06 Ara 2014 12:24
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:58
Ali Bulaç'tan bomba cemaat iddiası!
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Meclis'ten çıkan son yasayla tüm cemaatlerin varlığının tehdit altına girdiğini iddia etti.
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, mal varlığına el koymayı
kolaylaştıran yasının tüm cemaatlerin varlığını tehdit ettiğini öne
sürdü.
Meclis'ten geçen yeni yargı paketiyle ‘taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma’nın kapsamı genişletildi. Bu kapsamda daha çok soyut bir iddia olarak görülen ‘anayasal düzene ve devlete karşı işlenen suçlarda’ da mal varlığına el koyma kararı verilebilecek.
Yasayı değerlendiren Ali Bulaç, "Tam bu çerçevede müşterek bir tanım üzerinden cezalandırma yoluna gidilecekse –ki başka hukukî seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu olarak muhaliflerin mal varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten geçen son yasa bu yönde işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün cemaatler ve sivil dinî hareketler müsaderenin hedefi haline gelecek; şahıs ve derneklerin, vakıf ve kuruluşların mal varlığına el konulabilecektir" iddiasını ortaya attı.
Ali Bulaç'ın 'Müsadere' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
FATİH ZAMANINDA BAŞLADI
Osmanlılarda devletin cezalandırma yöntemlerinden biri müsadere idi. “Müsadere” vezirler, devlet erkânının ve memleket zenginleriyle tanınmış adamların ecelleriyle öldüklerinde yahut herhangi bir sebeple idamlarında metrukatının (geride bıraktıkları malların) ve bazan da sağlıklarında mallarının hükümet namına zaptedilmesine denir.
M. Zeki Pakalın, Osmanlı tarihinde bir leke teşkil eden müsaderenin Fatih zamanında başladığını kaydeder. Malları ilk müsadere edilen Çandarlılardan Vezir-i azam Halil Paşa ile Yakup ve Mehmet paşalardır. Sonraları mallarına tamah edilenlerin mal ve mülkleri müsadere edildi, vârisleri mahrum edildi. II. Mustafa müsadere yoluyla savaşları finanse etti. Taşra yöneticileri de tamah ettikleri kimselerin mallarına el koydu, muhalifleri bu sayede cezalandırdı, bazan da öldürdüler. Müsadereyi II. Mahmut bir fermanla yasakladı. Tanzimat’tan sonra müsadere mahkeme kararına bağlandı (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1993-İstanbul; II, 625-626.)
HZ. ÖMER YAPTI
Tarihçiler ilk uygulamanın Hz. Ömer zamanında haksız kazanç sağlayan valilerin mallarına el koymasıyla başladığını söyler. Sonraları Emevi halifeleri, bu uygulamayı muhaliflere karşı bir intikam ve cezalandırma aracı olarak kullandılar. Bu konuda Haccac-ı Zalim’in müsadereleri meşhurdur, Abbasiler de Emevileri cezalandırmak üzere müsadereye başvurdular. Tarihçi Kemal Çiçek, “Başlangıçta Hz. Peygamberin ve Hz. Ömer’in rüşveti ve haksız mal edinmeyi önlemek için başlattığı bir uygulama, gitgide iktidarların bütçe açıklarını finanse etme aracı haline geldi. Devlet adına çalışırken kazanılan mallar kamuya ait sayıldı. Gerekçe şuydu: Devlet adamı oturduğu makam sayesinde zenginleşmiştir. Bu yüzden iktidarlar yöneticilerinin mallarına görevin sona ermesinden sonra bir gerekçe ile el koymuş ve bütçe açıklarını kapatmışlardı.” (Bugün, 24 Ekim 2014.)
Prensipte gayrimüslimlerin malına el konulmazdı; devlet erkânı, vezirler, “kul” statüsünde olanlar, askerler ve devletle olan işleri dolayısıyla zengin olanların mallarına el konuluyordu. Keyfî müsadereleriyle Musa Çelebi ün kazanmıştı. Birinin rakibini Musa Çelebi’ye gammazlaması yeterdi.
Osmanlı telakkisine göre ulema hariç “kul” statüsünde olanların tümünün efendisi, patronu, işvereni padişahtı, gerçek vâris de kendisiydi. Zengin olmuşlarsa padişaha olan sadakatları sayesinde olmuşlardı. Padişah, kendi inisiyatifiyle bağdaşmadığını düşündüğü kimsenin malını müsadere ederdi. Bu uygulamanın risklerini aşmak amacıyla devlet ricali vakıflar kuruyor, böylelikle mallarını ve vârislerinin haklarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Osmanlı memalikinde vezir ve devlet ricali adına yapılan vakıfların bir sebebi de buydu. Suiistimale uğrasa bile Osmanlı’daki müsadereden ulema ve halkın (Müslim-gayrimüslim teb’anın) hariç tutulması önemli bir noktadır.
MUKTEDİRLER SUSTURMAK KULLANIYOR
Bugün de muktedirler, muhaliflerini iktisadî ve malî yönden çökertmek suretiyle cezalandırıp susturmaya çalışıyorlar. Bugünün de müsaderesi ya kanun marifetiyle veya doğrudan olur. Mesela daha geçenlerde Çin’de ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve mal varlığına el konulan muhalif Dr. İlham Tohti’nin, şimdide eşi Güzelnur Hanım ile 4 ve 7 yaşlarındaki iki çocuğunun oturduğu evini de elinden almak istiyorlar.
Osmanlı’nın şeriatın dışında gelişen ceberrut devlet yapısının, suiistimale açık örfi hukukunun günümüzde dirildiğini yazıp duruyorum. Padişahın kendine “kul” addettiği zümreler ve kimseler müsaderenin hedefindeydi. İttihatçılar örfi hukuk, Cengiz yasası (töre), Hind Moğol devlet geleneği, din-u devlet, Arapların kılıç hakkı ve Bizans saray siyasetini modern ulus devletin mutlak iktidar ve aşkın devlet fikriyle bir araya getirip ceberrut, totaliter ve saldırgan (emperyal) bir devlet zihniyeti geliştirdiler. Bu devletin doğrudan hedefi halk, sivil ulema ve komşu-çevre ülkelerdir.
TÜM CEMAATLER HEDEFTE
Tam bu çerçevede müşterek bir tanım üzerinden cezalandırma yoluna gidilecekse –ki başka hukukî seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu olarak muhaliflerin mal varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten geçen son yasa bu yönde işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün cemaatler ve sivil dinî hareketler müsaderenin hedefi haline gelecek; şahıs ve derneklerin, vakıf ve kuruluşların mal varlığına el konulabilecektir.
Meclis'ten geçen yeni yargı paketiyle ‘taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma’nın kapsamı genişletildi. Bu kapsamda daha çok soyut bir iddia olarak görülen ‘anayasal düzene ve devlete karşı işlenen suçlarda’ da mal varlığına el koyma kararı verilebilecek.
Yasayı değerlendiren Ali Bulaç, "Tam bu çerçevede müşterek bir tanım üzerinden cezalandırma yoluna gidilecekse –ki başka hukukî seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu olarak muhaliflerin mal varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten geçen son yasa bu yönde işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün cemaatler ve sivil dinî hareketler müsaderenin hedefi haline gelecek; şahıs ve derneklerin, vakıf ve kuruluşların mal varlığına el konulabilecektir" iddiasını ortaya attı.
Ali Bulaç'ın 'Müsadere' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
FATİH ZAMANINDA BAŞLADI
Osmanlılarda devletin cezalandırma yöntemlerinden biri müsadere idi. “Müsadere” vezirler, devlet erkânının ve memleket zenginleriyle tanınmış adamların ecelleriyle öldüklerinde yahut herhangi bir sebeple idamlarında metrukatının (geride bıraktıkları malların) ve bazan da sağlıklarında mallarının hükümet namına zaptedilmesine denir.
M. Zeki Pakalın, Osmanlı tarihinde bir leke teşkil eden müsaderenin Fatih zamanında başladığını kaydeder. Malları ilk müsadere edilen Çandarlılardan Vezir-i azam Halil Paşa ile Yakup ve Mehmet paşalardır. Sonraları mallarına tamah edilenlerin mal ve mülkleri müsadere edildi, vârisleri mahrum edildi. II. Mustafa müsadere yoluyla savaşları finanse etti. Taşra yöneticileri de tamah ettikleri kimselerin mallarına el koydu, muhalifleri bu sayede cezalandırdı, bazan da öldürdüler. Müsadereyi II. Mahmut bir fermanla yasakladı. Tanzimat’tan sonra müsadere mahkeme kararına bağlandı (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 1993-İstanbul; II, 625-626.)
HZ. ÖMER YAPTI
Tarihçiler ilk uygulamanın Hz. Ömer zamanında haksız kazanç sağlayan valilerin mallarına el koymasıyla başladığını söyler. Sonraları Emevi halifeleri, bu uygulamayı muhaliflere karşı bir intikam ve cezalandırma aracı olarak kullandılar. Bu konuda Haccac-ı Zalim’in müsadereleri meşhurdur, Abbasiler de Emevileri cezalandırmak üzere müsadereye başvurdular. Tarihçi Kemal Çiçek, “Başlangıçta Hz. Peygamberin ve Hz. Ömer’in rüşveti ve haksız mal edinmeyi önlemek için başlattığı bir uygulama, gitgide iktidarların bütçe açıklarını finanse etme aracı haline geldi. Devlet adına çalışırken kazanılan mallar kamuya ait sayıldı. Gerekçe şuydu: Devlet adamı oturduğu makam sayesinde zenginleşmiştir. Bu yüzden iktidarlar yöneticilerinin mallarına görevin sona ermesinden sonra bir gerekçe ile el koymuş ve bütçe açıklarını kapatmışlardı.” (Bugün, 24 Ekim 2014.)
Prensipte gayrimüslimlerin malına el konulmazdı; devlet erkânı, vezirler, “kul” statüsünde olanlar, askerler ve devletle olan işleri dolayısıyla zengin olanların mallarına el konuluyordu. Keyfî müsadereleriyle Musa Çelebi ün kazanmıştı. Birinin rakibini Musa Çelebi’ye gammazlaması yeterdi.
Osmanlı telakkisine göre ulema hariç “kul” statüsünde olanların tümünün efendisi, patronu, işvereni padişahtı, gerçek vâris de kendisiydi. Zengin olmuşlarsa padişaha olan sadakatları sayesinde olmuşlardı. Padişah, kendi inisiyatifiyle bağdaşmadığını düşündüğü kimsenin malını müsadere ederdi. Bu uygulamanın risklerini aşmak amacıyla devlet ricali vakıflar kuruyor, böylelikle mallarını ve vârislerinin haklarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Osmanlı memalikinde vezir ve devlet ricali adına yapılan vakıfların bir sebebi de buydu. Suiistimale uğrasa bile Osmanlı’daki müsadereden ulema ve halkın (Müslim-gayrimüslim teb’anın) hariç tutulması önemli bir noktadır.
MUKTEDİRLER SUSTURMAK KULLANIYOR
Bugün de muktedirler, muhaliflerini iktisadî ve malî yönden çökertmek suretiyle cezalandırıp susturmaya çalışıyorlar. Bugünün de müsaderesi ya kanun marifetiyle veya doğrudan olur. Mesela daha geçenlerde Çin’de ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve mal varlığına el konulan muhalif Dr. İlham Tohti’nin, şimdide eşi Güzelnur Hanım ile 4 ve 7 yaşlarındaki iki çocuğunun oturduğu evini de elinden almak istiyorlar.
Osmanlı’nın şeriatın dışında gelişen ceberrut devlet yapısının, suiistimale açık örfi hukukunun günümüzde dirildiğini yazıp duruyorum. Padişahın kendine “kul” addettiği zümreler ve kimseler müsaderenin hedefindeydi. İttihatçılar örfi hukuk, Cengiz yasası (töre), Hind Moğol devlet geleneği, din-u devlet, Arapların kılıç hakkı ve Bizans saray siyasetini modern ulus devletin mutlak iktidar ve aşkın devlet fikriyle bir araya getirip ceberrut, totaliter ve saldırgan (emperyal) bir devlet zihniyeti geliştirdiler. Bu devletin doğrudan hedefi halk, sivil ulema ve komşu-çevre ülkelerdir.
TÜM CEMAATLER HEDEFTE
Tam bu çerçevede müşterek bir tanım üzerinden cezalandırma yoluna gidilecekse –ki başka hukukî seçenek yok- ve bir cezalandırma yolu olarak muhaliflerin mal varlığına el konulacaksa –ki Meclis’ten geçen son yasa bu yönde işarettir- tek bir cemaatin değil, bütün cemaatler ve sivil dinî hareketler müsaderenin hedefi haline gelecek; şahıs ve derneklerin, vakıf ve kuruluşların mal varlığına el konulabilecektir.