AKŞAM'IN HABERTÜRK'TEN HABER ÇALDIĞINI İDDİA EDEN FATİH ALTAYLI'YA İSMAİL KÜÇÜKKAYA'DAN SERT CEVAP: İNSAF! YALANIN BU KADARINA DA PES!..
Habertürk'teki arkadaşların sıkıntısını anlıyorum. Büyük paralar, yatırımlar, geniş imkanlar... Eldeki ürün de belli. Mazeretlerinizi kendi patronunuza anlatın...
Habertürk'e cevabımız...
Bugün aslında 'yeni bir iletişim tekniği'nden bahsetmeyi düşünüyordum. Devlet kurumlarında ve siyasilerde son zamanlarda yaygınlaşmaya başlayan yeni bir tarzdan...
Maalesef bir sataşmaya yanıt vermek durumundayım ve onun için yarına bırakıyorum.
Ben aslında saldırıları çoğu kere muhatap almadan 'yanıtlamayı' tercih edenlerdenim. Hakikaten, kimileri için en ağır ceza yok saymaktır. Gelin görün ki; bu her zaman mümkün olmuyor. İkinci kez aynı kurum tarafından suçlanınca kayıtsız kalamam.
Basın hayatına girişini heyecan ve umutla beklediğimiz Habertürk bize karşı çok haksız bir suçlama yöneltti. Güya, Erzurum Valisi'nin ormanlık bir alanda il genel meclisinin kadın başkanıyla yakalanması özel haberleriymiş. Habertürk'te 'özel haber' logosu vardı. Herhalde ertesi gün haberi AKŞAM'da kocaman, diğer bazı gazetelerde küçük de olsa görünce şoka girdiler. Olabilir ama dün 'bizimle aynı dağıtım ağına mensup iki gazete, AKŞAM ve SABAH taşra baskılarımızda bu haberi gördüler ve utanıp sıkılmadan gece geç saatte küçük de olsa sayfalarına taşıdılar' diyorlardı. İnsaf... Yalanın bu kadarına pes...
Bir kere biz ne olursa olsun, haber de dahil herhangi bir şeyi çalmayı hukuken suç, ahlaken ayıp, dinen günah sayarız. Böyle bir suçlamayı çok ağır hakaret kabul eder, sahibine aynen iade ederiz.
O haber, 2 Ekim günü, sadece şehir baskılarımızda değil, bütün taşra baskılarımızda birinci sayfadan yayımlandı. Araştırmaya takatiniz yoksa, hiç olmazsa bir-iki telefon açıp, mesela Erzurum'a 'o haber AKŞAM'ın taşra baskısında var mı yok mu?' diye sorabilirsiniz, değil mi?
Oturduğunuz yerden suçlarsanız başınızı böyle taşa vurursunuz işte...
Şimdi bir bilgi daha verelim.
1 Ekim'de yani haberlerin hazırlandığı gün hem Fenerbahçe'nin hem de Galatasaray'ın Avrupa maçları vardı. Taşra baskıları da her zamankinden çok geç saatte basıldı. Yani hiç kimsenin, diğer gazetelerin taşra baskısını görmesine imkan yoktu. Biz zaten bakmayız, göremeyiz ama diğer gazeteler için yaptığınız suçlama da yersiz kalıyor yani.
O halde size olayın öyküsünü anlatalım:
O haber bize öğlen saatlerinde geldi. Erzurum Muhabirimiz Levent Akpınar, Yurt Haberler Servisi'ne haberi gönderdiğinde saatler 14.20 civarıydı. Yazı İşleri toplantısındaydık. Elbette güzel ve çarpıcı bir haberdi. 'Manşet yapalım, yapmayalım' diye konuştuk. Ama gündemde Meclis'in yeni yasama yılı törenleri vardı. Askerler de iki yıllık boykotu bitirip törenlere katılmışlardı. Bu da büyük haberdi ve 'o varken Vali'yi manşet yapmak olmaz' diye düşündük. 'Locadan mesaj' manşetiyle günün bizce en doğru ve dikkat çeken birinci sayfasını yaptık. Ama diğer haberi de 'Vali'ye uygunsuz vaziyet tutanağı' diye birinci sayfadan oldukça büyük biçimde (3 sütuna 17 santim) verdik. Üstelik Habertürk'le AKŞAM'ın birinci sayfalarda kullandıkları fotoğraflar bile ayrı. Bizim haberde iki detay daha dikkat çekiyordu, 'pinpon oynuyorduk' sözüyle 'siz valiyseniz biz de başbakanız' ifadesi. Habertürk'e bakın bakalım, onlar ne demiş?
Bu haber, hiç istisnasız bütün Türkiye'deki tüm AKŞAM okurlarına ulaştırıldı. Yani gecenin bir saatinde bir yerlerden görülüp, apar topar iç sayfalara 'aman bizde de olsun' kaygısıyla aktarılmış değildir. Habertürk yönetimine AKŞAM'ın şehir ve taşra baskılarını da gönderiyorum, incelesinler.
Bir not daha...
O gün Yazı İşleri'nde bazı arkadaşlar 'bu haber sonuçta iki hafta öncesine ait. Yeni duyuluyor. Bize özel olabilir, bir gün daha bekletebiliriz. Ertesi gün manşet yapalım' diye önerdiler. Erzurum'daki muhabirimize telefon açtık. 'Başka birinde olma ihtimali var mı?' diye. Oradan 'Başka muhabirler de peşinde' bilgisini alınca, 'riske girmeyelim' deyip o gün yayımlama kararı aldık.
Şimdi gelelim işin etik boyutuna...
Biz olayın kahramanı genç kadının yüzünü buzlayarak, adını da başharfleriyle kodlayarak verdik.
Bu bir tercihtir. Ertesi gün Habertürk'te açık isim verilmesine rağmen biz haberin devamında da aynı tutumu sürdürdük.
Okurlar hatırlayacaktır... Benzer bir tartışmayı yine Habertürk'le yaşamıştık. Onlar testere fotoğrafını yayınlarken biz 'hayır, kanlı testere elimizde, yayımlamıyoruz' diye aynı gün duyurmuştuk. Burası editoryal tercihler ve hassasiyetlerle ilgilidir, yeri geldi farkımızı ortaya koyalım.
O yazıyı okuyunca gerçekten üzüldüm. Kimse bize haber hırsızlığı suçlaması yöneltmeye cüret edemez. İki hafta önce Suriye'de Fatih Altaylı'dan bizim gazetemizle ilgili o güzel sözleri duymamış olsaydım neyse. Demek ki Fatih o gün yaptığı gibi yardımcısını arayıp, 'okurlara mektubu sen yazıver' talimatını vermiş. Anlaşılan, dikkatsiz ve özensiz bir arkadaş hiç araştırmadan o karalamayı yapıverdi. Ama kimse kusura bakmasın biz o eski tip gazete yöneticilerinden değiliz, böyle bir suçlamayı yanıtsız bırakamayız.
Habertürk'teki arkadaşların sıkıntısını anlıyorum. Büyük paralar, yatırımlar, geniş imkanlar... Eldeki ürün de belli. Mazeretlerinizi kendi patronunuza anlatın.
Bakın biz neyle uğraşıyoruz biliyor musunuz; Başbakan'ın kongre konuşmasından sonra Sabahat Akkiraz'la röportaj yapmıştık, bunun üzerine dün Baykal sanatçıyı aramış. Arkadaşlarımdan birisi Baykal'la diğeri Akkiraz'la konuştu. Buna haber refleksi ve fikri takip diyorlar.
Eğer kendinize faydalı bir sorgulama yapmak istiyorsanız, AKŞAM'ın üç gündür duyurduğu, bütün televizyon kanallarında uzun uzun işlenen 'Şeytani cinayet' haberi neden sizde hiç yok, İstanbul'un göbeğinde, filmlerdeki gibi bir olayı neden yakalayamadınız ona bakın. Pek çok örnek daha sıralayabilirim de gerek yok, bu güncel diye hatırlatayım.
Daha bir hafta önce bizim, BlackBerry manşetimizi alıp, AKŞAM'dan hiç bahsetmeden tam sayfa haber yaptığınızı da unutmuş değiliz.
Bizi meşgul etmeyin, herkesin kendi derdi var, bizim de... Siz iyi promosyon veriyorsunuz devam edin, bize iftira atmayın... www.aksam.com.tr