AKP'NİN HUKUKÇU VEKİLİ AHMET HAKAN VE FATİH ALTAYLI'YI FENA BOMBALADI!
AKP'nin hukukçu vekili Bülent Turan, kendisi için Sabih Kanadoğlu benzetmesi yapan Ahmet Hakan ve Fatih Altaylı'ya sert cevap verdi!
İstanbul Barosu'nun 10 Yöneticisi hakkında açılan dava sonrası İstanbul Barosu Yönetimi'nin düştüğüne yönelik iddiaları ilk kez gündeme getiren AK Parti İstanbul Milletvekili Bülent Turan, kendisi hakkında "Sabih Kanadoğlu" benzetmesi yapan köşe yazarlarına yazılı bir açıklama yaparak cevap verdi.
"Ahmet Hakan Coşkun ve Fatih Altaylı'yı işin hukuki boyutunun üzerini örterek gerçeklerin anlaşılmasının önüne geçmeye çalışmakla" itham eden Turan, meselenin hukuki gerekçelerini tek tek sıraladı. Turan, Coşkun ve Altaylı'nın kendisi hakkında yapılan Sabih Kanadoğlu yorumuna da sert çıktı.
Ahmet Hakan'ın AKP'li Bülent Turan'la ilgili o yazısı neydi? Tıklayın..
Turan, Ümit Kocasakal ve 8 arkadaşının Baro Yönetim Kurulu üyeliklerinin sona erdiği konusunda ısrarını da sürdürdü. Baro yönetiminin davanın açıldığı tarih olan 8 Şubat sonrası aldıkları kararların "yok hükmünde" olduğunu yineleyen Turan, Baro Başkanı Kocasakal'ın 8 Şubat 2013'ten beri Baro Başkanlığı koltuğunu işgal etmekle suçladı.
Fatih Altaylı'nın Bülent Turan ve İstanbul barosu hakkındaki o yazısı!..
Hakkında köşe yazılarında yapılan benzetmenin "işin aslını gözden kaçırmaya yönelik" olduğunu ifade eden Bülent Turan şöyle devam etti;
"Ahmet Hakan Coşkun ve Fatih Altaylı efendiler bize "Sabih" demiş. Kanaatimce sabihlik her ikisine de daha süheyldir.
Bir hafta arayla çıkan iki farklı köşe yazısında hem Coşkun hem de Altaylı neredeyse aynı cümleleri kullanarak şahsımı suçluyor ve yok hükmündeki baro yönetimine arka çıkıyorlar. Güya biz 28 Şubat sürecinde Sabih Kanadoğlu gibi isimlerin yaptığı bir işi, durumdan yorum çıkarma işini, bugün yapıyor ve sandıkta yenemediklerimizi kanun maddelerini eğip bükerek yok etmeye ve sindirmeye çalışıyormuşuz.
Dikkatinizi çekerim: Burada kullanılan mantık ve söylem, olayın taraflarından biri olan eski baro yönetiminin işin aslını gözden kaçırmayı amaçlayan, hükümetin baskısı iddiası, seçimsiz Genel Kurul kararı gibi manipülatif propagandasıyla aynı doğrultudadır. Görünen o ki çeşitli medya organları halen gazetecilik yapmak yerine belli mihrakların propaganda aparatı olarak çalışmaya devam ediyorlar. Talimat gazeteciliğini sürdürüyorlar.
Bir de tutmuş bize akıl veriyor, 28 Şubat sürecinde yapılan hataları tekrarlamamamızı tavsiye ediyorlar. Türk hukukunun hassas hukukilik-kanunilik çizgisinde yürümek, Twitter'da, Nişantaşı'nda yürümeye benzemez. Fatih Altaylı'ya gelince... 28 Şubat sürecinde kendisi "Sabihgiller"in medyadaki avatarlarından biriydi. Şimdi dönüp bizi kendisine ve kendisi gibi davrananlara benzetmeye çalışmadan önce gözlüklerini takıp vicdanıyla hesaplaşsın."
Bu konuda fikir yürütenlerin meselenin hukuki yönünün daha iyi anlamaları gerektiğini ifade eden Turan, "Bu köşe yazarlarımıza tavsiyem, konuyu ele almaya başlamadan önce defaatle belirttiğimiz aşağıdaki maddeleri dikkatle incelesinler" dedi.
Turan'ın tespitleri şöyleydi:
"1) Sabih Kanadoğlu sözü edilen dönemde yargı erkinin önemli temsilcilerinden biriydi. Bizse şu anda milletin bize verdiği yasama görevini yerine getirmeye çalışıyoruz. Kanadoğlu o dönemde son derece açık olan hükümleri karartarak, Türkçe'nin ve zekanın sınırlarını adeta zorlayarak, alakasız maddelerden olmadık sonuçlar çıkararak, hukuki hiyerarşiyi hiçe sayarak kendince bir siyasi dava güdüyor, rutin uygulamaları sevmediklerine uygulamamak için olmadık senaryolar yazıyordu. Bunu erki elinde bulunduran bir yargı mensubu olarak yapıyordu. Bizse bir siyasi parti mensubu olmamıza rağmen meseleyi siyaset değil kanunilik çerçevesinde ele alıyoruz.
2) 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun baroyla ilgili 90'ıncı ve 92'nci maddeleri gayet açıktır. 90'ıncı maddede şöyle der: "Haklarında avukatlığa engel bir suçtan dolayı son soruşturma açılmasına karar verilmiş olanlar Yönetim Kurulu Üyesi seçilemezler". 92. madde ise Baro Yönetim Kurulu Üyeliği'nin düşmesini hükme bağlamıştır: "Yönetim Kurulu üyelerinden biri hakkında 90'ıncı maddeye göre seçilmeye engel bir suçtan dolayı kamu davası açılmış ise, dava sonuna kadar bu üye Yönetim Kuruluna katılamaz; yeri yedek üye ile doldurulur." İddiamız maddenin tekrarıdır.
3) Görüldüğü üzere... İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında, altı sınırı 2 yıl hapis cezası olan bir suç nedeniyle kamu davası açılmıştır ve bu davanın açılmış olması sözü geçen kişilerin yönetim kurulu üyeliklerinin sona ermesi anlamına gelmektedir. Burada tarafımızdan yapılmış bir yorum yoktur. Biz sadece kanunda açık ve seçik şekilde yazılmış olan maddelerin doğal sonucuna işaret ettik.
4) Davayı açan biz değiliz. Bu konu bağımsız mahkemenin yetki alanındadır. Mahkemenin bu kararını onayladığımıza ya da reddettiğimize dair de tek cümle söylemedik. Hiçbir beyanat ve yazımızda ‘şöyle olmalıdır' demedik. Davayla değil, dava sonrası oluşan hukuki süreçle ilgilendik. ‘Davanın açılması nedeniyle Ümit Kocasakal ve arkadaşlarının Avukatlık Kanunu'nun az önce zikrettiğimiz maddelerinde açık ve net bir şekilde ifade edildiği üzere, Yönetim Kurulu Üyelikleri askıya alınmıştır' dedik ve bir tespit yaptık. Hiçbir yönlendirme ve yorumumuz olmadı.
5) İşin bir başka boyutu da şu: Fatih Altaylı ve Ahmet Coşkun madem bu konuda bu kadar hassas idiler, neden daha önce bu maddeler nedeniyle yapılan uygulamalara itiraz etmediler? Bir örnek vermek gerekirse, Ağrı Baro Başkanı'nın mazbatası aynı gerekçeyle iptal edilmiş ve bu olay Habertürk gazetesinde yer almıştı. Altaylı ve Coşkun'un akılları işin ucu İstanbul Barosu'na dokununca mı başlarına geldi? Keşke Ağrı içinde bu kadar "demokrat!" olabilseler.
6) Gelelim bir başka korkunç mantık ve mantalite hatasına... Her iki yazar da köşelerinde Baro Yönetimi'nin yüksek bir oy oranıyla seçilmesine vurgu yapmışlar. Bu vurgudan: "Yüksek bir oy oranıyla seçildiğinizde kanunların açık seçik hükümleri bile sizi bağlamaz" demeye çalıştıkları sonucunu mu çıkarmalıyız? Bu iki yazarın bakış açısına göre çoğunluğun oyunu alan kişi ve kurumlar, her türlü hukuksuzluğu yapmakta serbest midir? Demokrasi bu anlama mı gelmektedir? Eğer öyleyse bilelim ve bir yere not edelim. İşlerine geldiğinde çoğunluk hegemonyasını, işlerine gelmediğinde azınlık diktatörlüğünü savunduklarını anlayalım. Sn Kocasakal %20, 30'larla seçilse haklı mı olacaktık?!
7) Ümit Kocasakal, Yalçın Bayer'e (Hürriyet, 12 Şubat 2013) yaptığı açıklamada "İddia edildiği gibi bu davadaki bazı maddelere göre, baro yönetiminin düştüğünü söylemek mümkündür," dediği halde bu yazarlar neden bu konuyu işlemeye devam etmektedirler? Hele Fatih Altaylı ne cüretle şahsımın sigaya çekilmesini isteyebilmektedir? Milletin bir vekilini gazetesinde çalışan stajyer gibi mi görmekte, milletvekillerine kendisinin yanında çalışanlara davrandığı gibi mi davranılmasını istemektedir?
8) İşin hukuki boyutu hakkındaki görüşümüz daha önce de defaatle söylediğimi üzere şudur: Avukatlık Kanunu'nun 90. ve 92. Maddeleri, hukukun temel ilkelerinden biri olan "suçsuzluk/masumiyet karinesi"ni hiçe saymaktadır. Baro Yönetim Kurulu Üyeliği'nin düşmesi için dava ikamesini yeterli bulan ilgili söz konusu hükümler, bu yönüyle Anayasaya'nın "Hiç kimse, haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmadıkça suçlu sayılamaz," hükmüyle de çelişmektedir. Baştan beri söylediğimiz üzere 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu'nun birçok maddesi ve bu arada 90. ve 92. Maddeler de demokratik bir anlayışla ele alınıp değiştirilmelidir. BU iddiamıza neden baro ve mezkur yazarlar dikkat çekmemekte ve sadece gerginlik üzerinde yoğunlaşmaktadırlar?
9) Bu olayda İstanbul Barosu'na adeta kol kanat geren Türkiye Barolar Birliği'nin öncülüğünde Mart 2012'de hazırlanan değişiklik önerisine göz atalım. Görüyoruz ki 90. ve 92. maddelerin değiştirilmesi İstanbul Barosu ya da başka bir baro tarafından teklif dahi edilmemiştir. Hal böyleyken, değiştirilmesi için hiçbir öneride bulunmayan bu kurumlar şimdi de bu maddelerin kendi davalarına uygulanmamasını, görmezden gelinmesini mi istiyorlar?
Sonuç olarak...
Ahmet Hakan Coşkun ve Fatih Altaylı, bilerek ya da bilmeyerek olayı çarpıtmakta, işin hukuki boyutunun üzerini örterek, gerçeklerin anlaşılmasının önüne geçmeye çalışmakta, gerginlikten medet uman Baronun ekmeğine yağ sürmektedirler.
İddiamızın arkasındayız ve İstanbul Barosu'nun 9 Yönetim Kurulu Üyesi hakkında hazırlanan iddianamenin, Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından resmen kabul edilmesiyle, 8 Şubat 2013'te, Ümit Kocasakal ve 8 arkadaşının Baro Yönetim Kurulu Üyelikleri sona ermiştir.
Kocasakal ve arkadaşlarının, o tarihten sonra aldığı bütün kararlar yok hükmündedir. Kocasakal, 8 Şubat 2013'ten beri Baro Başkanlığı koltuğunu ‘işgal' etmektedir."