AHMET TEZCAN'DAN AHMET ALTAN'A İNCE GÖNDERME!
"Taraf Gazetesi uğruna Ahmet Hakanlaşma sürecine girmiş olan Ahmet Altan iç acıtmaktadır"
Ahmet Hakanlaşma Sürecinin Arka Planı
Köşe yazarlığında üslup pespayeliği yeni değildir. Yeni olan ömrü boyunca pespayeliğe yüz vermeyip de iş tiraja, popüler kültüre ve tabii ki kuyruğa dokununca dengesini kaybeden yazarların düştüğü acınası haldir.
Peki örnek vereyim.
Çok iyi bir romancı olmasına rağmen Taraf Gazetesi uğruna Ahmet Hakanlaşma sürecine girmiş olan Ahmet Altan bu tür örneklerin en çok iç acıtanıdır. Hadi Ahmet Hakan üstüne yapışıp kalmış sıfatlardan kurtulup yeni bir mahallede test edilip onaylanma merhalesinde olduğu için yazılarında pespayeliği dikkat çekmeye yarar bir araç olarak kullanıyor diyelim. Ya Ahmet Altan'a ne oluyor? Onun gibi kendini aşmış bilinen bir yazar, nasıl oluyor da özellikle Başbakan sözkonusu olduğunda Ahmet Hakan pespayeliğini neredeyse birebir taklid eder derekeye düşüyor?
Başbakan'a Dayılanma trendinin gazete tirajına katkısı tartışılmaz. Dayılandıkça haftalık ortalama satışlar artıyor. Gerçi Başbakan da kendisine dayılanan oldu mu dayanamıyor, anında laf yetiştiriyor ve gazetenin bayi satışına bir anlamda reklam desteği sağlıyor. Bu etkileşim sürdükçe, yazar üslubu gazete satışına ters oranda aşağı iniyor. Şu sıralarda Ahmet Hakanlaşma sürecinde olan iniş, bu durum devam edecek olursa Kabzımal Ağzı'na dönüşecektir korkarım.
Pazartesi Sohbeti'nde bu hafta konuk ettiğimiz AkParti MKYK üyesi, Sosyal Politikalar Başkan Yardımcısı sosyolog Doç. Dr. Mazhar Bağlı'nın "Hiç bir meziyeti olmayan birini bir demokrasi havarisi haline getirdik" diyerek andığı Nuray Mert de özellikle tartışma üslubunda irticanın yani geriye gidişin zirve örneklerinden biridir. Hadi onunkine Dayılanma değil, "Heyheylenme" diyelim.
Ekranda "heyheylenme"nin seyirci potansiyelini görüp Karadenizlilik perdesi altında boyun damarlarını şişire şişire sivil dikta dellallığı yapmak bir hayli işe yaradı. Ancak spor programlarında görülebilecek bu tartışma üslubunun, bir "bilimsel ağız" ile yapılması pespayeliği iç acıtan noktaya taşıyor.
Peki söylemde bir haklılık payı var mı?
Bu hafta Mazhar Bağlı'ya bunu sordum. Özellikle 3. seçimde yüzde 50 oy baremini yakalayan AkParti ve Başbakan Erdoğan'da bir kurumsal ve kişisel ego ortaya çıkmış olamaz mı? Zira Nuray Mert de Ahmet Altan da daha önce savundukları parti ve liderini şimdi "kibir"le suçluyorlar. Bu suçlamayı çok daha kibirli bir eda ile yapıyor olmaları, var ise şayet öyle bir kibir, ortadan kaldırmaz.
Doç. Dr. Mazhar Bağlı, kibir değil "özgüven" olduğunu söyledi. Bağlı'nın sözlerinden anladığım şu:
Sözkonusu kişiler ve onların seçkinci zihniyeti, daha önce, özellikle 28 Şubat sürecinde demokratik korumaya aldıkları muhafazakar kitlenin, 10 Yıllık AkParti iktidarıyla "özgüven" sahibi olmalarından ve böylece kendilerinin bu kitleye lutfettiği "demokratik vesayete" ihtiyaç duymamalarından müthiş rahatsız oluyorlar.
Çünkü kendini her değer ve her olgunun üzerinde gören bu zihniyet, Rezzak olan Tanrı'nın daima rızka muhtaç kullara ihtiyaç duyması gibi, sürekli olarak kendilerinin "demokratik vesayetlerine" muhtaç kitleler olsun istiyor.
Dün anti-demokratik vesayet karşısında muhafazakarlar onların bu ihtiyacını karşılıyordu. Bugün o kitle, rüşdünü ispat etmiş ve Erdoğan'ın tabiriyle "her türlü vesayet ve velayete karşı" çıkacak bir özgüvene kavuşmuş görünüyor.
O halde yapılacak olan nedir?
Demokratik Vasi olabilmek için yeni muhtaç kitlelere yönelmek.
Doçent Bağlı ile söyleştikten sonra, Taraf'taki "Esselamün Aleyküm Apo" manşetini ve Nuray Mert'in BDP'lilerle birlikte Uludere Faciası'na kahkahalar atan görüntüsünü biraz daha iyi anlamaya başladım galiba.
Öyle ya da böyle...
Mazhar Bağlı'nın "Kibir değil Özgüven" sözleri yeni bir tatışmayı başlatacak sanki!
Ahmet TEZCAN / PUSULA GAZETESİ