21 Şub 2012 14:10 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:21

AKİF BEKİ'DEN TARTIŞILACAK BİR YAZI; ''CEMAAT DE HER TAŞIN ALTINA GİRMESİN!''

Radikal yazarı Akif Beki, cemaate kabahat bulmadığını söyledi ancak cemaatçi görünen bazı kişileri eleştirdi..

Hayır cemaati suçlamıyorum

Yanılıyorsunuz, cemaate falan kabahat bulmuyorum. Görünüşte cemaatçi bazı gayretkeşleri eleştiriyorum sadece.

“Hayır, söylendiği gibi bu bir polis-yargı kalkışması değildir” diyorum.
“Hayır, sanılanın aksine bazı unsurlar devletin kontrolünden çıkıp başka kimsenin emrine girmemiştir” diyorum.
“Hayır, görünenin tersine bir yargı vesayeti yıkılıp yerine başka bir yargı vesayeti kurulmamıştır” diyorum.
En azından bunların olmamasını temenni ediyorum.
“Hayır, sokağa kadar inen yaygın inanışın zıddına, cemaat rivayetleri doğru değildir. Polis kadar, yargı kadar cemaate de bühtandır bu” diyorum.
“Hayır, polis devletin polisi, savcı devletin savcısıdır. Cemaatin polisi, savcısı olmaz” diyorum.
“Sakın töhmet altında bırakmayalım, suizandan sakınalım” diyorum.
“Aman, süper yargı tartışmasını cemaat üzerinden yürütmeyelim” diyorum. Spekülatif yorumlardan değil eldeki somut verilerden, nesnel olgulardan hareket etmeye çağırıyorum. Orada kalmayıp, olan biteni içimizi karıştırmak isteyen gizli ellere, dış mihraklara, yabancı istihbarat servislerine yıkıyorum.
Cemaati suçlamıyorum. Cemaat ithamlarına karşı polisi korumaya ihtimam gösteriyorum, yargıya itina ile yaklaşıp titizleniyorum.
Zaman yazarı gibi, “MOSSAD’dır MOSSAD” diyorum. Çünkü sonuç bir tek İsrail’e yarıyor.
Hüseyin Gülerce’ye katılıyorum; “Yabancı istihbarat teşkilatlarının nam-ı hesabına çalışan ajanlar içimize sızmış, kurumlara nüfuz etmiştir” diyorum.
Gülerce’ye katılıyorum; “Süper savcıyı bu ajanlar yanıltmıştır, dosyayı manipüle etmişlerdir” diyorum.
Gülerce’ye katılıyorum: “Yargı zarar gördü, polis zarar gördü, MİT zarar gördü, hükümet zarar gördü, cemaat zarar gördü. Türkiye sıkıntıya girdi. Kârlı çıkan kim, ona bakın” diyorum.
Cemaate yakın bazı mühim kalemlerle aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyorum.
Bütün bu söylediklerime de inanmak istiyorum.
Ama yine de sanki bunları söyleyen ben değilmişim gibi aymıyor bazı gayretkeşler. Polis-yargı-cemaat kumpası iddialarını yalanlamak yerine beni yalancı çıkarmaya uğraşıyorlar. “Cemaatle ilgili bazı çarpık kanaatler kanıksanmış, bazı sakıncalı algılar yerleşip oturmuş” diyorum.
“Cemaatin siyaset yaptığı; polise, yargıya hâkim olduğu fikrini bari siz benimsemeyin” diyorum. Ben bunları söyledikçe, irtibatlı mecralar beni çürütmek için birbiriyle yarışıyor. Beni ikna etmesi gerekenler herkesten evvel itiraz ediyor. Haklı çıkarmak yerine haksız çıkarma mücadelesine giriyorlar.
Bir polis uygulamasını eleştiriyorum, bağlı olduğu hükümet alınmıyor, onlar üstlerine alınıp muhatap oluyorlar.
Bir yargı tasarrufunu sorguluyorum, onlar rahatsız olup tepki veriyorlar.
Bu elim hadiseyi ben ne kadar cemaate mal etmekten kaçınırsam kaçınayım, onlar savcının, polisin tartışmalı icraatını savunmak için çırpınıyorlar. Hiç olmazsa büyük üstat Said Nursi’nin kainatta dirlik, düzenlik varsa neden ikilik olamayacağına dair metaforunu akla getirsinler.
Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz; olursa kaos olur, kargaşa olur, anarşi olur. Aynen öyle, bir ülkede de iki devlet olmaz.
Cemaatin esas duruşunun devletin birliği için ikilik çıkarmamaktan yana olduğu görüşündeyim hâlâ.
Fakat bazı mensuplarında zahiri tezatlar gözlüyorum. Savcıyla bu gereksiz dayanışma, polise bu lüzumsuz sahiplenme, bu hassasiyet, bu duyarlılık, bu aşırı alınganlık hali cemaatin temel tezleriyle çelişip çatışıyor. Şahsen her taşın altında cemaat aramıyorum. “Ama sureta ilişkili mecralar da her taşın altına girmesin” diyorum. Yanlış mı söylüyorum?

Akif BEKİ / RADİKAL