Akif Beki'den çarpıcı 'İsmail Devrim' sorusu: O gazeteci savcılığa niye çekildi?
Çocuğuna okul pantolonu alamadığı için intihar ettiği iddia edilen İsmail Devrim'in haberini ilk yapan gazeteci suç duyurusu gerekçesiyle savcılığa alınmıştı.
Karar gazetesi yazarı Akif Beki, önce savcılığa alınıp sonra
serbest bırakılan gazeteci Ergün Demir'in "savcılığa neden
alındığını" sordu.
Akif Beki'ye göre İsmail Devrim'in intiharının ardından haberi ilk
yapan gazeteci Ergün Demir'le ilgili bir suç duyurusu
görünmüyordu.
İşte Akif Beki'nin bugünkü yazısından ilgili
bölüm:
O gazeteci savcılığa niye çekildi?
İsmail Devrim’in kendine kıymadan önce “Çocuklarıma bir kıyafet
bile alamayacaksam niye yaşıyorum ki” dediğini, gamzede eşinin
sesinden duyurmuştu. Kocaeli’deki trajik intiharın arka planıyla
ilgili ilk haberi o yapmıştı...
Astakos haber sitesini yöneten gazeteci Ergün Demir, geride kalan
yaslı eşin sesini izinsiz kaydedip yayınladığı suçlamasıyla önce
karakola çekildi, ardından savcılıkça gözaltına alındı, sonra da
adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Dosya ise gizlilik
kararıyla mühürlendi.
Tereddüde düşmez misiniz, savcı bu işlemleriyle bizden ne
beklemektedir diye?
Ergün Demir konuşmayı izinsiz kaydetmediğini, şahitlerin önünde
gazeteci sıfatıyla görüştüğünü söylüyor.
Kederli eşin, sesinin gizlice kayda alınıp yayıldığı iddiasıyla
savcılığa suç duyurusunda bulunduğuna dair bir bilgi de yansımadı
bu arada.
Yaşadığı duygusal travmanın etkisi altındayken yönlendirici
sorularla kendisine istemediği yanlış şeylerin söyletildiği, olayın
sıcaklığıyla şoktayken ve düşünmeden sarf ettiği sözlerin
çarpıtıldığı ya da yaralı bilincinin yerinde olmayışından
yararlanılarak ağzından alınan lafların kastetmediği yerlere
çekildiği gibi bir iddiası da duyulmadı.
Gazeteci hakkında bir şikayet üzerine de harekete geçmiş değil yani
savcı. Resen elini çabuk tutmuş görünüyor.
Canının çok yandığı bir sırada, insani duyarlılık maskesiyle aileye
yanaşan acar gazetecinin, siyasi motivasyonla durumdan istifade
ettiğinden şüphelenmemizi gerektiren bir veri konmadı ortaya.
Zaten meslektaşımız yazmış serencamını; başka kılıkta içlerine
sokulmadığını, habercilik refleksiyle oraya gittiğini, duydukları
karşısında çok sarsıldığını ama soğukkanlı bir şekilde işini
yapmaktan başka bir amaç gütmediğini tane tane anlatmış.
Okul dahil hiçbir kişi ya da kurumu ne töhmet altında bırakmayı, ne
yıpratmayı, ne de bu sarsıcı olayı muhalif propagandaya alet etmeyi
ya da siyasete malzeme çıkarmayı arzuladığını özellikle belirtmiş.
Altında proje, operasyon, ajitasyon, provokasyon, acındırma ve
vicdan sömürüsüne dayalı bir gizli ajanda filan aranmasın diye
okuyucularını sıkı sıkıya tembihlemiş, art niyetlileri baştan
uyarmış. Sadece acı içinde kıvranan eşin feryadını, ne dediyse
kelimesine dahi dokunmadan, olduğu gibi aktarmaya çalışmış.
Ve savcılık, kadıncağızın çığlığına kulak kesilip seri bir şekilde,
alınamayan pantolon yüzünden evladının okuldan çevrilip
çevrilmediğini aydınlatacak yerde, hızlıca iddiayı yalanlıyor.
Yalanlamayı havada bırakan sesli haberin sahibi gazeteciyi de aynı
süratle sorguya alıyor.
Nasıl davranmamız bekleniyor bizden...
O sesi hiç duymamış, o intiharı hiç yaşanmamış, o haberi hiç
yazılmamış gibi mi yapmamızı?
Yoksul velilerin altında ezildiği okul kıyafeti dayatmalarını yok
hükmünde saymamızı mı?
Okul kıyafet ve gereçleri için velilerin anlaşmalı adreslere
yönlendirildiği şayialarını kale almayan tepkiler vermemizi mi?
Şartları müsait olmadığı için altından kalkamayan
ebeveynlerin varlığını dikkate almamamızı, rencide
edilmelerine değip değmediği üzerinde bir dakika bile durup hiç
tartışmamamızı mı?
***
Elbette intihara, bir protesto biçimi olarak yaklaşacak değiliz.
Ama bunun için, intihar edenin aslında bize hiçbir şey demeye
çalışmadığını, ne yaşadıysa kendi içinde olup bittiğini, iç
dünyasında kopan fırtınaların ve onlarla baş etmeyi neden
başaramadığının bizi ilgilendirmediğini, karmaşık bir ruhsal
bunalım sonucunda bu noktaya geldiğini, hayatına son vermek gibi
korkunç bir kararı almasında hiçbir dış etkenin rol oynamadığını,
içinden çıkamadığı karanlık bir girdaba sürüklenmesinin
kaldıramadığı bir harici faktöre bağlanamayacağını, üstesinden
gelemediği her neyse tamamen psikolojik dinamiklerle alakalı
olduğunu, gururuna yediremediği herhangi bir sebebin içe
kapanmasını tetiklediğine yer olmadığını...Dolayısıyla çıkarılacak
bir sonuç yahut soruşturulacak bir boyut da bulunmadığını peşinen
kabul etmemiz mi gerekiyor?