AHMET ŞIK'IN SUÇSUZ OLDUĞUNA ÇOK EMİNİM.NEREDEN Mİ BİLİYORUM?
Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak da çalışan gazeteci Ahmet Şık ile ilgili İletişim Fakültesi Dekanı Halil Nalçaoğlu Akşam'a konuştu.
Şık’a ’istediğini yaz’ dememiz gerekiyor
Ergenekon soruşturmasında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın mesai arkadaşı Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Halil Nalçaoğlu’na göre konumuz basın özgürlüğü. O nedenle, ne yazmış olursa olsun, Şık’a sonuna kadar destek olup, istediğini yazabilirsin dememiz gerekiyor
Türkiye günlerdir Ergenekon davası sürecinde son tutuklanan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener ile yayımlanmamış kitabın baskınlarla bilgisayarlardan silinmesini konuşuyor. Tüm bu süreci Şık’ın öğretim görevlisi olarak çalıştığı Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu ile görüştük. Nalçaoğlu, mesai arkadaşı Şık’ın tutuklanmasından oldukça üzgün, AKŞAM’ın sorularını yanıtlıyor:
- Basına tehditler bugüne ait bir olgu değil...
Özellikle demokratik olma iddiasındaki bir toplum ve devlet yapılanması için basının hayati önemi var. Türkiye’nin tarihine baktığımız zaman basın her zaman iktidarlar tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Basın üzerinde yaptırımlar, baskılar uygulanmış, gazeteciler gözaltına alınmış, tutuklanmış, işkence görmüş, öldürülmüştür. Basının hayati işlevi yöneticiler tarafından bir tehdit olarak görülmüştür. Tek elden alınan kararlar yönetilenleri mutlu eder mi? Tabii ki etmez. İnsanlar sokaklara dökülüp ya başbakanların kapısında bağırır ya da eleştirilerini basın kanalıyla aktarır. Türkiye’de olan bu. ’Türkiye’de basın ve demokrasi yerlerde sürünüyor’ ya da ’her şey süper gidiyor’ demek düz ve indirgemeci bir cevap olur. Doğru olan şu sanırım. Basını anlamak için toplumu daha iyi analiz etmek gerekir. Türkiye’de toplum son 15-20 yıldır, ideolojik ayrımların hayata yansıdığı çok ciddi bir fikri bölünme içinde. Basın da bu ayrışmanın besleyicisi olarak işlev görüyor. Bu oldukça tehlikeli. Siyasi alanda yapacağımız analizde parlak bir tablo yok. Bunun da en belirgin göstergesi İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlilerinden Ahmet Şık’ın gözaltı süreci. Yayımlanmamış kitabının bir mesnet, bir dayanak kabul edilerek tutuklanması kabul edilebilir bir şey midir? Şık’ın yayınevi de basıldı. Aranan şey ise henüz basılmamış bir kitap. Bunu gerçekten de basın tarihinde bir leke olarak hatırlayacağız.
TOPLUM ANLAM VEREMİYOR
- Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmaları bir kırılma noktası diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Çalışma arkadaşlarımdan biri. Bizi büyük bir şaşkınlığa sevk etti. Sürecin tümüne baktığımız zaman başka bir resim görüyoruz fakat olayların içindeki bazı parçalara baktığımız zaman bunu sürecin bütünün içine yerleştiremiyoruz: Tıpkı Türkan Saylan olayı gibi... Toplumda şaşkınlık, yaşananlara anlam verememe hali söz konusu. Basının bir işlevi de hayatı anlamlandırabilmektir. Ama basın bugün gazetecilerin neden Ergenekon’dan neden tutuklandığının yanıtını bulamadı. Bu tutuklamalar, kafamızdaki haritaya oturmadı, aksine bulandı.
- Daha önce de böyle süreçler yaşandı...
Bunu bir basın tarihçisine soracak olursanız size çok daha sert uygulamaların olduğu Abdülhamit ya da tek parti döneminden bahsedecektir. Ama şu anda Abdülhamit döneminde değiliz. Evet bugün Türkiye’nin demokratikleşme sürecine girdiği, Kürt, Ermeni, Kıbrıs gibi sorunlarını çok daha rahat konuşabildiği bir dönemdeyiz. Tüm bunlara rağmen AKP hükümeti basın üzerinde baskı kuruyor mu diye soracak olursanız, basın üzerinde bugün Türkiye’nin hak etmediği kadar baskı olduğunu söyleyebilirim.
- Bir yandan demokratikleşme süreci, diğer yandan giderek artan bir baskı...
Hükümet demokratikleşme sürecini çok iyi yönetiyor ama buna rağmen kutuplaşma yaşanıyorsa bu çok kötü bir durum. Şayet süreci yönetemiyor da ayrışma oluyorsa bu daha da kötü. Burada bir alternatif duruş olarak muhalefet partilerine çok iş düşüyor. Güçlü bir muhalif sesin yükselmesi yönetimin x bölgesine yaptığı uygulamaların y bölgesine de ulaşmasını sağlayacaktır. İnsanları sakın aptal sanmayın. Talepler giderek artacak, ’artık bu kadar da olmaz’ denilen noktaya gelinecektir. Nitekim bugün iktidardan yana görüş beyan eden fikir adamlarının bile son olaylarla ilgili duraksadıklarını, doğru bulmadıklarını ifade ettiklerini görüyoruz. Bu iyi bir işaret. Kutuplar arasında köprü kurabildiği anlamını taşır.
PARTİLERDEN ORTAK SES ÇIKMALI
- Bu son olaylar korku toplumu yaratılmaya çalışılıyor iddialarını güçlendiriyor mu?
Evet, bir korku atmosferi var Türkiye’de. Esasında korku irrasyonel bir şeydir. Göle atılmış taş gibi dalga dalga herkese yansır. Mesela Ahmet Şık’ın tutuklanması; ’Acaba sıra üniversitelere mi geldi’ korkusunu yarattı. ’Medya operasyonu bitti, şimdi üniversite operasyonu mu başlayacak’ gibi endişeli düşünceler üniversite çevrelerinde başgöstermeye başladı.
- Peki bu konuda şu ana kadar muhalefetin icraatlarını nasıl buluyorsunuz?
Tabii ki iyi bulmuyorum. Daha da yükseltmeliler seslerini, daha güçlü ortaklıklarla seslerini duyurmalılar. Mesela herkesi rahatsız eden bu atmosferde, bir ittifak görmek isteriz. BDP, MHP ve CHP’yi ortak bir ses olarak görmek isteriz. Nasıl farklı düşüncelerdeki gazeteciler bir araya geldi, siyasi partiler de kendi siyasi hesaplarını bir kenara itip bu olayların takipçisi olmalıdırlar.
BATI’DA BÖYLE BİR ŞEY OLMAZ
- ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone Ergenekon ve tutuklanan gazetecilerin durumunu anlayamadığını belirtmişti...
Düşünün ki siz yurtdışında uluslararası yayınları inceleyen bir aktivistsiniz. Biri gelip size ’60 gazeteci içeride’ dediği anda düşüneceğiniz tek şey, ’Ya bu ülkedeki gazeteciler toptan şaşırmış ya da yanlış söyledikleri anda derdest ediliyorlar. Özellikle köklü demokrasileri olan Batı toplumlarına baktığımızda böyle bir örnek göremezsiniz. Sadece İtalya’da ’temiz eller operasyonları’ olmuştu. Özel olarak incelemedim ama orada da böyle bir durum kesinlikle yaşanmamıştı.
- Süreç böyle devam ederse, geleceği nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye bir testten geçiyor. Şunu unutmayın ki hiçbir zaman için sizi mutlak anlamda mutlu eden bir siyasi parti gelmeyecektir karşınıza. 12 Haziran seçimleri yaklaşıyor. Eğer basın üzerindeki bu baskı ve tutuklamalar devam ederse, bu seçimde olmasa bile başka bir seçimde, başka bir platformda AKP muhakkak çok ciddi yara alır. Tabii eşzamanlı olarak bu testten basın da geçiyor. Şık’a yarı şaka şunu söylemiştim, ’Sana dünyanın en zor işini, öğretmenliği verdik. Üzerine bir de çok zor bir meslek olan gazeteciliği yapıyorsun. İkisi birleşti başına gelmeyen kalmadı.’ Evet basın bu testten alnının akıyla çıkmak zorunda. Onurlu gazetecilerin elinde kağıdı, kalemi, ses kayıt cihazı vardır. Bunları hakikatlerin olduğu yöne doğrultmaları, cesaretle doğru bildikleri yolda yürümeleri gerekir. Ancak bu şekilde basın bu testten geçebilir...
’AHMET’İN SUÇSUZ OLDUĞUNA ÇOK EMİNİM’
Ne yazmış olursa olsun, basın özgürlüğü ise konumuz, bizim Ahmet Şık’a şunu söylememiz lazım, ’İstediğini yazabilirsin.’ Şık’ın yeni bir kitap yazdığından haberim yoktu ama ismi Ergenekon davasıyla ilgili geçmeye başladığı zaman birkaç kere şakalaşmıştık. Son konuşmamızdan tam üç gün sonra okulumuzda organize suçlardan arkadaşları gördüğümüzde travmatize olduk. Yayımlanmamış bir kitap için yapılanlar işin trajikomik tarafını bize gösteriyor. Ama tabii belki de tutuklanma sebepleri bu değildir... Şık’ın mesai arkadaşı olarak çok açık söylemeliyim, gerekirse herkesten özür dilemeye de hazırım, Şık’ın halkı kin ve nefrete sevk etmek için bir terör örgütüne üye olacağına, cürüm işleyeceğine asla inanmıyorum. Nereden mi biliyorum? Çünkü Şık, yakın arkadaşım beraber çalışıyoruz, o yüzden onun suçsuz olduğuna eminim.
Burcu Bulut/Akşam