Akif Beki, Hasan Celal Güzel'i böyle anlattı: "Meğer ne enayiymiş rahmetli (!)"
Karar yazarı Akif Beki hayatını kaybeden eski bakan Hasan Celal Güzel'le ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
Karar yazarı Akif Beki hayatını kaybeden eski bakan Hasan Celal
Güzel'in ardından çok güzel şeyler söylendiğini ancak "enayi" diyen
olmadığını söyledi. Beki, Güzel'in "2013’te Sabah gazetesinde
yayınlanan yazısının başlığı 'Meğer ben ne enayiymişim'
şeklindeydi" yazıyı, dün TBMM önünden törenle cenazesini kaldıran
siyasilere ithaf etmişti" dedi.
Beki'nin "Meğer ne enayiymiş rahmetli (!)"
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Ardından çok güzel şeyler söylendi Hasan Celal Güzel’in. ‘Demokrasi
kahramanı’ dendi, ‘dürüstlük abidesi’ dendi... ‘Şöyle ahlaklı
devlet adamıydı’, ‘böyle dolu ve yaman siyasetçiydi’ dendi...
Ama hiç ‘enayi’ diyen olmadı.
Oysa kendi gözünde su katılmamış bir ‘enayi’ydi. Ve bu halinden
zerre şikayeti yoktu. Aksine, enayiliğine doyamıyordu.
Vefat haberi üzerine, THY eski Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu
hatırlattı. 2013’te Sabah gazetesinde yayınlanan yazısının başlığı
“Meğer ben ne enayiymişim” şeklindeydi.
Yazıyı, dün TBMM önünden törenle cenazesini kaldıran siyasilere
ithaf etmişti.
Galiba enayiliği biraz da özendirmek, biraz da teşvik etmek
istiyordu.
Kendisini ‘ıslah olmaz bir enayi’ olarak tanımlarken aslında doyum
olmaz bir enayiliğe güzelleme yapıyordu.
***
Enayiliğinden neleri kaçırdığını kendi kaleminden özetlersek...
‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti yetiştirenlerden kimse
ona.
Bütün ömrü ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçmişti.
‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün kulaklarına
kadar gelirdi.
Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve
kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde kullanırdı. Özel görüşmeleri
için, cebinde daima ankesörlü telefon jetonları taşırdı.
Yüzlerine bakmaya kıyamadığı çocukları, devlet malına ellerini dahi
süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir
defa dahi binmediler.
Bırakınız eşine araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini
çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatında lojmanda dahi
oturmadı.
“Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur” demesi ondan.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa
kaydettirerek devlete intikal ettirirdi.
Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptı; hâlen evinde
bronz plaketler dışında bu dönemlerden tek bir hatıra eşya
göremezsiniz.
Onun anladığı, siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’dı. Siyasî
hayatında önüne çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk
edinmedi.
Bu arada, eşinin uzmanlığıyla ve alın teriyle hak ettiği ‘Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne tayin kararnamesini, nasıl engellediğini de
unutmuyor.
Hizmet hayatı boyunca, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç
yaptırır mıyım?’ lâfı vardı bir de.
Bunları anarken 70’ine merdiven dayamıştı. Hâlâ kirada oturuyordu.
Kendine ait tek mülkü kitaplarıydı...
Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacı dahi
yok’tu.
Fakat bırakın tek bir gün pişmanlık duymayı, son nefesine kadar
enayiliğine şükretti.
Yazıdaki son sözleri “Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye
dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım” idi.
***
Ve yanına bütün siyasi hayatından sadece enayiliği kar kaldı.
Zaten enayiliğini bozdurarak satın alacağı hiçbir dünyalığı, kefen
cebine atıp öbür tarafa götüremeyecekti.
O, son devrin ‘büyük enayi’lerindendi.
Ebediyete uğurlarken dileyelim de yolundan giden enayilerin soyu
bitmesin.