Akif Beki'den tartışma yaratacak "Özgecan" yazısı! Fatmagül'ün hiç mi suçu yok?
Özgecan Aslan cinayetinin ardından Türkiye erkek şiddetini tartışmaya devam ediyor.
Hürriyet gazetesi Akif Beki de bu tartışmalara katılarak, “Suçu
kurbana yüklemek; onun 'aranmasına, etek boyuna, dejenere
yaşantısına, rahat durmamasına' vesair dayandırmak ahlakçı bir
ikiyüzlülüktür... Madalyonun öbür yüzünde ise tersinden bir
ikiyüzlü ahlakçılık var. Tribünlerde, gazetelerde, Twitter mivitır
âlemlerinde önüne gelene dümdüz gidenlerin, cinsiyetçi küfrü logo
yapanların göstermelik ahlakı bu” dedi.
Yazısında erkek şiddetinin sebeplerini sorgulayan Akif Beki,
“Fatmagül'ler, kendi familyalarından bir dolmuş maçosunun
saldırısına uğradığında, en terbiyeli hallerini takınıp hemen
kurbanlaşırlar. Taziye kabulünü dahi kurbanın ailesine bırakmazlar.
Onlar tecavüze uğramış, onlar saldırıya maruz kalmıştır. En önde
saf tutmazlar, hayır, doğruca musalla taşına geçip kurbanın yerini
alırlar. Karşıtları da katildir haliyle, cinayetin hesabı onlardan
sorulacaktır. Baronun bile suçlu diye failin avukatlığını
üstlenmediği şiddetli popülizm farfarası dinince de özlerine,
hırtlıklarına geri dönerler... Ve maalesef maço kültürüyle nihayet
yüzleşme sandığımız şey, giderek bu iki ahlakçılığın gösteri
çarpışmasına evriliyor” görüşünü dile getirdi.
Akif Beki’nin Hürriyet gazetesinin bugünkü (19 Şubat 2015)
nüshasında yayımlanan, “Fatmagül’ün hiç mi suçu yok?”
başlıklı yazısı şöyle:
Fatmagül’ün hiç mi suçu yok?
Bu ahlakçı bir soru.
Ve ahlakçılık, içinde bir miktar ahlaksızlık da barındırır. Çünkü
ikiyüzlüdür.
Kendi ahlakını bırakıp başkasının ahlakını beklemektir ahlakçılık.
O da bizde daha çok 'avrat ve avret yeri bekçiliği'
şeklindedir.
Güzel ahlak, başkasının uçkurunu dikizleyen, çekiştiren ve
yargılayan avret bekçiliğini yasaklar halbuki. Aynı anda hem
ahlaklı hem ahlakçı olunamaz...
Madalyonun iki yüzüne de bakalım ama ikisi de ikiyüzlü
korkarım.
* * *
Kadına şiddetin kökeninde ne var?
Cehalet diyeceğim... Konya'da Selçuk Üniversitesi'nde bir
profesörün kadın meselesi yüzünden evli bir doçenti odasında
boğazlayarak öldürdüğü olay geliyor aklıma. Hocaların arasına giren
kadın da evliydi ve üniversitede sekreterdi. Katil hoca hakeza
evli, karısı da hoca, fakülte dekanıydı... 'Yasak aşk üçgeni'
trajedileri, varoşlarda geçmiyor hep...
Töredir, namus anlayışımızdır diyeceğim... Güney Afrikalı ampute
atlet Oscar Pistorius'u hatırlıyorum. Ne töresi töremize benzer ne
namus kavramı bizim namus kavramımıza. Bir kıskançlık krizinde
sevgilisini vurup öldürdü...
Muhafazakâr tutuculuğudur, Müslüman yobazlığıdır diyecek olsam, dün
örneğini verdim... Dominique Strauss-Kahn bir profesör. Dinimizden
değil. Sosyalist solcu. Açık fikirli. Cinsel özgürlükten yana. Ama
tam bir cinsel saldırgan, yüzüne taktığı centilmen maskesinin
altından bir şehvet canavarı çıktı.
Abazanlık mı, cinsel açlık mı?... Prens Andrew'u kastetmiyoruz
herhalde. Doyumsuzluk, kapalı toplum erkeklerine mahsus değil.
Cinsel özgürlük devrimi yaşamış en açık, en serbest toplumlarda da
doyum sorunları aşılamayabiliyor. Kılıçdaroğlu gibi işsizlikten
diyeceğim... DSK Fransa'da bakanlık yaptı, üniversitede ders
veriyordu, IMF başkanıydı. Hem Özgecan'ın katili de minibüsçü değil
miydi? Ne işsizliği...
* * *
Sapıklığın, maçoluğun, sübyancılığın, saldırganlığın yetiştiği
habitatı sınıflandırmak zor. Ne tam olarak bağnazlık ne
eğitimsizlik sadece ne de tek başına toplumsal yozlaşma...
Erkeğin doğası diyeceğim... Fakat erkekliğin fıtratında olsa dünya
üzerindeki her erkek maço, sapık, saldırgan ve sübyancı olurdu.
Kültürel ya da sınıfsal diyeceğim... toplumdan topluma, tabakadan
tabakaya, kültürden kültüre değişmiyor kadına karşı şiddet
vakaları... Her yerde, her seviyede var. Sayıca geriletilebiliyor
ama durdurulamıyor, bitirilemiyor, sıfırlanamıyor.
Minibüsler diyeceğim, arkasında "Ya benimsin ya kara toprağın"
yazan taksiler... Özgecan'ın katline yanan dolmuşçulara, insan
evladı taksi esnafına haksızlık. İçlerindeki naif erkeğin, kırılgan
babanın, müşfik ağabeyin, kıyamayan kardeşin hayali canlanıyor
gözümde. Geri çekiliyorum...
Kadın cinayetlerinin sırrı, kadın-erkek ilişkilerinin girift
dehlizlerinde, kör kuyuların derinliklerinde diyeceğim... "Beni kör
kuyularda merdivensiz, denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın"
diye sevdiğinin arkasından şiirler, şarkılar yakan âşıklar çıkıyor
karşıma.
* * *
Muhafazakârlığın karışımında bir parça ahlakçılık, biraz namus,
yani kadın bekçiliği elementi vardır, doğru...
O yüzden 'kadını eşit görmeyen kafadır kadının katline sebep'
diyeceğim... Kadın-erkek eşitsizliğini kadın lehine yorumlayan
'pozitif ayrımcılık', 'müspet cinsiyetçilik' kavramları dikilmesin
mi bu kez karşıma! Cinselliğin teşhirinde, yoz yaşanmasında,
çıplaklıkta, açık saçıklıkta arayacağım cinayet sebeplerini...
Tahrik indirimi denen iğrenç gerçek çarpıyor suratıma. Tecavüze,
şiddete ve cinayete mazeretler, hafifletici sebepler bulmanın
alçaklığı irkiltiyor beni.
* * *
Madalyonun iki yüzüne tekrar bakıyorum...
Suçu kurbana yüklemek; onun 'aranmasına, etek boyuna, dejenere
yaşantısına, rahat durmamasına' vesair dayandırmak ahlakçı bir
ikiyüzlülüktür...
Madalyonun öbür yüzünde ise tersinden bir ikiyüzlü ahlakçılık var.
Tribünlerde, gazetelerde, Twitter mivitır âlemlerinde önüne gelene
dümdüz gidenlerin, cinsiyetçi küfrü logo yapanların göstermelik
ahlakı bu.
Fatmagül'ler, kendi familyalarından bir dolmuş maçosunun
saldırısına uğradığında, en terbiyeli hallerini takınıp hemen
kurbanlaşırlar. Taziye kabulünü dahi kurbanın ailesine bırakmazlar.
Onlar tecavüze uğramış, onlar saldırıya maruz kalmıştır. En önde
saf tutmazlar, hayır, doğruca musalla taşına geçip kurbanın yerini
alırlar. Karşıtları da katildir haliyle, cinayetin hesabı onlardan
sorulacaktır. Baronun bile suçlu diye failin avukatlığını
üstlenmediği şiddetli popülizm farfarası dinince de özlerine,
hırtlıklarına geri dönerler...
Ve maalesef maço kültürüyle nihayet yüzleşme sandığımız şey,
giderek bu iki ahlakçılığın gösteri çarpışmasına evriliyor.