12 Oca 2012 10:05
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:13
AKP ANKARALILAŞMIYOR, ANKARA AKP'LİLEŞİYOR!
Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Ankara'daki yeni iktidar savaşlarını ve beliren siyasi renkleri analiz etti.
İşte Vatan yazarı Ruşen Çakır’ın o yazısı...
AKP Ankaralılaşmıyor, Ankara AKP’lileşiyor
Önce, son günlerin tartışmalara neden olan bazı gelişmelerini sıralayalım:
- Başbakan Erdoğan, Uludere Roboski faciası için derin üzüntülerini bildirdi ama özür dilemedi, dolayısıyla TSK’ya sahip çıktı;
- Erdoğan Roboski faciasından MİT’in sorumlu tutulmasına karşı çok sert ve net tavır aldı, yani MİT’e ve başındaki Hakan Fidan’a sahip çıktı;
- İlker Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını arzu ettiğini beyan ederek eski "mesai arkadaşı"na kısmen de olsa sahip çıktı;
- BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın "onbaşı" suçlamasına karşı Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’e sahip çıktı.
Yeni iktidar savaşları
Kimileri Erdoğan’ı, bu sahiplenmelerinin tümü, kimileri de içlerinden bazıları yüzünden eleştiriyor ve onu "Ankaralılaşmak"la suçluyorlar. Erdoğan’ı suçlayanların hemen hepsinin ona ve AKP hükümetine genel olarak geniş destek vermiş kişi ve odaklar olması ilgi çekici. Son günlerdeki bu tavırlarıyla, sanıldığının aksine AKP’ye desteklerinin hiç de "kayıtsız, şartsız" olmadığını öğrenmiş oluyoruz.
Buradan hareketle 10 yıllık AKP iktidarının özellikle son 5 yılında tanık olduğumuz bir ittifakın çatırdağını söyleyebiliriz. Bu çatırdamanın sonucunda söz konusu ittifak dağılır mı, yoksa yeniden mi yapılanır, şu anda kestirmek mümkün değil, fakat birileri müdahale etmezse tartışma ve anlaşmazlık konuları giderek daha fazla öne çıkabilir.
"Peki müttefikler neden birbirlerine düştüler?" diye sorulacak olursa, şimdilik, "ülkedeki eski iktidar sahiplerini tasfiyede o kadar hızlı bir şekilde zafere ulaştılar ki taraflardan en az biri, bunun getirdiği sarhoşlukla, iktidarda kendisine daha fazla alan talep etti, bu da halen tanık olduğumuz iktidar savaşlarını tetikledi" cevabıyla yetinelim.
Ankara eski Ankara değil
"İlerde bu konuya mecburen sık sık değinmek durumunda kalacağız, hatta belli bir aşamadan sonra yazılarımızın belki tümünün ana izleği bu yeni iktidar mücadelesi ve onun yansımaları olacaktır" dedikten sonra yine baştaki konuya dönelim. Soru açık: Erdoğan (ve AKP hükümeti) sahiden Ankaralılaşıyor mu? Bu soruyu soranlar, bir hükümetin "Ankaralılaşması" ile, onun TSK, MİT gibi güvenlik aygıtlarının, daha da önemlisi bu aygıtlarla köklü ilişkileri olan "derin" organizasyonların denetimine girmesini kastediyorlar.
Aslında bu soru yanlış soruluyor. Çünkü 10 yıllık AKP iktidarında çok şeyin tepeden tırnağa değişmesine paralel olarak Ankara da eski Ankara olmaktan çıktı. Özellikle 2007 genel seçimleri ve Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte AKP hükümetinin devlet haline gelme sürecinin hız kazandığını, 2011 genel seçimleriyle birlikte bu sürecin büyük ölçüde tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bundan böyle AKP için "hükümet oldular ama bakalım iktidar olabilecekler mi?" sorusu anlamını yitirmiştir. Buna bağlı olarak şunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz: Başbakan ve siyasi iktidarın diğer temsilcileri, TSK, MİT vb. devlet kurumlarına ve bunların yöneticilerine, onların vesayeti altında oldukları için değil, tam tersine bu kurum ve kişilerin vasisi oldukları için sahip çıkıyorlar.
TSK’ya gösterilen özen
Bu noktada asker-sivil ilişkilerinin yeni konumuna kısaca göz atacak olursak, hükümetin TSK’ya yönelik güvensizliğinin yok denecek ölçüde azaldığını, TSK’nın da hükümete tabi olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bu ilişkinin sınandığı esas alan Kürt sorunu, daha doğrusu PKK ile mücadeledir. Hükümet bir süredir Kürt siyasi hareketine karşı "olmazı gösterme"yi temel alan bir strateji yürütüyor ve burada TSK’nın, halkla PKK’yı olabildiğince ayırmaya özen göstererek yürüttüğü operasyonlar kilit rol oynuyor. Tam da "işler çok iyi gidiyor" duygusunun hakim olduğu bir ortamda yaşanan Roboski faciası bu stratejinin de sonunu getirebilirdi. Fakat hükümet, her türlü eleştiri ve suçlamayı göze alarak bu faciadan TSK’nın mümkün olduğunca az zarar görmesi için çabaladı.
Artık şunun ayrımına varmak durumundayız: TSK’nın aleyhine her gelişmenin hükümetin lehine olduğu günler geride kaldı; bundan böyle TSK’nın (ve diğer devlet kurumlarının) aldığı her darbe doğrudan hükümeti sarsmaktadır. Çünkü AKP artık sadece hükümet değil aynı zamanda ve hatta öncelikle devlettir
AKP Ankaralılaşmıyor, Ankara AKP’lileşiyor
Önce, son günlerin tartışmalara neden olan bazı gelişmelerini sıralayalım:
- Başbakan Erdoğan, Uludere Roboski faciası için derin üzüntülerini bildirdi ama özür dilemedi, dolayısıyla TSK’ya sahip çıktı;
- Erdoğan Roboski faciasından MİT’in sorumlu tutulmasına karşı çok sert ve net tavır aldı, yani MİT’e ve başındaki Hakan Fidan’a sahip çıktı;
- İlker Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını arzu ettiğini beyan ederek eski "mesai arkadaşı"na kısmen de olsa sahip çıktı;
- BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın "onbaşı" suçlamasına karşı Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’e sahip çıktı.
Yeni iktidar savaşları
Kimileri Erdoğan’ı, bu sahiplenmelerinin tümü, kimileri de içlerinden bazıları yüzünden eleştiriyor ve onu "Ankaralılaşmak"la suçluyorlar. Erdoğan’ı suçlayanların hemen hepsinin ona ve AKP hükümetine genel olarak geniş destek vermiş kişi ve odaklar olması ilgi çekici. Son günlerdeki bu tavırlarıyla, sanıldığının aksine AKP’ye desteklerinin hiç de "kayıtsız, şartsız" olmadığını öğrenmiş oluyoruz.
Buradan hareketle 10 yıllık AKP iktidarının özellikle son 5 yılında tanık olduğumuz bir ittifakın çatırdağını söyleyebiliriz. Bu çatırdamanın sonucunda söz konusu ittifak dağılır mı, yoksa yeniden mi yapılanır, şu anda kestirmek mümkün değil, fakat birileri müdahale etmezse tartışma ve anlaşmazlık konuları giderek daha fazla öne çıkabilir.
"Peki müttefikler neden birbirlerine düştüler?" diye sorulacak olursa, şimdilik, "ülkedeki eski iktidar sahiplerini tasfiyede o kadar hızlı bir şekilde zafere ulaştılar ki taraflardan en az biri, bunun getirdiği sarhoşlukla, iktidarda kendisine daha fazla alan talep etti, bu da halen tanık olduğumuz iktidar savaşlarını tetikledi" cevabıyla yetinelim.
Ankara eski Ankara değil
"İlerde bu konuya mecburen sık sık değinmek durumunda kalacağız, hatta belli bir aşamadan sonra yazılarımızın belki tümünün ana izleği bu yeni iktidar mücadelesi ve onun yansımaları olacaktır" dedikten sonra yine baştaki konuya dönelim. Soru açık: Erdoğan (ve AKP hükümeti) sahiden Ankaralılaşıyor mu? Bu soruyu soranlar, bir hükümetin "Ankaralılaşması" ile, onun TSK, MİT gibi güvenlik aygıtlarının, daha da önemlisi bu aygıtlarla köklü ilişkileri olan "derin" organizasyonların denetimine girmesini kastediyorlar.
Aslında bu soru yanlış soruluyor. Çünkü 10 yıllık AKP iktidarında çok şeyin tepeden tırnağa değişmesine paralel olarak Ankara da eski Ankara olmaktan çıktı. Özellikle 2007 genel seçimleri ve Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte AKP hükümetinin devlet haline gelme sürecinin hız kazandığını, 2011 genel seçimleriyle birlikte bu sürecin büyük ölçüde tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bundan böyle AKP için "hükümet oldular ama bakalım iktidar olabilecekler mi?" sorusu anlamını yitirmiştir. Buna bağlı olarak şunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz: Başbakan ve siyasi iktidarın diğer temsilcileri, TSK, MİT vb. devlet kurumlarına ve bunların yöneticilerine, onların vesayeti altında oldukları için değil, tam tersine bu kurum ve kişilerin vasisi oldukları için sahip çıkıyorlar.
TSK’ya gösterilen özen
Bu noktada asker-sivil ilişkilerinin yeni konumuna kısaca göz atacak olursak, hükümetin TSK’ya yönelik güvensizliğinin yok denecek ölçüde azaldığını, TSK’nın da hükümete tabi olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bu ilişkinin sınandığı esas alan Kürt sorunu, daha doğrusu PKK ile mücadeledir. Hükümet bir süredir Kürt siyasi hareketine karşı "olmazı gösterme"yi temel alan bir strateji yürütüyor ve burada TSK’nın, halkla PKK’yı olabildiğince ayırmaya özen göstererek yürüttüğü operasyonlar kilit rol oynuyor. Tam da "işler çok iyi gidiyor" duygusunun hakim olduğu bir ortamda yaşanan Roboski faciası bu stratejinin de sonunu getirebilirdi. Fakat hükümet, her türlü eleştiri ve suçlamayı göze alarak bu faciadan TSK’nın mümkün olduğunca az zarar görmesi için çabaladı.
Artık şunun ayrımına varmak durumundayız: TSK’nın aleyhine her gelişmenin hükümetin lehine olduğu günler geride kaldı; bundan böyle TSK’nın (ve diğer devlet kurumlarının) aldığı her darbe doğrudan hükümeti sarsmaktadır. Çünkü AKP artık sadece hükümet değil aynı zamanda ve hatta öncelikle devlettir