletin cezalandırma yöntemlerinden biri müsadere
idi. “Müsadere” vezirler, devlet erkânının ve memleket
zenginleriyle tanınmış adamların ecelleriyle öldüklerinde yahut
herhangi bir sebeple idamlarında metrukatının (geride bıraktıkları
malların) ve bazan da sağlıklarında mallarının hükümet namına
zaptedilmesine denir.
M. Zeki Pakalın, Osmanlı tarihinde bir leke teşkil eden müsaderenin
Fatih zamanında başladığını kaydeder. Malları ilk müsadere edilen
Çandarlılardan Vezir-i azam Halil Paşa ile Yakup ve Mehmet
paşalardır. Sonraları mallarına tamah edilenlerin mal ve mülkleri
müsadere edildi, vârisleri mahrum edildi. II. Mustafa müsadere
yoluyla savaşları finanse etti. Taşra yöneticileri de tamah
ettikleri kimselerin mallarına el koydu, muhalifleri bu sayede
cezalandırdı, bazan da öldürdüler. Müsadereyi II. Mahmut bir
fermanla yasakladı. Tanzimat’tan sonra müsadere mahkeme kararına
bağlandı (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
1993-İstanbul; II, 625-626.)
HZ. ÖMER YAPTI
Tarihçiler ilk uygulamanın Hz. Ömer zamanında haksız kazanç
sağlayan valilerin mallarına el koymasıyla başladığını söyler.
Sonraları Emevi halifeleri, bu uygulamayı muhaliflere karşı bir
intikam ve cezalandırma aracı olarak kullandılar. Bu konuda
Haccac-ı Zalim’in müsadereleri meşhurdur, Abbasiler de Emevileri
cezalandırmak üzere müsadereye başvurdular. Tarihçi Kemal Çiçek,
“Başlangıçta Hz. Peygamberin ve Hz. Ömer’in rüşveti ve haksız mal
edinmeyi önlemek için başlattığı bir uygulama, gitgide iktidarların
bütçe açıklarını finanse etme aracı haline geldi. Devlet adına
çalışırken kazanılan mallar kamuya ait sayıldı. Gerekçe şuydu:
Devlet adamı oturduğu makam sayesinde zenginleşmiştir. Bu yüzden
iktidarlar yöneticilerinin mallarına görevin sona ermesinden sonra
bir gerekçe ile el koymuş ve bütçe açıklarını kapatmışlardı.”
(Bugün, 24 Ekim 2014.)
Prensipte gayrimüslimlerin malına el konulmazdı; devlet erkânı,
vezirler, “kul” statüsünde olanlar, askerler ve devletle olan
işleri dolayısıyla zengin olanların mallarına el konuluyordu. Keyfî
müsadereleriyle Musa Çelebi ün kazanmıştı. Birinin rakibini Musa
Çelebi’ye gammazlaması yeterdi.
Osmanlı telakkisine göre ulema hariç “kul” statüsünde olanların
tümünün efendisi, patronu, işvereni padişahtı, gerçek vâris de
kendisiydi. Zengin olmuşlarsa padişaha olan sadakatları sayesinde
olmuşlardı. Padişah, kendi inisiyatifiyle bağdaşmadığını düşündüğü
kimsenin malını müsadere ederdi. Bu uygulamanın risklerini aşmak
amacıyla devlet ricali vakıflar kuruyor, böylelikle mallarını ve
vârislerinin haklarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Osmanlı
memalikinde vezir ve devlet ricali adına yapılan vakıfların bir
sebebi de buydu. Suiistimale uğrasa bile Osmanlı’daki müsadereden
ulema ve halkın (Müslim-gayrimüslim teb’anın) hariç tutulması
önemli bir noktadır.
MUKTEDİRLER SUSTURMAK KULLANIYOR
Bugün de muktedirler, muhaliflerini iktisadî ve malî yönden
çökertmek suretiyle cezalandırıp susturmaya çalışıyorlar. Bugünün
de müsaderesi ya kanun marifetiyle veya doğrudan olur. Mesela daha
geçenlerde Çin’de ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve mal
varlığına el konulan muhalif Dr. İlham Tohti’nin, şimdide eşi
Güzelnur Hanım ile 4 ve 7 yaşlarındaki iki çocuğunun oturduğu evini
de elinden almak istiyorlar.
Osmanlı’nın şeriatın dışında gelişen ceberrut devlet yapısının,
suiistimale açık örfi hukukunun günümüzde dirildiğini yazıp
duruyorum. Padişahın kendine “kul” addettiği zümreler ve kimseler
müsaderenin hedefindeydi. İttihatçılar örfi hukuk, Cengiz yasası
(töre), Hind Moğol devlet geleneği, din-u devlet, Arapların kılıç
hakkı ve Bizans saray siyasetini modern ulus devletin mutlak
iktidar ve aşkın devlet fikriyle bir araya getirip ceberrut,
totaliter ve saldırgan (emperyal) bir devlet zihniyeti
geliştirdiler. Bu devletin doğrudan hedefi halk, sivil ulema ve
komşu-çevre ülkelerdir.
TÜM CEMAATLER HEDEFTE
Tam bu çerçevede müşterek bir tanım üzerinden cezalandırma yoluna
gidilecekse –ki başka hukukî seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu
olarak muhaliflerin mal varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten
geçen son yasa bu yönde işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün
cemaatler ve sivil dinî hareketler müsaderenin hedefi haline
gelecek; şahıs ve derneklerin, vakıf ve kuruluşların mal varlığına
el konulabilecektir.