Ahmet Taşgetiren'i isyan ettirdiler: Beni boğunca, bana yazdırmayınca kaç puan gelecek Evet'e?
Ahmet Taşgetiren, kendisine yönelik eleştirilere ve Ethem Sancak'a yapılan "kov" çağrılarına bir kez daha itiraz etti...
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, AKP'nin kendi tabanını tahkim etmek
için kamplaştırıcı dil kullanmasını öteden beri eleştirdiğini
savunarak "Diyelim 'Bana savaş açmış bir çevre' neresinde duruyor
bu 'Evet' kampanyasının? Beni boğunca, beni yazdırmayınca kaç puan
gelecek Evet'e? Benim gibi onlarca insan var, hepsi bir çamur
odağının boy hedefi. Kim nereye yerleştiriliyor, bir kampanya
planlanırken?" dedi.
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, gazeteci Cemil Barlas ve
Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adını anmadan "Kendisini kelepçeyle
meclis kürsüsüne bağlayan CHP'li kadın milletvekili üzerinden hiç
anlamadığımız, hiçbir zaman da anlayamayacağımız şekilde
'seks içerikli, derili merili' espriler yapmayı 'uygun' bulan
adamla aynı kafada, aynı safta, aynı mahallede sanılmaktan çok
bunaldık be reis" demişti. Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara
Milletvekili Aydın Ünal da İsmail Kılıçarslan söz konusu yazısını
sosyal medya hesabında paylaşarak Barlas ve Uğur'u hamam böceğine
benzetmişti. Ünal, daha sonra kaleme aldığı yazısında AKP reklam
kampanyalarının mimarı Erol Olçok'un "mahalleye dadanan
haşerat tarafından 'ihanet'le itham edildiğini" öne sürmüştü.
Türkiye yazarı Fuat Uğur ise, İsmail Kılıçarslan'a yönelik
olarak "15 Temmuz gecesi saat 23.00’te bile neden 'Aman
sükûnette fayda var' diyebildiklerini de. Aynı kişinin ve
benzerlerinin 17 Aralık’tan sonra da Fetullah Gülen amcasına toz
kondurmamasını unutmuştuk ama artık acı biçimde hatırlıyoruz"
demiş, Yeni Şafak gazetesini "Erdoğan karşıtlığına yakıt taşımak"la
suçlamıştı. Uğur, Aydın Ünal için ise, "Her neyse, sonuçta bu
şeffaflık iyidir. Evvelden ne müttefik belliydi, ne de sığınakların
yeri" ifadesini kullanmıştı.
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, Fuat Uğur'un söz konusu yazısına
tepki göstermişti. Taşgetiren, "Fuat Uğur Yeni Şafak’ı, yıllardır
Cumhurbaşkanı’nın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal’ı
yargılıyor. Pes artık" ifadesini kullanmıştı. Taşgetiren, daha
sonra "AKP'li trollerin kendisini hedef aldığını" savunarak
"Bazıları, benim de zaman zaman rica - minnet davet edildiğim TV
ekranlarından Ethem Sancak'a seslenip 'Niye hala Star'da
yazdırıyorsun ki' diye soruyor. Sosyal medya diye bir çamur deryası
var zaten, oranın trolleri dolu dizgin" demişti.
Ahmet Taşgetiren'in "Balkon dilini öne taşımak" başlığıyla
yayımlanan (14 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Ak Parti'nin kendi tabanını tahkim (konsolide) etmek için
kamplaştırıcı dil kullanmasını öteden beri eleştirdim. Gerekçem: Ak
Parti'nin ruh dokusunun, aldığı oydan çok daha geniş toplum
kesimlerini kapsayıcı nitelikte olduğu, ya da olması gerektiği
kanaatiyle alakalı. Ben öteden (taaa Erbakan Hoca'dan) beri “Biz 78
milyon -bugün 80 milyon- insanın partisiyiz” söylemini önemsedim ve
bu söylemin içinin davranışlarla doldurulması gerektiğini
düşündüm.
“Din dili”nin “Kalb dili” olması gerektiğini düşündüm hep.
Danışmanlığını yaptığım Erkam Radyo'nun tanımlayıcı sözcüğü“Kalbin
Sesi” ifadesini de ben teklif ettim.
“Bizim siyasetimiz”in bir boyutunun “İslam Daveti” ile alakalı
olduğuna da inandım. Biz öyle görmesek de dışardan bakanların bizim
“Müslüman kimliğimiz”le “Siyasetimiz” arasında ilişki
kurabileceğini, artılarımızın insanların yüreklerine artı,
eksilerimizin eksi olarak yansıyabileceğini düşündüm.
Bu yaklaşım, “Naif” diye nitelenebilir, ama ben insanın siyasetinin
de değerleriyle iç içe olduğunu düşünüyorum.
O sebeple de toplumu kategorize ederek, hatta başkaları zaten
kategorize ediyor gerekçesiyle- kategorize ederek, kendi alanımızı
tahkim adına bir kesimi dışlamayı pozitif söylem çerçevesinde
görmüyorum. Açık yazayım: Evet ve Hayır'ları “ihanet” bağlamında
görmenin her şekline karşıyım.
Bunun için “Balkon dilini öne çekmek” gibi bir başlık koydum
yazıma. “Öne çekmek” yani, referandum sonrasında “Balkona
çıkılacaksa” orada söylenecek olanların iç dokusunu bugünlerde
seslendirmek...
Herkes biliyor, Ak Parti seçim zaferlerinden sonra balkona çıktı ve
halka “Seçim sürecinde ne söylendi ise söylendi, şimdi tüm Türkiye
olarak kalplerimizin ortak çarpması zamanı” çerçevesinde konuşmalar
yaptı. Ak Parti bu söylemi sevdi. Aslında bu söylem, ilk defa icra
edildiğinde, Ak Parti'ye oy vermeyen toplum kesimleri tarafından da
sevildi. “İşte böyle” dendi. Kucaklayıcı tavır selamlandı. Daha
sonra gerginlikler arttıkça, “Balkonda şöyle konuşulmuştu” gibi
hatırlatmalar yapıldı. Sonra da sanki “Balkonda konuşuluyor, orada
kalınıyor” gibi ifadelerle serzenişler dile getirildi.
O dönemler, seçim söz konusuydu, parti yarışlarında “sertlikler –
kendi kampını tahkim etme refleksleri” tolere ediliyordu. Bugün
sistem değişimi çerçevesinde bir halk oylaması söz konusu. İşin
lokomotifi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti herhalde çok
yüksek bir “Evet” yüzdesi çıkmasını ister. Taşın altına elini koyan
ve riske katılan MHP - Bahçeli de, düşük yüzdelerden rahatsızlık
duyacaktır.
Peki nasıl yükselir oylar?
Tabanlar, kategorize edilmiş söylemlerle konsolide edilerek mi?
Üstelik trol takımının hiçbir ahlaki hassasiyet göstermeden önüne
gelene çamur attığı bir ortamın, bu kategorizasyonda rol alması
hatta “ön yüz” haline gelmesi ile mi?
“Balkon konuşması”demek, parti ayrımını aşıp, “Ak Parti'ye oy
vermiş vermemiş herkese hizmet için buradayız” demektir.
İşte bu dilin, bugün referandum için devreye sokulmasını
kastediyorum “Balkon konuşmasını öne çekmek”le.
Ortamı -toplumsal algıların nasıl seyrettiğini- doğru görmek
lazım.
Olağanüstü halin yeni gelecek sisteme bir yükleme yaptığını, “Böyle
bir sistem mi oluşacak?” sorusunun zihinlerde iz bıraktığını görmek
lazım.
Diyelim “Bana savaş açmış bir çevre” neresinde duruyor bu “Evet”
kampanyasının? Beni boğunca, beni yazdırmayınca kaç puan gelecek
Evet'e? Benim gibi onlarca insan var, hepsi bir çamur odağının boy
hedefi... Kim nereye yerleştiriliyor, bir kampanya
planlanırken?
Ben derim ki, Tayyip Erdoğan'ın hizmetleri anlatılsın, memleket
sevdası anlatılsın, 80 milyona yönelik kuşatıcılığı öne çıkarılsın,
“Evet diyen de Hayır diyen de bizimdir” söylemi öne çıksın. Bence
düşmanlaştırmaktan çok daha etkili olacaktır. Yine diyorum, evet
demokratik sonuç olacaktır ama, yüzde 40'larda “İhanet”le
tanımlanan bir “Hayır” Türkiye için sağlık göstergesi
olmayacaktır.
Son not: Tayyip Bey'le birlikte Abdullah Gül'ü ve Ahmet
Davutoğlu'nu sevmek günah değildir.