AKP'NİN OYUNA GELDİĞİ SONUCUNA BU KADAR KESTİRMEDEN NASIL VARDIN?
Taraf yazı işleri müdürü ve yazarı Kerem Altan, kendisi gibi Taraf yazarı olan Melih Altınok'un geçen hafta yazdığı “Kimdi giden, kimdi kalan” yazısına ne cevap verdi?
Hayırlısı...
Tam da kendime, “Söylenecek çok şey var ama uzatmayalım, tadında
bırakalım, bak kardeş onlar kardeş” derken satır aralarında laf
çarpmalar, ortada öylece duran sorulara yanıt vermek yerine “laf
kalabalığıyla” geçiştirmeler devam edince artık ben de bazı
soruları daha “net” sorma, bazı gerçekleri daha “net”
ortaya koyma zaman geldi diye düşündüm.
Ama öncelikle tartışmanın başına dönmek istiyorum. Gazetede yaşanan ve çok rağbet gören “kavga”nın çıkış noktası şimdilerde ufak ufak inkâr edilse de “Ne olursa olsun niye AKP’yi eleştiriyorsunuz? Işığı görmüyor musunuz? Boşverin hakkı hukuku” gibi yersiz sorular ve anlamsız talepler oldu.
Yersiz çünkü bir defa kimse “ne olursa olsun” AKP’yi eleştirmiyor burada. Gazeteyi düzenli okuyan herkes bunu açıkça görüyordur zaten. “Barış için Apo ile görüşülebilir” dendiği zaman alkışlanır, “Anadilde eğitim şeytana uymaktır” dendiği zaman ise karşı tarafın anlayabileceği bir dille tepki gösterilir. Yani her zamanki gibi “Doğruya doğru, eğriye eğri diyebilmenin büyük konforundan geliyor sözümüzün gücü”.
İkincisi kimse birilerine “Neden AKP’yi eleştirmiyorsunuz yazılarınızda” diye sorduğu için de çıkmadı bu tartışma. Tam tersine AKP’ye yöneltilen eleştirileri somut bir şekilde çürütmek yerine kısaca “Neden AKP’yi eleştiriyorsunuz?” dendiği için çıktı ve bunu söylerken de had aşımı yaşandığı için de iyice alevlendi kavga.
Aslında iyi de oldu. Hayırlı oldu. Çünkü ister istemez kimilerinin “Bizler iflah olmaz demokratlarız. Bizim için önemli olan tek şey insanların eşitlik ve özgürlük içinde yaşaması bu ülkede” sözlerinin aslında “bireysel pozisyonlarına halel gelmesin kaygısıyla” söylenmiş olan birtakım sözler olduğu gerçeği su yüzüne çıkmaya başladı. Ve bu emin olun ki “en hayırlısıdır”.
Örneğin hem yazarımız hem de Ankara muhabirimiz Melih Altınok’un geçen hafta yazdığı “Kimdi giden, kimdi kalan” yazısındaki şu ilginç cümle: “Sıkça tekrar edilen Uludere gibi önemli bir konuda, iktidarın olayın müsebbibi değil, tuzağa düşürülen tarafı olduğu ortada. Hâl buyken şeffaflık talebini ‘katliamcı AKP’ seviyesine yükseltmek olayın aydınlatılmasına mı yarar, yoksa bu komployla ‘çelişkileri keskinleştirip’ savaşı tırmandırmak isteyenlerin değirmenine su mu taşır?”
Ben de Melih’e “madde madde” şunu sormak isterim: AKP’nin Uludere gibi önemli bir konuda olayın müsebbibi değil de tuzağa düşürülen taraf olduğu sonucuna nasıl vardın? Benim hatırladığım kadarıyla Uludere katliamıyla ilgili üzerinden 11 ay geçmesine rağmen hiçbir adım atılmadı. Tam tersine adım atılmasını isteyenler, “eğer hükümet bu olayda oyuna geldiyse bu oyunu ortaya koysun ya da her ne olduysa gerçekleri saklamasın, anlatsın” talebinde bulunanlar, hem bizzat Başbakan tarafından hem de etraftaki basın tetikçileri tarafından PKK yandaşlığıyla suçlandılar ya da “savaşı tırmandırmak isteyenlerin değirmenine su taşımakla” itham edildiler.
Peki, sen Uludere’de AKP’nin oyuna geldiği sonucuna bu kadar kestirmeden nasıl vardın? Ama daha önemlisi “neden” vardın? “Tuzağa düşenin”, tuzağı saklamak, sorumluları ortaya çıkarmamak için gösterdiği bu direnci nasıl açıklıyorsun?
AKP tuzağa düşse de düşmese de ölenler Uludereliler oldu. Onların ölümünün hesabını sormak için ölçü olarak AKP’nin tuzağa düşüp düşmemesini mi alacağız? AKP tuzağa düştüyse Uludere’de ölenleri unutacak mıyız? “Tuzağa düşen” AKP sorumluları saklıyorsa, “madem AKP saklıyor biz de üstüne gitmeyelim” mi diyeceğiz?
“Tuzağa düşen”, tuzağa düşürenleri böylesine koruyorsa, o
tuzağın parçası olmuyor mu? Eleştirilmeyi hak etmiyor mu?
İkincisi ise şu ve aslında biraz daha özel: Madem elinde 34 insanın öldüğü bir katliamla ilgili bu kadar önemli bir bilgi var, neden böylesine kritik bir haberi kendine saklıyorsun veya satır arasında hükümeti korumak için geçiştiriyorsun? İleride anılarını anlatacağın kitapta mı bahsetmek istiyorsun bu olaydan? Bana kalırsa saklama. Bomba manşet olur. Herkes kazanır. “Bir cana ideolojilerin, ulus-devletlerin alayını satarım” demenin de bir anlamı olur o zaman. Üstelik burada 34 candan bahsediyoruz.
Öbür türlüsü biraz garip oluyor kabul edin ki ve ister istemez de insana şu soruyu sordurtuyor: Hani insan hayatı her şeyden önemliydi? Ortada somut bir bilgi yokken bu olayın sonucunda hükümetin oyuna geldiğini savunanların, bunu “kesin bir bilgi” gibi sunanların bu katliamın oldubittiye getirilmesine ve aydınlatılamamasına fırsat tanıması, insan hayatına verilen değerlerle çelişmiyor mu?
Ki çelişebilir. Ben kendi adıma buna çok ses çıkarmam. Öyle
değilken öyleymiş gibi yapmak bir tercih meselesi. Bu riski göze
alana ses etmem. “Takıntılı”nın biri bir gün çıkar bu
“çelişkiyi” sorgular nasılsa. Ama “Uludere’de gerçekte ne
oldu” diye sormakta ısrar edenlere Başbakan’ın ya da
tetikçilerinin ağzıyla cevap verilirse, insanlar da az önceki
soruları sormak ve bazı şeylerin daha “net” görülmesini
sağlamak zorunda kalır.
Kerem Altan/Taraf