Akıllara durgunluk veren filmler İstanbul'a geliyor!
7 Nisan'da başlayacak 35. İstanbul Film Festivali'nde 'akıllara durgunluk veren filmler' izleyiciyle buluşacak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) tarafından Akbank’ın desteğiyle
gerçekleştirilecek 35. İstanbul Film Festivali heyecanı yaklaşıyor.
7 Nisan’da başlayacak festival 35. yılında en yenilerden, gizli
hazinelere, keşiflere ve iz bırakan filmlere seyircilerle buluşmaya
hazırlanıyor. Festivalin bu yıl çok ses getirecek yeni
bölümlerinden biri ‘Gömülü Hazineler’ başlığını taşıyor. Alkan
Avcıoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği bölüm, sinema tarihinin
varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici
karşısına çıkmamış veya literatürde adından hak ettiği kadar
bahsedilmemiş filmleri gömülü olduğu yerden gün ışığına çıkartacak.
Geç keşfedilen veya restore edilen kopyasıyla izleyici karşısına
yeni çıkmaya başlayan bu filmleri festival kapsamında beyazperdede
izlemek kuşkusuz unutulmayacak bir deneyim olacak.
AKILLARA DURGUNLUK VEREN BİR ÇALIŞMA: THE HOURGLASS
SANATORIUM
Hayranları arasında David Lynch, Francis Ford Coppola ve Quay
kardeşler gibi isimler bulunan Polonyalı yönetmen Wojciech Has hâlâ
şiddetle keşfedilmeyi bekleyen usta bir yönetmen. Yönetmenin 1973
yapımı fantastik ve gerçeküstü sinemanın nadide örneklerinden biri
sayılan filmi S’anatorium pod klepsydra / The Hourglass Sanatorium’
bölüm kapsamında izleyiciyle buluşacak yapıtlardan. Zamanında
Polonya’dan yurtdışına çıkarılması yasaklanan The Hourglass
Sanatorium, gizlice gönderilen kopyasıyla 1973’te Cannes’da
gösterildi ve Jüri Özel Ödülü kazandı. 2000’lerde kopyası Martin
Scorsese sayesinde restore edilen filmle ilgili olarak Variety’nin
efsane eleştirmeni Derek Elley, “Akıllara durgunluk veren bir
çalışma, Mahler’in bütün senfonilerinin bir araya toplanmasının
sinematografik muadili” diyor. Film, babasını ziyaret etmek üzere
sanatoryuma giden bir adamın oda oda gezerken karşılaştığı tuhaf
karakterleri, gerçeklikle hayal dünyasını birleştiren anıları,
hezeyanları, Polonya’nın geçmişinden imgeler ve sıra dışı müzik
bandıyla benzersiz bir sinemasal deneyim sunuyor.
PSİKEDELİK ANİMASYON BAŞYAPITI: BELLADONNA OF
SADNESS
Eiichi Yamamoto’nun, sinema tarihinin en sıra dışı, cüretkar ve
psikedelik animasyonlarından biri sayılan 1973 yapımı Kanashimi no
Beradona / Belladonna of Sadness, bölüm kapsamında festival
izleyicisiyle buluşacak. Fransız tarihçi Jules Michelet’in La
Sorcière adlı kitabından uyarlanan bu tabuyıkıcı animasyon, köyün
baronu tarafından tecavüze uğradıktan sonra şeytanla anlaşma yapan
Jeanne’ın hikâyesini anlatıyor. Son yılların en önemli
keşiflerinden biri olarak gösterilen Belladonna of Sadness, ilk
çıktığı yıllardan bu yana uzun süre ulaşılamayan bir filmdi.
2015’te restore edilen bu sert film, nihayet yıllar sonra dünyanın
pek çok ülkesinde ilk kez gösterilmeye başladı. Geçtiğimiz yıl
Amerika’daki ilk gösterimini gerçekleştirdiği, en önemli fantastik
film festivallerinden kabul edilen Austin’daki Fantastic Fest’de
büyük ses getirdi. Japon animasyon sanatının en büyük kayıp
başyapıtlarından olan bu benzersiz yapım, Japon anime-manga
dünyasının “büyükbabası” Osamu Tezuka’nın yapımcılığını üstlendiği
yetişkinlere yönelik “Animerama” üçlemesinin Eiichi Yamamoto
tarafından çekilen son filmi. Hikayesini görselleştirmekteki
yaratıcılığı ile dikkat çeken filmin benzersiz imgelem dünyası
Ortaçağ tarot kartlarından Gustav Klimt’e uzanan geniş bir ilham
yelpazesine sahip.
'100 TEMEL FİLM'DEN BİRİ, YILLAR SONRA İLK KEZ
BEYAZPERDEDE: KILLER OF SHEEP
Amerikalı dâhi sinemacı Charles Burnett’ın hem ilk filmi hem ilk
başyapıtı 1978 yapımı Killer of Sheep, Los Angeles’ta, Afrika
kökenli Amerikalıların yaşadığı bir mahalledeki gündelik hayatı,
İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin izinden giden bir anlatımla
gösteriyor. Düşük bütçeli ve amatör oyuncuların rol aldığı film,
1981’de Berlin Film Festivali’nde yarıştı ve FIPRESCI ödülü
kazandı. Ancak müzik parçalarının telif sorunu nedeniyle hiç
gösterime giremedi. Yıllar içerisinde kulaktan kulağa yayılarak
Amerikan Bağımsız Sineması’nın kayıp efsanelerinden birine dönüşen
film, 2007’de Steven Soderbergh’in filmin müziklerinin telif
hakkını satın alması sonrası, çekiminin 30 yıl ardından nihayet ilk
kez gösterime girebildi. Düz anlatıdan çok uzak, birbirine gevşekçe
bağlanan vinyetlerin art arda aktığı film, yönetmen Burnett’in UCLA
Sinema Bölümü’ndeki yüksek lisans bitirme tezi olarak çekildi,
Filmi hem yazan hem yöneten Burnett aynı zamanda filmin yapımcısı,
kurgucusu ve görüntü yönetmeniydi. Burnett’in filmi gösterilmeye
başladıktan sonra Amerikan sinemasının kilometre taşlarından biri
olarak kabul görmeye başladı. Amerikan Ulusal Eleştirmenler
Birliği’nin '100 Temel Film' arasına seçtiği filmi, BBC ise 2015
yılında yayınladığı 'En İyi 100 Amerikan Filmi' listesinde 26.
sıraya yerleştirdi. Killer of Sheep, sinemasal değerinin yanı sıra
kenar mahallelerdeki gündelik hayata dair sunduğu benzersiz
gözlemlerle belgesel bir anıt da sayılıyor. Burnett, bu filmdeki
sinemasal yaklaşımıyla farklı yönlerden Cassavetes, Ozu, Altman
gibi deha yönetmenlerle karşılaştırılıyor.