Ahmet Taşgetiren detayları paylaştı! Cemaatinden nasıl kovuldu?
Ahmet Taşgetiren, Karar gazetesindeki bugün köşesinde Erenköy Cemaati'nin yayın organlarından ayrılığının nedenini yazdı.
Karar gazetesi köşe yazarı Ahmet Taşgetiren’in, Erenköy Cemaati’nin yayın organları Erkam Radyo’daki programına ve Altınoluk Dergisi’ndeki Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü görevine son verilmişti.
Taşgetiren’in, Erenköy Cemaati’nin yayın organlarına gönderilmesine neden olan olayın da TV5’te Yıldıray Oğur’un sunduğu Medya Analiz programı olduğu iddia edilmişti. Taşgetiren o programda, “12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim” demişti. Taşgetiren’in bu sözleri AK Parti yönetiminde ciddi rahatsızlığa neden olmuştu.
Ahmet Taşgetiren, Karar gazetesindeki bugün köşesinde ayrılığın nedenini yazdı. Taşgetiren yazısında, “Peki ne oldu” diye yazdıktan sonra Erenköy Cemaati’nin yayınlarından ayrılmasının detaylarını paylaştı. Ayrılığın nedeninin TV5’teki sözleri olduğunu da yazısında geçiren Taşgetiren, Erenköy Cemaati’ne sitem etti. Taşgetiren yazısının sonunda TV5 ekranlarında söylediği, “12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim” ifadelerini tekrar ederek, “Ne dersiniz yanlış mı söylemişim?” şeklinde yazdı.
Ahmet Taşgetiren’in bugünkü yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Türkiye uzunca bir süredir sancılı dönemlerden geçiyor. İktidarda dindar bir kadro var. Ahmet Taşgetiren de Altınoluk’taki yazı işleri sorumluluğu dışında gazetelerde köşe yazarlığı yapan bir insan.
Geçtiğimiz 33 yılda Altınoluk yazıişleri sorumluluğu yanında yazarlık da devam etmiş. “İslamcı yazar” tanımı Ahmet Taşgetiren’in köşe yazarlığı için yapılmış. Ne demek bu? İslam’la, Müslümanla ilgili bir derdi var, demek. Bu derdi taşımayı onur olarak gördüm hep. Altınoluk bir alan, yazı hayatı diğer alan, ama islamî sorumluluk cephesinden ikisi birbirini bütünleyen hizmetler. Merhum Musa Topbaş Efendi’nin (rh.a) Yeni Şafak’ta yazdığım yıllarda her karşılaşmamızda “Yaz Ahmet Bey yaz” dediğini en iyi Abdullah Bey bilir.
Sancılı süreç yaşanıyor, dedim.
Yazı hayatımda dindar siyasi kadrolara yönelik yazılar zaman zaman sorun oldu. Bir tabanı var siyasi kadroların, onlar heyecanla desteklenmesini istiyorlar, ama yazar, parti insanı değildir, ondan parti insanı gibi “taraftar”lık yerine doğru gözlemcilik ve sağlıklı değerlendirme beklenir. Yazar dışardan bakar ve yürüyen hareket içinde yer alanların görmediğini görüp, uyarmaya çalışır. “İslamcı yazar” dindar siyasi kadroların yürüyüşü konusunda daha duyarlıdır ve onları uyarmak daha hayati bir sorumluluktur. Çünkü siyasette ayak sürçmelerin İslam varlığına yönelik bedeli daha ağır olur.
Bu sebeple, Refah döneminde de eleştirel görüşlerimiz oldu, Ak Parti iktidarı döneminde de. Her iki dönemde de “Taban”dan tepkiler oldu, Ak Parti döneminde ise hem tabandan hem tavandan tepki aldım.
Ben ise ilişkimi “Destek ve murakabe” ekseninde değerlendirdim. Ve bunun dindar siyasi kadrolar açısından olumlu bir katkı olarak görülmesini arzu ettim. Çalışma masamın arkasında “Kalem suresi”nin ilk harfinin istifi vardır. İlk ayetler yazı disiplinimi oluşturmuştur. “Nûn vel kalemi vemâ yesturûn. — Kalem ve yazdıkları şahit olsun ki.” Kalem ve yazılanlar tanıklık edecek yarın mahşer ikliminde. O bilinçle yazmak başlı başına bir yazı disiplinidir. Bunun böyle görülmesini istedim.
Öyle olmadı.
Tepkiler tabandan ve tavandan Hüdayi Camiası’na kadar ulaştı.
Şunu ifade etmem lazım. Ben hiçbir dönemde ne yazılarımda ne tv konuşmalarımda ne de konferanslarımda “Erenköy Camiasının sözcüsü” olmadım. Evet Camia’nın dergisinin yazıişleri müdürlüğünü yaptım ama, Camia’nın karar merkezinin dergi olmadığını bu işten anlayan herkes bilir.
Ben eminim, Ak Parti iktidarının zirveleri de Ahmet Taşgetiren’in camia için belirleyici olmadığından adı gibi emindir.
Kaldı ki, Camia adına iktidara destek niteliğinde yapılan net açıklamalar vardır.
Camianın tabanına bakıldığında da Ahmet Taşgetiren’in değerlendirmelerinin değil, diyelim Hüdayi Vakfı adına yapılan açıklamaların bağlayıcı olduğu görülür.
Bu süreçte, Star’da yazdığımız bazı yazılar gazete bünyesinde gerilime yol açtı ve Star’dan ayrıldım.
Bir ara Vakıf’tan bir heyet Erkam Radyo’daki çalışma ofisime gelerek “Yazı yazmamam”ı rica etti. Ben o ara Erkam Radyo’da sabahları yaptığım “Medya ve Gündem Analizi” programını bıraktım. Bir süre herhangi bir gazetede yazı yazmadım. Neredeyse bir yıl oldu, yazmıyordum, ama bir yazar olarak sorumluluğum yok muydu, muhalefet insanı değildim, politikacı değildim, bütün yazılarım siyasi yazı niteliğinde değildi, niçin yazmayacaktım? Yazmaya karar verdim ve Karar’ın epeyce bir zamandır yapmakta olduğu teklifi kabul ettim.
3–4 ay mı oldu, evet.
TV-5'teki program… Yine bir toplantı:
-Tepkiler var, ne yapalım?
Dedim ben:
-Ben Altınoluk çıktığından beri gazetelerde yazıyorum. Altınoluk ise siyaset yapmıyor. Altınoluk’ta da siyaset yazısı yazmadım. Ben cemaatin sözcüsü değilim. Benim bütün yazılarım siyasi yazı da değil, muhalif yazı da değil. Bugüne kadar da benden Altınoluk dışında yazmamam, konuşmamam istenmedi. Şimdi neden “Ya Altınoluk ya yazılar?” deniyor?
O ortamda “Cemaatin siyasileşmesini doğru bulmadığımı” söyledim. “Eğer bir tercih yapmam isteniyorsa yazmaya devam etmek isterim. Bu Altınoluk’u bırakmak demekse bırakırım.” dedim. Oradaki kişilerin buna hazır olduğu izlenimini aldım. Ertesi gün de Abdullah Sert Bey ile görüşerek ayrılış sürecini başlattık.
Bu görüşmelerde Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin “Yazılarınızdan çok istifa ettim. Bu bir iltifat değil, samimi hislerimi söylüyorum. En büyük üzüntüm yazılarınızı okuyamamak ve sizin üzülmüş olmanız” demesi içimde saklı kalacaktır.
Altınoluk bünyesinde 33 yıllık beraberlik demek, Türkiye’nin doğusu batısı, kuzeyi güneyinde yüzbinlerce insanla hukuk paylaşımı demektir. Söz söyledik, sohbet ettik, yedik içtik… Tuz — ekmek hukukumuz var. Herkesten helallik diliyorum.
33 yıl süreyle hizmet zemini açıldı, şükranlarımı sunuyorum.
Siyaset zemini birbirimizi yargılayıp dışladığımız bir zemin olmamalı. İnsanların üstünün çizilmesi kadar büyük zarar yoktur bu tür süreçlerde. Birini vazgeçilmezleştirip, diğerlerini yokluğa mahkum etmek değildir İslam’ın insan ilişkisi. Bu tür olaylara bir de bu açıdan bakıp değerlendirmekte yarar var. Ana dava ne? Kim nereye düşüyor o davadan bakıldığında? Ana mesele bunu doğru görmek…
Kalbi selamlar, dualar…
……..
Burada kayda geçilmesi gereken bir şey daha var.
Tv 5'teki programda şöyle demiştim?
“12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim”
Ne dersiniz yanlış mı söylemişim?”