Ahmet Şık: Sistemin tokadını yemeyen demokrasinin kıymetini öğrenemez!
Gazeteci Ahmet Şık, Cumhuriyet gazetesinde cemaate yakın medya kuruluşlarına düzenlenen operasyonu yazdı.
Emniyet'teki cemaat yapılanmasıyla ilgili "İmamın ordusu" adlı
kitabı yazdığı sırada tutuklanan ve 375 gün tutuklu kaldıktan sonra
serbest bırakılan gazeteci Ahmet Şık, cemaate yakın medya
kuruluşlarına yönelik olarak başlatılan operasyona ilişkin "Hitler"
örneğini verdi.
Şık yazısında, "Sistemin tokadını yemeyen demokrasinin de,
demokrasiyi var kılan değerlerin de kıymetini öğrenemez. Tokat atan
pozisyonundan tokat yiyene dönüşen Cemaat’in demokrasiden ve basın
özgürlüğünden bahsetmesinin nedeni de budur" dedi.
Şık yazısında şu ifadeleri kullandı:
"AKP’nin siyasal desteğini arkasına alan Cemaat’in kontrgerilla
unsurları olan polis ve yargı mensuplarının işbirliğiyle,
medyasının kamusal meşruiyet uğraşlarıyla hapsedildiğim Silivri’den
çıkarken yaptığım konuşmayı da verdiğim sözü de unutmuş değilim. Bu
komploları düzenleyenler o cezaevine girecekler. Bugün olduğu gibi
iktidarı paylaşım savaşının doğurduğu bir rövanşizmle değil. Samimi
bir yüzleşmeyle, hukuk ve demokrasiyi merkeze alan, gerçek suçlunun
gerçek suçundan yargılandığı adil bir soruşturmayla. O gün
yargılananlar sadece Cemaat’in kontrgerilla faaliyetleri yürüten
mensupları değil, tetikçilerinin sırtını sıvazlayan Recep Tayyip
Erdoğan başta olmak üzere dönemin muktedirleri de olacak. Ancak o
günün gelmesi için, özgürlükçü, kalıcı ve yaygın bir demokrasiyi
Türkiye’de var kılmak için şimdi konuşmak zamanı."
Ahmet Şık'ın Cumhuriyet'te "‘Uzun bıçaklar’ operasyonu" başlığıyla
yayımlanan (15 Aralık 2014) yazısı şöyle:
‘Uzun bıçaklar’ operasyonu
Tarihten bir anımsatma, bugün yaşananları kavramamızda faydalı
olabilir. “Yeni Türkiye” denilen faşizm döneminin kurucu
güçlerinden Cemaat’in, kendi yarattığı sistemin tokadını yemesinin
örneği 80 yıl öncesinde de yaşanmıştı. 1934 yılının 30 Haziran’ını
1 Temmuz’a bağlayan gece gerçekleştirilen operasyonu tarih, “Uzun
Bıçaklar Gecesi” diye kaydetti. Dünyanın adı en çok bilinen faşisti
olan Hitler’in, iktidar yolculuğunda büyük görevler üstlenen,
“kahverengi gömlekliler” olarak da bilinen “Sturmabteilung” ya da
kısaca SA denilen vurucu milislerini ortadan kaldırttığı gece bu
isimle anıldı. İleride kendisine tehdit olacağını düşündüğü Nazi
unsurlarının önde gelenlerini ortadan kaldırttıktan sonra Hitler,
ordu üzerinde kurduğu sarsılmaz otoriteyle kıyımlarını
gerçekleştireceği kanlı yolculuğuna çıktı. SA’ların ortadan
kaldırılmasını anlamakta zorlanan Almanlara Nazilerce, bugünün
Türkiyesi’nde yaşayanlara çok tanıdık gelen açıklamalar yapılmıştı.
Operasyon gecesi Hitler, kendisini dinleyen kalabalığa, SA’yı
“dünya tarihindeki en büyük ihanet” ile suçladığı konuşmayı
yaparken, emrindeki Naziler de Almanlara, “SA’nın darbe
hazırlığında olduğunu” yaymıştı.
Her zaman, hayatın kendisinin en iyi öğretmen olduğunu düşündüm.
Kişi, eğer doğru dersler çıkarabiliyorsa hayatın en iyi öğretmen
olduğunu kavramak da güç olmaz. Ama hayat, iyi olduğu kadar da
zalim bir öğretmendir. Çünkü hep güçlükle, zor olanla sınar insanı.
Ne kadar iyi bir öğrenci olup olmadığınız bu güçlük karşısında
alacağınız tutumla, yapacağınız tercihle kendini gösterir. Çünkü
her adaletsizlikte, her hukuksuzlukta mağdur edilenin kim olduğuna
bakmadan nerede ve nasıl durduğumuz yaşamdaki yerimizi de belirler.
Ve işte, hem iyi hem zalim bu öğretmen beni bir kez daha sınıyor.
Kolay bir sınav da değil: “Cemaatçilerin hak ve özgürlüklerini
Cemaat’e rağmen savunmak.”
“Cemaat’e rağmen” denilmesinin haklı sebepleri olduğundan kimsenin
kuşkusu yok. Yakın geçmişin iktidar ortağı iken tuzak ve
komploların aklı, polis ve yargıdaki tetikçisi, medyadaki celladı
olan Cemaat, şimdi kendi yarattığı faşizmin içinde boğuluyor.
Ortaya çıkan faşizmin tek sahibi olmaya çalışan AKP’nin suç
ortaklığını yaparken talep edilen en önemli değerler olan hak,
özgürlük, demokrasi bugün Cemaat tarafından haykırılıyor. Bağımsız
ve tarafsız olmasının elzem olduğunu, artık yaşayarak öğrenmek
zorunda kaldıkları içindir ki hukuktan bahsediyorlar. Birkaç yıl
önce kriminalleştirdikleri meslektaşları için “Gazeteci değil
teröristler” yaftasını dolaşımda tutup, infazlarda rol oynayanlar
bugün basın özgürlüğünün öneminden bahsediyor. Bu ülkenin makûs
kaderidir. Sistemin tokadını yemeyen demokrasinin de, demokrasiyi
var kılan değerlerin de kıymetini öğrenemez. Tokat atan
pozisyonundan tokat yiyene dönüşen Cemaat’in demokrasiden ve basın
özgürlüğünden bahsetmesinin nedeni de budur. Öğrenecekler mi, emin
değilim. Hele ki kirli geçmişiyle ve o geçmişin üzerine bir gelecek
inşa etmeye çalıştıklarıyla birlikte düşünüldüğünde, vereceğim
yanıt kesin bir ‘hayır’ olur.
İtirazım var
Ama buna rağmen itirazım var. Haklısınız. Geçmişinden bugüne Cemaat
medyasının tarihi, kötü ya da kötüye kullanılan gazetecilik
örnekleriyle dolu. Sadece Ergenekon ve türevi davalarda, KCK
soruşturmalarında, sosyalistlerin hedef alındığı operasyonları
kapsayan yakın geçmişteki tutumu bile bugün kendilerine “Oh olsun”
dedirtecek cinsten örneklerle dolu. Ama serinkanlı davranmaya en
çok da böyle zamanlarda ihtiyacımız var. Çünkü kötü ya da kötüye
kullanılan gazeteciliğin yargılanacağı yer terör mahkemesi değil.
Eğer ki buna itiraz etmezsek totaliter rejimlerin en güçlü silahı
olan suskunluğun her seferinde bizi vurmasını da kanıksamış
olacağız. Kötü gazeteciliğe dair söyleyeceğimiz, beğenmemek ve
eleştirmekten ibaret. Kendi adıma benim yapmaya çalışacağım bundan
ibaret ki zor değil. İşin zor kısmı, yaşadığı yalnızlığın nedenini
eski manşetlerinde araması gereken Cemaat medyasına düşüyor. Çünkü
iktidar sarhoşluğuyla yarattığı puta esir olunan zamanlardaki kötü
ya da kötüye kullanılan gazetecilik örnekleriyle ilgili samimi bir
özeleştiri gerekiyor.
Verdiğim sözü unutmuş değilim
AKP’nin siyasal desteğini arkasına alan Cemaat’in kontrgerilla
unsurları olan polis ve yargı mensuplarının işbirliğiyle,
medyasının kamusal meşruiyet uğraşlarıyla hapsedildiğim Silivri’den
çıkarken yaptığım konuşmayı da verdiğim sözü de unutmuş değilim. Bu
komploları düzenleyenler o cezaevine girecekler. Bugün olduğu gibi
iktidarı paylaşım savaşının doğurduğu bir rövanşizmle değil. Samimi
bir yüzleşmeyle, hukuk ve demokrasiyi merkeze alan, gerçek suçlunun
gerçek suçundan yargılandığı adil bir soruşturmayla. O gün
yargılananlar sadece Cemaat’in kontrgerilla faaliyetleri yürüten
mensupları değil, tetikçilerinin sırtını sıvazlayan Recep Tayyip
Erdoğan başta olmak üzere dönemin muktedirleri de olacak. Ancak o
günün gelmesi için, özgürlükçü, kalıcı ve yaygın bir demokrasiyi
Türkiye’de var kılmak için şimdi konuşmak zamanı. Prensipler söz
konusuysa doğru sözleri yanlış kişiler için söylemekte beis yok.
Çünkü şimdi susarsak, sonra konuşmaya hakkımız ve fırsatımız
olmayacak.