21 Haz 2012 19:41
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:49
AK PARTİLİ OLMADIĞIM İÇİN SABAH GAZETESİ'NDEN KOVULDUM!
Sabah Gazetesinde parlamento ve CHP muhabiri olarak 7 yıl başarılı haberlere imza atan Şenol Ateş, sessiz sedasız işten atıldı. O muhabir isyanını satırlara döktü.
İŞTE ŞENOL ATEŞ’İN BAŞINA GELENLERİ ANLATTIĞI O
YAZI..
SABAH Gazetesi’nde 7 yıla yakın çalıştım. Parlamento ve CHP muhabiri olarak. Muharrem Sarıkaya, Aslı Aydıntaşbaş ve son olarak da Okan Müderrisoğlu bu süre içinde birlikte görev yaptığım Ankara Temsilcileriydi.
İşten atılmam ise Okan Müderrisoğlu’nun temsilciliği sırasında oldu. Beni işten attırmak için Müderrisoğlu’nun nasıl dolaplar çevirdiğine, yüzüme neler deyip arkamdan neler konuştuğuna, korkaklığına, koltuk sevdası için neler yaptığına burada girsem herhalde bir dizi yapmam gerek.
Sadece birkaç olay anlatarak, ’büyük’ gazeteci olmayanların sessiz sedasız nasıl işten atıldığına da dikkat çekmek istiyorum.
ATILMA NEDENİM 1 : AKP’Lİ OLMAMAM, BİR BAŞKA DEYİŞLE AKP KARŞITI OLMAM
SABAH Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, atılmama az kaldığını hissettiğim günlerden birinde, beni odasına davet etti. İstanbul’dan yeni dönmüştü. Şöyle bir diyalog yaşandı aramızda:
O.M: Şenol İstanbul’da senin yüzünden yönetim karşısında zor duruma düştüm.
-Niye, ne oldu ki?
O.M: Sen PMD sitesinde birşeyler yazmışsın. O yazı benim önüme kondu. "Kim bu arkadaş, bizde nasıl çalışıyor" dediler. Seni savunmakta zorlandım.
-Evet yazdım. PMD sitesine yazdığım bir yazı nasıl oluyor da patronların önüne konuyor? Üstelik yazdıklarım yeni değil. Kimseden de saklamam. Onlar benim düşüncelerim. Ben kendimi öyle tanımlıyorum.
O.M: İyi olmamış, keşke yazmasaydın. Zor oldu ama seni savundum, şimdilik bu konu kapandı.
(Parlamento Muhabirleri Derneği(PMD) sitesine kendimi tanımlarken yazdığım ve bu konuşmaya neden olan bölüm şöyle:
... Güneş Gazetesi, UBA, Meydan Gazetesi, TGRT, Panorama ve YÖN dergileri çalıştığım en ciddi kurumlardı.(20 yıllık meslek yaşamımda 8-9 kez iş değiştirdim. Bunların 3-5’inden istifa ettim, diğerlerinden ise atıldım) Halen SABAH Gazetesi’nin Parlamento Muhabiri ve yakın zamanda iktidara gelmesi beklenmeyen Ana Muhalefet partisinden sorumlu muhabir olarak görev yapmaktayım.
"Gazetecinin özel yaşamı, gece gündüzü olmaz, 24 saat gerekirse çalışır" düşüncesine katılmayan, "Gazeteciler de insanca yaşamalı, hayatın zevkini çıkarmalı, ailesine zaman ayırmalı" diyenlerdenim.
Kemalist’im, Atatürk’çüyüm, laikim, demokratım, ulusalcıyım ve Türkiye’nin ne yazık ki Ortaçağ karanlığına gittiğini düşünerek isyan edenlerdenim...)
ATILMA NEDENİM 2 :SENDİKA TEMSİLCİSİ OLMAM, MUHABİRLERİN HAKKINI SAVUNMAM
Türkiye Gazeteciler Sendikası’na(TGS) daha mesleğe başladığım yıllarda,1988’de üye olmuştum. Sendikanın SABAH ve atv’de örgütlendiğini duyduğumda Başkan Ercan İpekçi ile görüştük. Ankara’da bir sendika temsilcisine ihtiyaç duyduklarını söylediğinde hiç düşünmeden "Ben olurum" dedim. Böylece SABAH Ankara büroda sendika temsilcisi oldum.
Bu rahatsızlık yarattı. İşveren de boş durmadı. Yazar Yavuz Donat bir taraftan, temsilci Okan Müderrisoğlu bir taraftan sendika üyesi çalışanlar adeta ’ikna odalarına’ çekildi. İstifa etmeleri, hiç olmazsa sendika eylem ve toplantılarına katılmamaları istendi. Bunda kısmen de başarılı oldular.
Sendikal hareketi kırmak için çalışanların maaşlarına o günün koşullarında iyi oranda, (yüzde 70-100 arası) zamlar yapıldı. Ayrıca yılda iki kez de ikramiye vaadinde bulunulmuştu. Bu hareketlenmeden önce zaten sendika üyesi bazı arkadaşların işlerine son verilmişti.
Maaşına bu anlamda zam yapılmayan tek insan bendim. Benim yarım kadar maaş alan genç arkadaşların maaşı beni yakalamış, benimle üç aşağı beş yukarı aynı parayı alan arkadaşların maaşları ise bir anda neredeyse benim iki katıma çıkmıştı.
Bunun mücadelesini uzunca bir süre verdim, temsilci ile kavgaya varan tartışmalar yaptık. Tepkimi de somut olarak ortaya koydum.
Bu günlerde Okan Müderrisoğlu ile artık olağan hale gelmiş konuşmalarımızdan birisini daha yaptık odasında. Ve yine İstanbul’dan yeni gelmişti. Konuşmanın özeti şöyle:
O.M: İstanbul’da senin durumunu konuştuk. Ben de sana maaş konusunda haksızlık yapıldığını ve düzeltilmesi gerektiğini söyledim.
-Peki ne oldu, yönetim ne dedi?
O.M: Sana daha önce de söylediğim gibi, bu sendika temsilciliğini söylediler. O nedenle yapmadıklarını söylediler.
-Peki ne olacak, beni işten atın o zaman.
O.M: Şenol samimi olarak soruyorum, sen sendika temsilciliğinden istifa etmeyi düşünmez misin?
-Hayır, düşünmüyorum.
O.M: Bak herşeyi konuştum. istifa edersen maaşın çok iyi olacak, çalışma koşulların ve konumun çok düzelecek. Bunları açık açık konuştuk İstanbul’da. Bunu bir düşün.
-Daha önce de söyledim, bugüne kadarki tavrımı sürdürüyorum. Ben sendikadan maaşım artsın, iyi koşullarda çalışayım diye istifa etmem. Hele böyle bir mücadele yürütülürken bunu hiç yapmam. Sendikadan günün birinde istifa edeceksem, bu sadece ben istediğim için ve benim istediğim zaman olur.
O.M: İşte bu tavırların nedeniyle sana zam yapılmıyor. İşi zora sürüyorsun. Sen yine de bir düşün.
-Bunun düşünecek tarafı yok. O zaman İstanbul’la konuş, beni işten atın arkadaş. Böyle yaparak istifa etmemi bekliyorsanız, istifa etmeyeceğimi de bilin.
(Tam bir yıl boyunca maaşıma bir ayarlama yapılmadan, neredeyse 23 yıllık gazeteci olarak muhabirler arasında en düşük maaşı alarak ve yıpratıcı bir mücadele vererek çalıştım. Bir yıl sonra bir ayarlama yapıldı. Yapmak zorunda kalmalarının nedenleri de var, burada işi uzatmayalım.)
ATILMA NEDENİM 3: İTİRAZ ETMEM, BOYUN EĞMEMEM, TEPKİLERİM
İnsan yapısı bu. Patronun temsilcileri olan ve çıkarlarını gözetmekle yükümlü gazetecilerle(!) oldum olası yıldızımız barışmıyordu. Serde doğru bildiğini söylemek, yanlışlara isyan etmek, yalakalık yapmamak var ne de olsa. Gazetecilik yapma kaygısı en başta. Hepsiyle zaman zaman sert tartışmalar yaşadım. Okan’la da elbette. En çok yaptığım tartışmaların ana başlıkları şöyle:
-Sabah yapılan gündem toplantılarında ağzımdan en çok şu sözlerin duyulduğuna çalışanlar şahittir: "Bugün yine AKP’nin yayın organı gibi çıkmışız. Bu kadar da olmaz. Gazetecilik bu değil."
-Sendika temsilcisi ve bir büyükleri olarak, genç arkadaşların kadrosuz çalıştırılmalarını veya 1475 kadrosuyla çalıştırılmalarını sık sık gündeme getirir, itiraz ederdim. Nitekim sendikanın şikayeti üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na giderek tanıklık yaptım, ifade verdim.
-Temsilci gücünü kullanarak benim bulunduğum ortamlarda diğer arkadaşlara hakarete varan sözlerine o anda "Böyle konuşamazsın" diyerek tepki koymuşluğum çoktur.
-Bazı geceler, bazı tatil günleri "gazetecilik böyle" diyerek sadece taciz amaçlı, kıytırık denilebilecek bahanelerle rahatsız edilmeme çok sert tepki verdiğim çoktur. Sanıyorum, bu tavrımdan ötürü kendisi tutanak da tuttu.
-Bunu yazmaktan çok hoşlanmıyorum ama, büro içinde bir arkadaş, bir ağabey olarak sevgi ve saygı görmem de, Okan’ın benden kurtulmak istemesinde bir neden oldu sanıyorum.
BENİ KILIÇDAROĞLU ATTIRMIŞ(!)
Kitap konusu olabilecek olayları bu başlıklar altında genel olarak, kısaca anlattım.
Çok uzattığımı biliyorum ama, konuyu kapatmadan ibret verici bir olayı daha anlatmam gerikiyor.
İşten atıldıktan bir süre sonra kulağıma gelen bazı bilgiler, beni şok etti. "Bu kadar da olmaz. Yalanın bile bir sınırı olur" demekten kendimi alamadım.
Olay şu:
Çok emin kaynaklardan duyduğuma göre, bizi seven bir çalışan Okan Müderrisoğlu’na "Şenol abi, dürüst, işini iyi yapan,sevilen birisiydi. Atılmasına gerek yoktu. Niye attınız" der.
Aldığı yanıt şu:
"Şenol’u ben attırmadım. Kemal Kılıçdaroğlu attırdı. Kemal Bey, genel yayın yönetmeni Erdal Şafak’ı aramış. ’Şenol Deniz Baykal’a yakın bir muhabir. Biliyorsunuz Baykal ve ekibi beni devirmek için planlar yapıyor. Şenol da onlarla beraber hareket ediyor’ diye şikayet etmiş. O yüzden atılmasını İstanbul istedi."
Bu yalana inanacak bir kişi çıkar mı bilmiyorum.
Olayın bu kısmını CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan ile belediye otobüsünde bir karşılaşmamızda paylaştım. "Kemal Bey’e bunu söyleyeyim mi" deyince de, "Senin takdirin. İster söyle ister söyleme" yanıtını verdim. Kılıçdaroğlu’na anlatacağını söyleyince de , "Şimdi benim yerime yeni bir CHP muhabiri görevlendirecekler. Gazetecilikte usül biliyorsunuz, temsilci genel başkandan randevu alır, ’röportaj yapacağız’ diye, sonra da yeni muhabirle birlikte görüşmeye gider. Tabi SABAH kim ne derse desin Türkiye’nin ikinci büyük gazetesi. Genel Başkan görüşmek isteyebilir. Ama bunu bilin de görüşün. Görüşme öncesinde arayınca, ya da görüşme sırasında bunu kendisine bir sorun" dedim.
Son bir not, bu konuşmamızın üzerinde bir ay geçmeden, SABAH Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu yanına yeni CHP muhabiri arkadaşı alarak CHP Genel Merkezi’ne gitti. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile röportaj yaptı.
Söz konusu yalandan söz edildiğini, böylesine önemli bir yalanın, karalamanın olayın kahramanının yüzüne vurulduğunu duymadım. "SABAH’ı karşımıza almayalım, bunu duymamış olalım" anlayışıyla olsa gerek.
Siyaset bu, gazetecilik de bu. Ne diyeyim. Böyle bir camiada bulunmaktan da utanç duyuyorum. Tam zamanında emekli olmuşum.
Şenol Ateş
Kaynak: www.yakinplan.tv
SABAH Gazetesi’nde 7 yıla yakın çalıştım. Parlamento ve CHP muhabiri olarak. Muharrem Sarıkaya, Aslı Aydıntaşbaş ve son olarak da Okan Müderrisoğlu bu süre içinde birlikte görev yaptığım Ankara Temsilcileriydi.
İşten atılmam ise Okan Müderrisoğlu’nun temsilciliği sırasında oldu. Beni işten attırmak için Müderrisoğlu’nun nasıl dolaplar çevirdiğine, yüzüme neler deyip arkamdan neler konuştuğuna, korkaklığına, koltuk sevdası için neler yaptığına burada girsem herhalde bir dizi yapmam gerek.
Sadece birkaç olay anlatarak, ’büyük’ gazeteci olmayanların sessiz sedasız nasıl işten atıldığına da dikkat çekmek istiyorum.
ATILMA NEDENİM 1 : AKP’Lİ OLMAMAM, BİR BAŞKA DEYİŞLE AKP KARŞITI OLMAM
SABAH Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, atılmama az kaldığını hissettiğim günlerden birinde, beni odasına davet etti. İstanbul’dan yeni dönmüştü. Şöyle bir diyalog yaşandı aramızda:
O.M: Şenol İstanbul’da senin yüzünden yönetim karşısında zor duruma düştüm.
-Niye, ne oldu ki?
O.M: Sen PMD sitesinde birşeyler yazmışsın. O yazı benim önüme kondu. "Kim bu arkadaş, bizde nasıl çalışıyor" dediler. Seni savunmakta zorlandım.
-Evet yazdım. PMD sitesine yazdığım bir yazı nasıl oluyor da patronların önüne konuyor? Üstelik yazdıklarım yeni değil. Kimseden de saklamam. Onlar benim düşüncelerim. Ben kendimi öyle tanımlıyorum.
O.M: İyi olmamış, keşke yazmasaydın. Zor oldu ama seni savundum, şimdilik bu konu kapandı.
(Parlamento Muhabirleri Derneği(PMD) sitesine kendimi tanımlarken yazdığım ve bu konuşmaya neden olan bölüm şöyle:
... Güneş Gazetesi, UBA, Meydan Gazetesi, TGRT, Panorama ve YÖN dergileri çalıştığım en ciddi kurumlardı.(20 yıllık meslek yaşamımda 8-9 kez iş değiştirdim. Bunların 3-5’inden istifa ettim, diğerlerinden ise atıldım) Halen SABAH Gazetesi’nin Parlamento Muhabiri ve yakın zamanda iktidara gelmesi beklenmeyen Ana Muhalefet partisinden sorumlu muhabir olarak görev yapmaktayım.
"Gazetecinin özel yaşamı, gece gündüzü olmaz, 24 saat gerekirse çalışır" düşüncesine katılmayan, "Gazeteciler de insanca yaşamalı, hayatın zevkini çıkarmalı, ailesine zaman ayırmalı" diyenlerdenim.
Kemalist’im, Atatürk’çüyüm, laikim, demokratım, ulusalcıyım ve Türkiye’nin ne yazık ki Ortaçağ karanlığına gittiğini düşünerek isyan edenlerdenim...)
ATILMA NEDENİM 2 :SENDİKA TEMSİLCİSİ OLMAM, MUHABİRLERİN HAKKINI SAVUNMAM
Türkiye Gazeteciler Sendikası’na(TGS) daha mesleğe başladığım yıllarda,1988’de üye olmuştum. Sendikanın SABAH ve atv’de örgütlendiğini duyduğumda Başkan Ercan İpekçi ile görüştük. Ankara’da bir sendika temsilcisine ihtiyaç duyduklarını söylediğinde hiç düşünmeden "Ben olurum" dedim. Böylece SABAH Ankara büroda sendika temsilcisi oldum.
Bu rahatsızlık yarattı. İşveren de boş durmadı. Yazar Yavuz Donat bir taraftan, temsilci Okan Müderrisoğlu bir taraftan sendika üyesi çalışanlar adeta ’ikna odalarına’ çekildi. İstifa etmeleri, hiç olmazsa sendika eylem ve toplantılarına katılmamaları istendi. Bunda kısmen de başarılı oldular.
Sendikal hareketi kırmak için çalışanların maaşlarına o günün koşullarında iyi oranda, (yüzde 70-100 arası) zamlar yapıldı. Ayrıca yılda iki kez de ikramiye vaadinde bulunulmuştu. Bu hareketlenmeden önce zaten sendika üyesi bazı arkadaşların işlerine son verilmişti.
Maaşına bu anlamda zam yapılmayan tek insan bendim. Benim yarım kadar maaş alan genç arkadaşların maaşı beni yakalamış, benimle üç aşağı beş yukarı aynı parayı alan arkadaşların maaşları ise bir anda neredeyse benim iki katıma çıkmıştı.
Bunun mücadelesini uzunca bir süre verdim, temsilci ile kavgaya varan tartışmalar yaptık. Tepkimi de somut olarak ortaya koydum.
Bu günlerde Okan Müderrisoğlu ile artık olağan hale gelmiş konuşmalarımızdan birisini daha yaptık odasında. Ve yine İstanbul’dan yeni gelmişti. Konuşmanın özeti şöyle:
O.M: İstanbul’da senin durumunu konuştuk. Ben de sana maaş konusunda haksızlık yapıldığını ve düzeltilmesi gerektiğini söyledim.
-Peki ne oldu, yönetim ne dedi?
O.M: Sana daha önce de söylediğim gibi, bu sendika temsilciliğini söylediler. O nedenle yapmadıklarını söylediler.
-Peki ne olacak, beni işten atın o zaman.
O.M: Şenol samimi olarak soruyorum, sen sendika temsilciliğinden istifa etmeyi düşünmez misin?
-Hayır, düşünmüyorum.
O.M: Bak herşeyi konuştum. istifa edersen maaşın çok iyi olacak, çalışma koşulların ve konumun çok düzelecek. Bunları açık açık konuştuk İstanbul’da. Bunu bir düşün.
-Daha önce de söyledim, bugüne kadarki tavrımı sürdürüyorum. Ben sendikadan maaşım artsın, iyi koşullarda çalışayım diye istifa etmem. Hele böyle bir mücadele yürütülürken bunu hiç yapmam. Sendikadan günün birinde istifa edeceksem, bu sadece ben istediğim için ve benim istediğim zaman olur.
O.M: İşte bu tavırların nedeniyle sana zam yapılmıyor. İşi zora sürüyorsun. Sen yine de bir düşün.
-Bunun düşünecek tarafı yok. O zaman İstanbul’la konuş, beni işten atın arkadaş. Böyle yaparak istifa etmemi bekliyorsanız, istifa etmeyeceğimi de bilin.
(Tam bir yıl boyunca maaşıma bir ayarlama yapılmadan, neredeyse 23 yıllık gazeteci olarak muhabirler arasında en düşük maaşı alarak ve yıpratıcı bir mücadele vererek çalıştım. Bir yıl sonra bir ayarlama yapıldı. Yapmak zorunda kalmalarının nedenleri de var, burada işi uzatmayalım.)
ATILMA NEDENİM 3: İTİRAZ ETMEM, BOYUN EĞMEMEM, TEPKİLERİM
İnsan yapısı bu. Patronun temsilcileri olan ve çıkarlarını gözetmekle yükümlü gazetecilerle(!) oldum olası yıldızımız barışmıyordu. Serde doğru bildiğini söylemek, yanlışlara isyan etmek, yalakalık yapmamak var ne de olsa. Gazetecilik yapma kaygısı en başta. Hepsiyle zaman zaman sert tartışmalar yaşadım. Okan’la da elbette. En çok yaptığım tartışmaların ana başlıkları şöyle:
-Sabah yapılan gündem toplantılarında ağzımdan en çok şu sözlerin duyulduğuna çalışanlar şahittir: "Bugün yine AKP’nin yayın organı gibi çıkmışız. Bu kadar da olmaz. Gazetecilik bu değil."
-Sendika temsilcisi ve bir büyükleri olarak, genç arkadaşların kadrosuz çalıştırılmalarını veya 1475 kadrosuyla çalıştırılmalarını sık sık gündeme getirir, itiraz ederdim. Nitekim sendikanın şikayeti üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na giderek tanıklık yaptım, ifade verdim.
-Temsilci gücünü kullanarak benim bulunduğum ortamlarda diğer arkadaşlara hakarete varan sözlerine o anda "Böyle konuşamazsın" diyerek tepki koymuşluğum çoktur.
-Bazı geceler, bazı tatil günleri "gazetecilik böyle" diyerek sadece taciz amaçlı, kıytırık denilebilecek bahanelerle rahatsız edilmeme çok sert tepki verdiğim çoktur. Sanıyorum, bu tavrımdan ötürü kendisi tutanak da tuttu.
-Bunu yazmaktan çok hoşlanmıyorum ama, büro içinde bir arkadaş, bir ağabey olarak sevgi ve saygı görmem de, Okan’ın benden kurtulmak istemesinde bir neden oldu sanıyorum.
BENİ KILIÇDAROĞLU ATTIRMIŞ(!)
Kitap konusu olabilecek olayları bu başlıklar altında genel olarak, kısaca anlattım.
Çok uzattığımı biliyorum ama, konuyu kapatmadan ibret verici bir olayı daha anlatmam gerikiyor.
İşten atıldıktan bir süre sonra kulağıma gelen bazı bilgiler, beni şok etti. "Bu kadar da olmaz. Yalanın bile bir sınırı olur" demekten kendimi alamadım.
Olay şu:
Çok emin kaynaklardan duyduğuma göre, bizi seven bir çalışan Okan Müderrisoğlu’na "Şenol abi, dürüst, işini iyi yapan,sevilen birisiydi. Atılmasına gerek yoktu. Niye attınız" der.
Aldığı yanıt şu:
"Şenol’u ben attırmadım. Kemal Kılıçdaroğlu attırdı. Kemal Bey, genel yayın yönetmeni Erdal Şafak’ı aramış. ’Şenol Deniz Baykal’a yakın bir muhabir. Biliyorsunuz Baykal ve ekibi beni devirmek için planlar yapıyor. Şenol da onlarla beraber hareket ediyor’ diye şikayet etmiş. O yüzden atılmasını İstanbul istedi."
Bu yalana inanacak bir kişi çıkar mı bilmiyorum.
Olayın bu kısmını CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan ile belediye otobüsünde bir karşılaşmamızda paylaştım. "Kemal Bey’e bunu söyleyeyim mi" deyince de, "Senin takdirin. İster söyle ister söyleme" yanıtını verdim. Kılıçdaroğlu’na anlatacağını söyleyince de , "Şimdi benim yerime yeni bir CHP muhabiri görevlendirecekler. Gazetecilikte usül biliyorsunuz, temsilci genel başkandan randevu alır, ’röportaj yapacağız’ diye, sonra da yeni muhabirle birlikte görüşmeye gider. Tabi SABAH kim ne derse desin Türkiye’nin ikinci büyük gazetesi. Genel Başkan görüşmek isteyebilir. Ama bunu bilin de görüşün. Görüşme öncesinde arayınca, ya da görüşme sırasında bunu kendisine bir sorun" dedim.
Son bir not, bu konuşmamızın üzerinde bir ay geçmeden, SABAH Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu yanına yeni CHP muhabiri arkadaşı alarak CHP Genel Merkezi’ne gitti. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile röportaj yaptı.
Söz konusu yalandan söz edildiğini, böylesine önemli bir yalanın, karalamanın olayın kahramanının yüzüne vurulduğunu duymadım. "SABAH’ı karşımıza almayalım, bunu duymamış olalım" anlayışıyla olsa gerek.
Siyaset bu, gazetecilik de bu. Ne diyeyim. Böyle bir camiada bulunmaktan da utanç duyuyorum. Tam zamanında emekli olmuşum.
Şenol Ateş
Kaynak: www.yakinplan.tv