Akşener’in “Büyük Taarruz”u!.. Bundan sonra ne yapacak?..
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, Meral Akşener’in Afyonkarahisar açıklamasını ve sonrasını değerlendirdi…
Efendim: malumunuz, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in uzun süredir pek sesi soluğu çıkmıyordu. Ülke gündemine dair bile pek bir açıklamada bulunmadı. Eğer MHP’nin ilginç “komşuluk” teklifi de olmasaydı İYİ Parti üzerine iyice ölü toprağı serpilmiş gibi olacaktı. Artık bunu neye bağlamalı bilinmezdi ama “tablo” buydu.
Öte yandan da Akşener’in Afyonkarahisar’da yapacağı konuşmanın bir “beklenti” yarattığı da söylenebilirdi. Seven sevmeyen herkes acaba “Akşener ne söyleyecek”, “Nasıl bir çıkış yapacak?” merakı yaşıyordu. Nihayetinde bu soruda cevabını buldu. Üstelik start alışı kendi ekseninde oldukça derli toplu görünüyordu.
Akşener’den Yaylım Ateş!..
Kabul etmek gerekir ki –katılmasanız dahi- Akşener’in konuşması “Etkileyici” bir konuşma idi. Doğrusu kendi çapında oldukça da “iyi” bir performans sergiledi. Akşener iktidardan muhalefete, ittifak partnerlerine –isim olarak vermese de- herkese adeta ateş püskürdü ya da sitemini yaptı. Söylediklerinde haklı mı haksız mı o ayrı tartışma konusu.
Akşener, sakin geçen seçim sonrası 3 aylık süreci iyi değerlendirmiş, örgütünü ve halkı dinlemiş, özeleştirisini yapmış bir lider gibi duruyordu. Çoğu kişi “Akşener tükendi”, “Yapabileceği fazla manevrası kalmadı”, vb gibi düşünürken, o “Yıkılmadım ayaktayım” modunda herkese meydan okumasını bildi. Bir anlamda “Dişi Aslan” kükredi!..
Mesajları nasıl okumalı?..
Hemen belirtmeliyim ki mesajlar tespih taneleri gibi dizilmişti. Birazdan açımlamaya çalışacağım gibi kendi cephesinden hassas noktalara vurmasını bildi. Ayrıca Afyonkarahisar’da Kocatepe Zafer Alanı’ndan seslenmesi, seçilen tarihin hem Malazgirt Muharebesi’ne hem de hem de “Büyük Taarruz” sürecine denk gelmesi ayrıca manidardı. Böylelikle “Milliyetçilik” iddiasındaki bir parti için sahiplenilen “tarihi arka plan” hatırlatılmış oldu. MHP’ye de bir “nazire” oldu mu bilmem?
Şimdi gelelim konuşmanın içeriğindeki anlamlı noktalara ve okumalarına…
- Ekonomi: Öncelikle her muhalefet partisi liderinin yapması gerektiği gibi iktidara yüklendi. Bilhassa da onu belki de en zayıf noktası olan “ekonomi”den vurmasını bildi. İktidarın 90 günlük ekonomi icraatının işe yaramaz olduğunun altını çizerken, temel noktalardaki hatalarına, vb değindi. Bunlar zaten toplum genelinin rahatsız olduğu konulardı.
- Sığınmacılar: Akşener, Türkiye’nin ekonomiden sonra belki de en başta gelen sorunu olan “Sığınmacılar” olayına değinirken en haklı karşı çıkışlarından birini yapıyordu. En önemli vurgusu ise olayı bir “Milli Güvenlik sorunu” olarak tanımlamasıydı. İlaveten Suriyeli ve Afganlara ülke kapılarını açan anlayıştan “bunu İslami ve insani bir görev zanneden aymazlık” ve “Türk milli kimliğinin tehdit altında olması” diye söz etmesi önemliydi.
- CHP / Kılıçdaroğlu’na: Konuşmanın belki de en “müstesna” kısımlarından biri buydu. 2023 seçimleri yenilgisinden bahisle gene açıkça isim vermeden Kılıçdaroğlu CHP’sini suçladı. “Önce şahsım diyenlerle uğraştık. Koltuğundan başka hiçbir şeyini düşünmeyenlerle uğraştık ve maalesef olmadı olduramadık.” derken Kılıçdaroğlu’nu hedefliyordu. Bu anlamda halen Kılıçdaroğlu’nu önündeki en büyük engel gördüğünü söyleyebiliriz. Muhtemelen önümüzdeki günlerde de Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP ile girilecek bir seçimin kaybedileceğini söyleyecektir. CHP ile işbirliği yapmanın ön şartı olarak da “Kılıçdaroğlu’nun istifası” ya da “kurultayda değiştirilmesi” olarak öne sürebilir.
- Yavaş ve İmamoğlu’nun Kulaklarını Çekme: Burada sanki bir “ayrıntı” gibi dursa da altı çizilmesi gereken en önemli noktalardan biri Mansur Yavaş ve İmamoğlu’na yapılan lisan-ı münasipli ve “özür dileme”li gönderme idi. İkisini kastederek her zaman yardımlarına koştuğunu ama “önlerini kesenlere” engel olamadığını vurgulayarak “Ben, milletimizin, omuzlarında taşıdığı, umudunu bağladığı, bu iki arkadaşımızın, milletimizin bu tarihi çağrısına, kulak vereceklerini düşündüm. Ama maalesef yanıldım. Onlara, bu ateşten gömleği giydiremediğim için, özür dilerim!” Burası çocuklarına kızmış bir annenin onların kulaklarını çekmesine benzetilebilir. Bana kalırsa burada basit bir “sitem”den ötede geleceğe yönelik bir “uyarı” çabası vardı. (“Sözümden çıktınız bakın ne oldu?” der gibi ya da “Sevildiğinizi bilin yanlış yapmayın!” gibi yoksa tam bir kırgınlık değil) Artık yeni süreçte kafasında onlara dair nasıl bir kurgu varsa şimdiden önlem alma ya da daha doğrusu bir “ayar atma” çabası mevcuttu. Ama onlara da yeniden bir “rol” biçme hazırlığı var gibi.
- Boşa Fedakârlığa Son: Bu manada “millet için” fedakarlık yapmaya devam ama “Birilerinin ihtirasları uğruna, boşa akıtacak terlerimiz yok! Kendisine kariyer kovalayanlar için, harcayacak mesaimiz de yok” diyerek tutumunu netleştiriyordu.
- Tüm partilere Çağrı: Bence hepsi içinde en önemli çağrısı buydu. Akşener “50 + 1” sisteminden rahatsız olsalar dahi sonuca razı olduklarını, yenilgiyi kabul ettiklerini ancak bu sistemin partileri “millet iradesine” değil ittifak arayışlarına ve matematik hesaplara mecbur bıraktığından şikâyet etmekteydi. Bunun sonucu “Yerel seçimlerin genel seçim gibi olmadığını” hatırlatıyordu. Ancak aynı sayısal hesaplar yapıldığından bahsediyordu. Bu vesileyle aslında “Tüm partiler” e bir çağrıda bulunuyordu: “Gelin, hep birlikte; Türk siyasetinin, bugün içinde bulunduğu, ve milletimizin aleyhine çalışan, siyasi pragmatizm sarmalından, çıkmasını sağlayalım. Gelin; tüm siyasi partiler, hep birlikte, ayrı ayrı seçimlere girelim, ve milletimize hizmet için yarışalım. Biz varız.” Aslında en dişe dokunur gibi görünen öneri buydu. Muhtemelen bunu “Nasıl olsa kimse kabul etmez”e güvenerek rahatça söylemiş olabilir (Günah benden gitti anlayışı) ama prensipte doğru gibiydi. Bu anlamda pratikte pek işlemeyecektir. İYİ Parti’nin varlığını ortaya koymasının önündeki en büyük engel de buydu zaten. Sistem diğerlerinin işine geliyordu.
- “Kimlerle Olmaz”ın cevabı dolaylı verildi: Akşener aslında kapıyı tümden kapamıyordu. Sadece kapı girişini daralttı. Bir anlamda “takoz” koydu. “Yerel özellikler ve talepler doğrultusunda, elbette işbirlikleri olabilir. Ancak biz, İYİ Parti olarak; Hür ve millî siyaset anlayışımız gereği; Gizli gündemleri olan, kendi menfaatleri için, bizim sırtımızda kurban kesen, şahsi hayallerini ve kariyerlerini önceleyen, mevcut güç ve siyasal ilişkilerine, destek arayan, marjinal ve bölücü yapılarla yakınlaşan, hiç kimseyle, herhangi bir işbirliği yapmayacağız.” Verdiği en önemli ipuçlarından biri buydu. Peki bunlarla kimi kastediyordu? İsim vermese dahi çıkarımda bulunalım. CHP ile değil ama “Kılıçdaroğlu’lu CHP” ve HDP / YSP ile işbirliği yapan CHP işbirliğini mümkün görmüyor diyebiliriz. (Ancak CHP’den uygun partnerde kalmıyor kendisine) Fakat Kılıçdaroğlu bir şekilde giderse bu mümkün görünüyor. Bunu hem bir baskı hem de manevra alanı olarak kullanmak istiyor besbelli.
- Aynı şekilde “Bizim kapımız herkese açık değil. Atatürk'e düşman olanlara, Hatay'da ezan yasaklanmıştır diyen meczuplara hayır diyoruz. bu yolda Türk demekten korkanlara, Anayasamızın ilk 4 maddesiyle sorunu olanlara, terörle ilişkisi olanlara, iş birlik hayal edenlere, inancımızı çatıştıranlara, dinimizi istismar edenlere, milli duygularımızı sömürmeye çalışanlara hayır diyoruz. Milletimizin evlatlarını terör girdabına sokmaya çalışanlara hayır diyoruz..” Burada tabii ki Cumhur İttifakı bileşenlerine, özellikle AK Parti, (“AK parti ile yakınlaşacak” tezi rafa kalktı sanırım) MHP ve HÜDA-PAR’la bu işin olmayacağının altını çiziyor ve tekrar HDP / YSP cenahına göndermede bulunuyordu. Ayrıca bunlara 6’lı masa ortakları özellikle DEVA ve belki de Gelecek Partisi’de eklenebilir herhalde.
- Akşener konuşmasının sonlarında “Sultan Alparslan'ın yüreğindeki cesaretle, Mustafa Kemal Atatürk'ün vizyonundaki cesametle” şeklinde “ajitasyon” çekerek “Bu vatana kalbini veren, her anlayıştan Türkiye sevdalılarını, liyakatli ve basiretli insanlarımızı, mücadelemize davet ediyorum! Tarihimizin, defalarca kez şahitlik ettiği; ‘Milletiyle beraber, ilelebet muzaffer’ düsturunu, Bugün, Cumhuriyetimizin, 100'üncü yılında, yeniden canlandırmaya davet ediyorum! diyerek adeta kendi önderliklerinde bir “Yeniden Milli Mücadele” çağrısında bulunuyordu.
- Son olarak 25 Ekim’de millete Hür ve millî siyaset anlayışımızın, temel taşlarını içeren; “Demokratik Millî Yükseliş Beyannameleri”ni sunacaklarını belirtecekti. Burada bugün kabaca taslağını çizdikleri “Yol Haritası”nın daha bir “ilkesel” ve “detaylı” hale gelip, seçimlere yönelik temel anlayışı dışa vuracağını tahmin edebiliriz. İmamoğlu bir türlü yayınlayamadı ama buna da Akşener’in “Manifesto”su denebilir!..
Akşener’in Seçenekleri Neler?…
Aslında Akşener’in fazla bir seçeneği yok. Kağıt üzerinde en doğru lafları etse, en doğru tespitleri yapsa bile bu birazda gelişmelere, diğer partilerin atacakları (Ya da atmayacakları) adımlara bağlı görünüyor. Özelliklede CHP’de Kılıçdaroğlu’nun akıbetinin netleşmesi Akşener için hayati önemde görünüyor. Bu anlamda “25 Ekim”e kadar bazı dirsek temasları, nabız yoklamalar olsa, senaryolar kurulsa bile esaslı bir rota çizilmeyip biraz “bekle gör” yapılıp, (CHP kurultayına kadar) top çevrileceğe benziyor. Tabi siyaset her zaman sürpriz manevralara açıktır o başka!
Zaten Akşener ve İYİ Parti’nin kaderi daha kurulduğu andan itibaren biraz da başkalarına (Özellikle de CHP’ye) bağımlı oldu. Akşener bu fasit daireyi kırabilirse gelecekte kendisine gerçekten “müstakil” bir yol çizebilir. Şu an çok dinamik iddialarla kendini yeniden hatırlatsa dahi “kendi başına” ne kadar etkili olur tartışmalı görünüyor. Hareket alanı sınırlı gibi duruyor. Gene de Akşener’in kafasında bunları söylerken bir “planı” olmalı. Atabileceği adımları azimle hesaplamış gibi duruyor. Kendine “yeni sayfa” açmak istiyor. Yaklaşan seçimleri bunun “sıçrama taşı” olacağını umuyor. Bunu istemekten öte “zorunda” görünüyor.
Bakalım siyasetin koşulları ve sürecin getirecekleri ona bu “yeni sayfa” şansını tanıyacak mı?..
27. 08. 2023