Ahmet Şık: Birazdan gideceksin, beni de koğuşa götürecekler; o koğuşun kapısı yedi gün açılmayacak...
Tutuklu gazeteci Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık, cezaevindeki görüş sırasında yaşadıklarını anlattı.
Yonca Şık, BBC Türkçe’den Rengin Arslan’a yaptığı açıklamada Odatv
davasında da tutuklanmış olan eşi Ahmet Şık’ın Silivri Cezaevi’nde
dününü ve bugününü karşılaştırdı.
BBC Türkçe’den Rengin Arslan’ın kaleme aldığı haber
şöyle:
"Birazdan sen gideceksin, beni de koğuşa götürecekler ve yedi gün
boyunca o koğuş kapısı hiç açılmayacak."
Yonca Şık, hapisteki gazetecilerin durumunun nasıl olduğunu
sorduğumda eşi, gazeteci Ahmet Şık'ın Silivri'de görüş sırasında
söylediği bu cümleyi aktarıyor ve hemen ardından bir hafta boyunca
açılmayacak o koğuş kapısının arkasının nasıl olduğunu
anlatıyor:
"Havalandırma 4 adıma 7 adım. Çok küçük. Ahmet ve Bülent Abi
[Cumhuriyet gazetesi avukatı tutuklu Bülent Utku] tutsaklara
misafir olabilen kuşları besliyordu. Üstü de jiletli tel örgülerle
kapatıldı yaklaşık üç ay önce. Bu yüzden kuşlar da gelemiyor artık.
Aynı zamanda havalandırmada kendine yer bulup betonun arasından
filizlenen yeşillikler de yasak. Onları da gelip söküyorlar."
"Bir kötülük aygıtı" olarak tanımlıyor cezaevini Yonca Şık;
vurgulayarak devam ediyor: "Onları uygulayanlar da, cezaevindeki
görevliler de, görüşe giden bizler de orada bu kötülüğe maruz
kalıyoruz."
“Bir tecrit uygulanıyor”
2011 yılında Odatv davasında 1 yıl tutuklu kalan, "İmamın Ordusu"
kitabının henüz basılmadan toplatılması nedeniyle ve gözaltına
alınırken "Dokunan yanar" sözleriyle Türkiye'de basın özgürlüğü
davalarının sembolü haline gelen Şık, bu kez "terör örgütüne üye
olmamakla birlikte örgüte yardım etmek" suçlamasıyla altı ay önce
cezaevine gönderildi.
Gazeteciler ve meslek örgütleri ise bu kez hem tutukluluğun haksız
olduğunu savunurken, hem de cezaevinde uygulanan mektup yasağı gibi
konuları da gündeme getirerek cezaevi yönetimlerini "tecrit
uygulamakla" suçluyor.
Zira aralarında Şık'ın da olduğu tutuklulara gönderilen kart ve
mektuplar kendilerine teslim edilmiyor; kendi yazdıkları mektup ve
kartlar da dışarı gönderilmiyor.
Yonca Şık, "Bir tecrit uygulanıyor ve tecrit bir insanlık suçu.
Dışarıyla bütün iletişimi engellemek üzere bir tecrit bu. Mektup
göndermesi ve mektup alması yasak" diyerek özetliyor bu durumu ve
devam ediyor:
"Devletin keyfi uygulamalarının en damıtılmış hali cezaevlerinde ve
tabii artık yargı kararlarında karşımıza çıkıyor. Tamamen
kötücüllük üzerine kurulmuş, iktidarda olan gücün kendinden
olmayana eziyet etmesi üzerine kurgulanmış bir ceza infaz sistemi.
Ahmet'in sözleri ile; insanları diri diri içine koydukları bir
mezar!"
Daha önce Şık'ın arkadaşları da mektup ve kart yasağına karşı
gazeteciye kart atma kampanyası düzenlemiş ancak bu kartlar Şık'a
ulaşmamıştı.
Adalet Bakanlığı ise böyle bir kısıtlama olduğunu reddetmişti.
TGS’ye göre 160, Adalet Bakanlığı’na göre 30 gazeteci
tutuklu
Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın verilerine göre, bugün Türkiye'de
160 gazeteci hapiste. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise Şubat ayında
bir soru önergesine verdiği yanıtta hapishanelerde 30 tutuklu
gazeteci olduğunu söylemişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise cezaevinde sarı basın kartı
olan 2 gazeteci olduğunu söyleyerek, Batı'daki kuruluşlara yanlış
bilgi verildiğini söyledi.
Erdoğan, "Bugün ülkemizde, size bakanlığımızın rakamlarını
veriyorum, mesleğini gazeteci olarak ifade ederek cezaevlerinde
bulunan 177 kişiden sadece 2'si sarı basın kartı sahibidir. Bunu
öyle bir dezenformasyonla Batı dünyasına bildiriyorlar ki Batı
dünyası da alıyor onunla bizim önümüze geliyor. Manşetini,
kalemini, gazete sayfalarını, terör örgütünün emrine verenlerle,
eline silah alıp dağa çıkan arasında bana göre hiçbir fark yoktur"
dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise iki hafta önce bir iç
tüzük değişikliği yaptı ve daha önce başvuruları sadece sağlık ve
yaşam sebepleriyle "acil" olarak görüşürken artık, öngörülmüş bir
hakkın kullanımıyla doğrudan bağlantılı olarak gözaltında ya da
tutuklu olan bireyler tarafından yapılan başvuruları da öncelikli
olarak işleme koymaya karar verdi.
Bu iç tüzük değişikliğinin ardından Cumhuriyet gazetecilerinin
başvurularına da öncelik vereceğini açıklayarak Türkiye'den 2
Ekim'e kadar savunma istedi.
Cumhuriyet gazetesi yayın danışmanı gazeteci Kadri Gürsel'in
durumunun da bu bağlamda ivedilikle incelenmesi bekleniyor.
“İkinci, üçüncü Ergenekon’u ve Balyoz’u
yaşıyoruz”
Gürsel ile ilgili iddianamede yer alan deliller Cumhuriyet
davasının en çok tepki çeken başlıklarından birini oluşturdu.
Gürsel 12 Temmuz 2016'da yazdığı "Erdoğan Babanız Olmak İstiyor"
yazısının yanı sıra sadece 92 Bylock kullanıcısı ve haklarında
"FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan 21
kişiyle iletişim kaydı bulunduğu" iddiasıyla suçlanıyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Gürsel'in avukatı Köksal
Bayraktar, "Katiyen böyle bir suç yok. Bir şahıs arıyor, tanıyorum
veya tanımıyorum; ben ona cevap veriyorum veya vermiyorum. Yüzünü
bile görmüyorum, kim olduğunu bilmiyorum, bir dakika sonra ne
diyeceğini bilmiyorum. Böyle bir insana cevap vermek veya vermemek
beni itham altında nasıl bırakabilir?" diyor.
Bayraktar, ayrıca "Bence maalesef hukukun işleyişi yönünden ikinci,
üçüncü Ergenekon'u ve Balyoz'u yaşıyoruz. Ülkemiz yönünden hazindir
bu" diyerek süreci eleştiriyor.
OHAL’le gelen düzenleme: Avukat ve müvekkil görüşmesi
haftada bir saat
Kadri Gürsel de dava dosyasına giren HTS (telefon konuşmaları)
kayıtlarını inceleyerek ulaştığı sonucu kamuoyuyla paylaştı ve bu
iddialara karşı kendini şöyle savundu:
"7 Ocak 2013 ile 20 Ağustos 2016 tarihleri arasındaki iletişimimi
kapsayan HTS kaydı dökümüne göre bu 92 ByLock kullanıcısı
şüpheliden 84'ünün benimle kurduğu iddia olunan irtibat, cep
telefonuma bir kereye mahsus olmak üzere art arda gönderdikleri iki
SMS'ten ibarettir. Hiçbirine cevap vermediğim için benim bu
şahıslarla bir iletişimi kaydımın bulunduğunu iddia etmek mümkün
değildir."
Peki özellikle tutuklu sanıklar için daha da önemli hale gelen
savunma için avukatlar ve müvekkilleri nasıl iletişim kuruyor?
Olağanüstü Hal (OHAL) ile gelen kısıtlamalardan biri de avukatların
müvekkilleriyle olan görüşmelerini bir saate düşüren uygulama oldu.
Buna göre, avukat ve müvekkili önceden sınırsız, gece veya gündüz
gerçekleşebilen bu görüşmeleri bir saat ile sınırlamak
durumunda.
Bayraktar bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Biz haftada sadece bir
saat konuşabiliyoruz. 1 saat, 70 dakika olmuyor. Görüşme
bitiriliyor. Yanımda cezaevinin bir güvenlik elamanı var
maalesef."
“Alevilikle ilgili kitapların bazıları Aksoy’a teslim
edilmedi”
Cezaevi koşullarını anlatan tutuklu gazeteci yakınlarının ilk
değindikleri konulardan biri de kitaplarla ilgili kısıtlamalar. 15
Temmuz'dan sonra uygulanan dışarıdan kitap getirmeyi yasaklayan
uygulama son zamanlarda önemli ölçüde değişmiş durumda.
Yakınları, gazetecilere her görüşte on kadar kitap götürebiliyor.
Ancak bazı kitaplar da yönetim tarafından iade edilebiliyor.
Tutuklu gazeteci Murat Aksoy'un eşi Şehriban Aksoy bu kısıtlamayı
deneyimleyenlerden. BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Aksoy
şöyle anlatıyor yaşadığını:
"Onay verdikleri kitapları teslim ediyorlar Murat'a.
Onaylamadıklarını bize iade ediyorlar. Murat'ın Alevilik üzerine
yazmak istediği bir kitabı vardı örneğin. Alevilikle ilgili
istediği kitaplar oldu Bunların birkaçının henüz kendisine teslim
edilmediğini söyledi. Bazıları da cezaevi yönetimi tarafından bana
geri verildi."
“Silivri’ye döndü diye sevindim”
Kamuoyu Murat Aksoy'u yargılandığı davadan tahliye edildiği gece,
hapishane çıkışında yeni bir soruşturma gerekçesiyle gözaltına
alınarak yeniden tutuklanmasıyla hatırlıyor.
Aksoy, 31 Mart gecesi tahliye edildi. Aynı gece yeni bir soruşturma
kapsamında gözaltına alındı. 15 günlük gözaltı süresinin ardından
15 Nisan'da yeniden tutuklanarak Silivri'de geride bıraktığı aynı
koğuşa döndü.
15 günlük gözaltı süresinin onlar için çok zor geçtiğini anlatan
eşi Şehriban Aksoy, eşi sonunda Silivri Cezaevi'ne gittiğinde
"sevindiğini" söylüyor acı bir gülümsemeyle.
"Gözaltı süreci çok kötüydü. Göremiyorsunuz, yatağı yok. Her şey
kısıtlı. Sonra 5 gün Metris'te kaldılar. Sonunda Silivri'ye
döndüler tekrar. Silivri'ye tekrar ulaşınca inanın sevindik, sanki
Murat özgürlüğüne kavuşmuş gibi, inanın! İnsan buna sevinir mi ama
gözaltında kaldığı için, o şartlar daha kötü olduğu için, cezaevine
gidince seviniyorsunuz. Yerini buldu, hiç olmazsa kitabını
okuyacak, televizyonunu izleyecek, ben her hafta göreceğim
dedim."
Avukatları Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak, Sevgi Kalan, Ali Deniz
Ceylan'a sürekli sorular sorduğunu, hukuki süreci anlamaya
çalıştığını söyleyen Aksoy, "Bin 500 - bin 600 yazısı var. Bugüne
kadar bir tanesine bile dava açılmamış. Telefonu Çağlayan
Adliyesi'nin orada çekmiş diye suçlama var" diye hukuki olarak
tuhaf bulduğu noktalara dikkat çekiyor.
Nedim Türfent: 13 ay tutukluluktan sonra ilk
duruşma
Geçen hafta 13 ayın sonunda ilk kez mahkemeye çıkarılan gazeteci
Nedim Türfent'in duruşması ise hem Türkiye'den hem de uluslararası
alandan meslek örgütlerinin ilgi odağındaki davalardan biri
oldu.
Hakkari Yüksekova'da sokağa çıkma yasağı sırasında haberler yapan
Türfent, 20 tanığın ifadesine dayanarak tutuklanmıştı.
İlk duruşmada mahkeme önünde dinlenen 13 tanıktan 12'si işkence
altında ifade verdiklerini söyledi. İlk kez savunma yapan Türfent
de gözaltı sırasında işkence gördüğünü belirtti.
Türfent, "Bir güvenlik görevlisi ayağı ile kafama basıp selfie
çekti. Yüzleri maskeli polis memurları dipçik ile taciz ettiler.
Gördüğüm işkenceye dair darp raporları mevcuttur. Suç duyurusunda
bulunmuştum. Burada yine suç duyurusunda bulunuyorum" dedi.
BBC Türkçe gazetecilerin cezaevlerindeki durumuna ilişkin Adalet
Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'ne ulaşmaya çalıştı.
Ancak haber yayınlanıncaya kadar konuyla ilgili bilgi alamadı.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise kitap ve mektup sınırlamalarına
ilişkin iddiaları bir soru önergesine verdiği yanıtta
yalanlamıştı:
"Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı,
fotoğraf ve yorumlan kapsayan hiçbir yayının hükümlüye
verilmeyeceği hükümlerine yer verilmiştir. Hükümlünün mektup, faks
ve telgrafları alma ve gönderme hakkı ise 5275 sayılı Kanun'un 68.
maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin ikinci fıkrasında hükümlü
tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve
telgrafların mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon,
olmayanlarda kurumun en üst amirince denetleneceği hükmüne yer
verilmiştir."